Gerçek Muhâcir

İnsan, her an bir yerden bir yere gidiyor. Bir odadan başka bir odaya, evden işe, işten eve… Ya da okuldan eve, evden okula… Kısaca doğumdan ölüme, beşikten mezara… Durmak yok, hep hareket hâlindeyiz, hep bir şeylere doğru gidiyoruz.

Her gün, her an hayatımızda tercihler yapıyoruz; bir şeyi bırakıyor, yeni bir şeye yöneliyoruz. Ama niçin?

İşte bütün bu yollarımız, bütün bu gidişlerimiz, bütün bu tercihlerimiz “Allah için” olursa, biz O’na gidiyoruz, demektir.

Meselâ evden çıkıyoruz, işe gidiyoruz. Niyetimiz ne? Sadece para kazanmak mı? Helâl-haram sınırımız, kırmızı çizgilerimiz var mı? “Helâl-haram ver Allâh’ım, kulların yer Allâh’ım!..” mı diyoruz, dükkânı açarken… Ya da besmelemizi çekip anahtarı çevirirken, “en temiz, en bereketli ve en helâli”ni mi istiyoruz Rabbimizin engin hazinesinden…

Ya da okula gidiyoruz… Neden okuyoruz, okula gidip gelmekteki maksadımız ne? Annemiz-babamız istediği için mi? İş-güç sahibi olmak mı? İleride üniversite okuyup devlet kapısında garantili bir maaş edinmek mi? Kültürlü (!) bir hanım veya bey olup yine kültürlü (!) birisiyle evlenmek mi? Şüphesiz bütün bunlar olabilir niyetlerimiz, hedeflerimiz… Bunda utanacak bir şey de yok. Gayret edersek, şartlarına riâyet edersek hepsine de ulaşabiliriz. Ama ya sonrası? Ötesi…

Misalleri çoğaltmak mümkün… Hayatın her safhasında, yaptığımız her işte önce “niyet”imiz var. Duygu ve düşüncelerimizi de harekete geçiren bir niyet… İşte o niyet, o kalbin ameli, doğru olduğu zaman bütün hayatımız yörüngesine oturuyor, her şey olması gereken yerde bulunuyor. Niyetimizin özü, merkezi ihlâslı bir şekilde “Allah için” olursa, bütün koşuşturmalar, bütün gidişler, bütün yollar anlam kazanıyor. İşte o zaman anne ve babaların, evlatları uğruna çektikleri çileler, sevab defterine işleniyor, mükâfâta dönüşüyor. İşte o zaman evlatların, hayata tutunmak için çektikleri sıkıntılar bir değere dönüşüyor. Hem bu dünyada, hem de âhirette geçer akçe oluyor.

O hâlde işin özü, gidişlerimizi ve gelişlerimizi “Allah için” yapmak… Hani yazının başında demiştim, “bir odadan bir odaya geçmek” diye… Eğer biz, kendi evimizde, şuur içinde yaşarsak, bir odadan bir odaya geçmek bile “hicret” olabilir. Nasıl mı? Meselâ bir odada mâlâyani ile, yani dünyaya ve âhirete fayda vermeyecek boş işlerle uğraşılıyorsa ya da alenî bir günâh işleniyorsa (gıybet, iftira vb.), biz önce o ortamı değiştirmek için elimizden geleni yapacağız ve elimizle, dilimizle, kırıp dökmeden îkaz edeceğiz. Ama ne gücümüz yetti, ne de dilimiz… Değişen bir şey yok… O hâlde biz o odayı, Allah için değiştireceğiz, işte size bir hicret…

Cenâb-ı Hak, buna benzer bir hususta, mü’minleri şöyle ikaz ediyor:

“O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir: Allâh’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuyu değiştirinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münâfıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (en-Nisâ, 140)

Demek ki, bir yerden kalkıp gitmek de, Allah için olunca, ibâdete dönüşüyor. Hatta kalkıp gitmediğiniz de bir vebâli ve cezâsı var.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha geniş bir muhtevada düşünülmesi gereken bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor:

“Fitne ve bozgun içinde ibâdet, bana hicret etmek demektir.” (Müslim, Fiten, 130; Tirmizi, Fiten, 31)

O hâlde, hayatımızı bir süzgeçten geçirelim. Ne yapıyoruz, neden yapıyoruz? Neyi terk ediyoruz, neden terk ediyoruz veya terk etmeliyiz.

Peygamberimiz, Allâh’ın Arş’ının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allâh’ın Arş’ının gölgesinde gölgelenecek ve o günün dehşetinden kurtulacak yedi sınıf insanı sayarken, bir tanesinin “Birbirini Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve yine O’nun rızâsı için birbirinden ayrılan iki insan…” olduğunu ifade buyuruyor. (Bkz: Buhârî, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91)

Demek ki, sevgilerimiz, dostluk ve arkadaşlarımız da O’nun rızâsı için olmalı… O istediği için sevmeli, bir araya gelmeli, hasbihâl etmeli; O’nun rızâsına ters düştüğünü anladığımız anda da “en sevdiğimizi” bile terk edebilmeliyiz. İşte bu da hicretin bir başka şekli…

Yine o yedi sınıf insandan bir tanesi de “mevki sahibi, güzel bir kadının zinâ dâvetini reddeden yiğitler…” Burada meseleye bir başka gözle bakarsak… Yani günahlar, bütün câzibesi ile kendine çağırırken “Ben Allah’tan korkarım!..” diyerek, bu nefse hoş gelen dâvetleri reddedebilmek… İşte bir başka hicret…

Daha câzip bir iş imkânı varken, haram işlemek korkusuyla Allah için vazgeçmek…

“Daha güzel, daha zengin ve daha gösterişli” bir eş imkânı varken, bu yolun sonunun haramlara gittiğini fark ederek “daha dindar ve daha ahlâklı” olanını tercih etmek… İşte Allah için hicret…

“Daha müreffeh, daha konforlu” bir ev varken, kendimizin veya âilemizin, dinden uzak bir muhit içine gireceğini düşünerek bundan vazgeçmek ve sâlih insanlar arasına katılmak için gayret etmek… Başka bir hicret…

Küfür ve isyandan, îman ve tevhide, riyâdan ihlâsa, cehâletten ilim ve irfana, dalâletten hidâyet ve istikamete, kibir ve gururdan tevâzu ve mahfiyete, kötü ahlâktan nebevî ahlâka, cimrilikten cömertliğe, benlikten, bencillikten fedakârlık ve diğergâmlığa, kabalıktan nezâkete, israftan iktisada, haram ve şüpheliden helâl ve tıyb olana, başıboşluk ve tembellikten sa’y u gayret ve hizmete, savurganlıktan tasarrufa gitmek… Bunlar da insanın iç dünyasındaki hicretler…

* * *

Kısaca Allâh’ın râzı olmayacağı bir hayattan O’nun rızâsına uygun bir hayata atılan her adım bir hicret… Bunu yapan kimse de gerçek muhâcir!.. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e

“-En üstün hicret hangisidir?” diye soruluyor. O da:

“En üstün hicret, Allâh’ın sana haram kıldıklarını terk etmendir.” buyuruyor. (Ebû Davud, Vitr, 11; Nesâî, Zekat, 49; Müsned, II, 160)

Başka bir hadîs-i şerifte de Allah Rasûlü, hicretin, bir şehirden başka bir şehre gitmekten ibâret olmadığını, hayatın gâyesinin sadece ve ancak Allâh’a kulluk olduğunu hatırlatıyor:

“İster Allah yolunda hicret etsin, isterse doğdukları yerde vefat etsinler; İslâm esaslarına uygun yaşayanları Allah mağfiret edecektir.” (Tirmizî, Cennet, 4; Müsned, V, 240)

Rabbimiz, bizi, mağfiret iklimine kavuşturduğu gerçek muhâcirlerden eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle