Sadık Ve Sıddık Olabilmek

“Sâdık” lügatte, dostluğunda samîmî ve vefâlı olan, dostluk bağlarının gerektirdiği vefâyı gösteren sadâkatli kimse; “Sıddîk” ise, özü-sözü doğru olan, aslâ yalan söylemeyen, sözünün eri, çok doğru, pek sâdık kimse demektir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kul doğru söyleye söyleye, doğruluğu araya araya sonunda Allah katında «sıddîk» olarak kaydedilir. Yalan söyleye söyleye, yalan araya araya nihayet Allah katında yalancı olarak kaydedilir.” (Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 102-104; Ebû Dâvûd, Edeb 80)

Cenâb-ı Hak da Kerîm Kitâb’ında sıddîklık makamını, peygamberlik makamıyla şehitlik makamı arasında zikrederek bizlere bu makamın ehemmiyetini göstermiştir:

“Kim Allâh’a ve Râsûl’e itâat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır!..” (en-Nisâ, 69)

 

Kulluğun Nişânı, Elest Bezmindeki Söze Sâdık Kalmaktır

Kur’ân-ı Kerîm’deki şu âyet-i kerîme, Âdemoğluna, verilen bir söze son nefesine kadar sâdık kalmanın ne demek olduğunu anlatır:

“Hani Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» diye sormuştu. Onlar da «Evet, şâhitlik ederiz ki Sen bizim Rabbimizsin.» demişlerdi. Böyle yaptık ki, kıyamet günü: «Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!» demeyesiniz.” (el-A’raf, 172)

Allah Teâlâ, “kâlu belâ”da, yani “Elest Bezmi” diye bilinen ruhlar âleminde dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını bir araya toplamış ve kendilerini şâhit tutarak bir ahitleşme gerçekleştirmiştir. Bu sebepledir ki, büluğ çağına ermiş her kişi, yaptığı bu ahitleşmeye sahip çıkmalı ve verdiği sözün arkasında durmalıdır.

Nitekim Rabbimizin, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna “Evet, şâhitlik ederiz ki, Sen bizim Rabbimizsin!..” diye cevap verilmesi, kişinin aynı zamanda, yerine getirilmesi istenen emir ve yasaklara uymayı da taahhüt etmesi mânâsına gelir. Verilen bu söze, yapılan bu ahitleşmeye sâdık kalmak, kulluğun en büyük nişânıdır.

 

Hazret-i Ebûbekir Efendimiz’in Sıddîk Oluşu

Rasûl-i Ekrem Efendimizin en yakın dostu ve yol arkadaşı, Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden “İkinin İkincisi” diye bahsedilen ve Sıddîk lâkabıyla anılan Hazret-i Ebûbekir’in sadâkatinin bir örneği ve sıddîk lâkabının kendisine verilmesi şöyle olmuştur:

“Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:

“–Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi.

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Ebûbekir, Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” buyurdu. (İbn-i Sa‘d, I, 215)

Nitekim müşrikler, Mîrac hâdisesini duyduklarında, derhal Hazret-i Ebûbekir’e koştular:

“–Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-:

“–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimal yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşînen inanırım...” dedi.

Müşrikler tekrar:

“–Sen O’nu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallahu anh-:

“–Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tereddütsüz tasdîk ediyorum.” dedi.

Daha sonra Ebûbekir -radıyallâhu anh-, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat Efendimiz’in mübârek fem-i saâdetlerinden dinledi ve:

“–Sadakte (doğru söyledin) yâ Rasûlâllah!..” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, O’nun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e:

“–Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdular. (İbn-i Hişâm, II, 5)

Hazret-i Sıddîk’ın, Mîrac hâdisesinde sergilediği bu kalbî sarsılmazlık ve tereddütsüz bir şekilde Allah Rasûlü’nü tasdîk edişi, ancak kalbinin kazandığı îman kuvvetiyle îzah olunabilir.” (Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, sh: 133-135)

 

Sâdıklarla Beraber Olmak

İnsan, Allâh’a bağlılığı nispetinde sâdık olur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında, O’ndan daha sâdık bir kul yoktu. Sonra sahabe efendilerimiz, Peygamber Efendimizin gittiği yoldan gittiler ve tam bir teslimiyet ile kulluk vazifelerini yerine getirdiler. Günümüzde de bu tebliğ ve irşad vazifesini üstlenen Peygamber vârisleri, Evliyâullah hazerâtı yok değil!.. Allâh’ın lütuf ve merhametiyle, kıyamete kadar da her dönemde var olacaklar inşâallah… Onlar, hem mü’minlere, nasıl kulluk yapılması gerektiği noktasında bir örnek ve rehber; hem de onların Allâh’a karşı bahâne ve mâzeretlerinin kalmaması için seçilmiş insanlar… Rabbimiz, bu mübârek kimselerin hâlini şöyle tasvir ediyor:

“Mü’minler içinde Allâh’a verdikleri sözde duran nice erler var…” (el-Ahzâb, 23)

Başka bir âyet-i kerîmede de bize, bu sâlih ve sâdık insanlarla beraber olmamız emrediliyor:

“Ey îman edenler, Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)

Rabbimizin emri sebebiyle de o Allah dostlarını bulup, eteklerine yapışmalı, onların sadakat ve ubudiyet boyasıyla boyanmalıyız. Ellerinden tutup yol kat etmek için talebesi olmalı, öğretilen usûl ve edeplere riâyet ederek kalben ve fiilen onlarla birlikte olmaya gayret etmeliyiz. Bu yakınlık ve huzur hâlini muhafaza ederek; oradan her ân Allâh’ın murâkabesinde bulunduğumuz şuuruna erişmeliyiz.

Rabbimiz kendisine elest bezminde verdiğimiz söze sâdık kalabilmeyi ve hem bu dünyada, hem de âhiret hayatında sâdık ve sıddîk kullarıyla beraber olabilmeyi cümlemize nasip eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle