Sükutun Gölgesinde

Sesler... İğneleyici ve keskince yükselen…

Sesler… Yürekleri acıtmak için büyütülen...

Sesler ki, varlık sebebi gözyaşı için…

Ve sesler, sükûtun kapılarını zorlayan; o asâletini “gereksiz bir cevapla” bozmaya uğraşan, mayası insan olan…

Akıp giden zamanda sürüklenen insan, âcizce kurduğu her cümlenin hesabını vererek yeni güne başlıyor ve acıtmak için kurulan her cümle için bir hüzün biriktiriyor. Yakın ve uzak eşitleniyor, sevdiğin ve sevmediğin iki yürek farksızlaşıyor. İmtihan sırrında, cümle kurabilen her ruh, kalbini acıtma potansiyeli taşıyor. Ve sen de bir ruh taşıyorsun; an geliyor aynı döngü seni buluyor, bir başka yolda ve zamanda, diliyle yürek bileyenlerden oluveriyorsun. Ya sonra? Ortalık hüzün gölü... Ayrılık kokulu yaralardan gözyaşı akıyor. Zamanında kurtaramadığın benliğini, kaptırmış olduğun fitne-fesad girdabında eritirsen masal bitiyor.

İmtihan mevsiminde, konuşanlardan olmamanın asâletini bilen bilir. Çirkince sana savrulan ne varsa sükût duvarına çarpıp buhar olursa, işte o zaman dertlenmenin bir mânâsı oluyor. Hani susuyorsun ya ve yavaşça diline gelenleri yutkunuyorsun, işte her saniye cennet köşküne bir tuğla oluyor. Sen konuşmanın görgüsüzlüğünden uzak, sadece mevsimlerin adını sayıklıyorsun…

“-İşte şu gelen imtihan bulutu ve ben sabır yağmurlarında arınacağım. Sana benden sadece «Selâm olsun»!..” deyip geçiyorsun.

Zor mu? Elbette zor… En hırslı duyguların esiriyken sabitlemek dilini ve yüreğini sakinleştirmek, sağlam bir irade hikayesi olsa gerek!.. Sabredenler için muhteşem sonu olan cennet kokulu bir hikâye...

Sevinirsin çoğu zaman bu dünyanın bir sonu olduğuna... Sevdiğin gelir acıtır ve giderken sevmediklerine devreder kırıp dökme nöbetlerini... Ve sonu olan nefesler aldığın için katlanırsın bu sahte hayatlara... Sessizliğin azığın olur âhiretinin ve doyurur gözünü yeterince susabilmek için... Sükût gölgelerinin huzurlu esintisinde oturanları hayal edersin. Onların muhteşem cennet köşklerini anlatır kimileri, özenirsin. Ve biriktirirsin kendi suskunluklarını…

Yeri ve zamanı geldiğinde dilsiz şeytan olmadan, asâleti yakıştırırsın kendine… Dengesini kurduğun her cümle, seni Yaratan’ın merhametine yaklaştırır ve kurmadıkların ise cennetine... Onca günahına karşılık en zor ve bir o kadar da kolay olan adımı atarsın; seni hüzün mevsimine yakıştıranlara inat susarsın, kırgınlıklarını sükûtunla toplarsın. Düştüğün yerden dirilirsin tazelenerek...

Bunca acıya inat, sadece haksızlıklar için haykırırsın! Konuşmanın vakti geldiğinde kendi acından öte, iyiliğe ve doğruluğa muhtaç olan her adaletsizlik için kelimeleri dizersin hadsizlere... Ümmet için dertlenir ve dâvân için harfler seçersin.

Ve sonra ne mi olur? Cümle diyarının en güzel kelâmları senin için yeniden var olur. Cennet çağırır, biten köşkün için… Sesler bir başka olur artık ve sükût gölgelerinde dinleneceğin o vaat edilmiş huzur diyarına çağıran nidâya dönüşür. Ve sen bütün bu hazineyi sadece susarak kazanırsın. Susarak ve sabra susayarak…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle