Göz Nûru Yavrularımızda Saygı Eğitimi Nasıl Olmalıdır?

Çocuklar, genellikle “ben merkezci”dir. Ben merkezcilik, bencilce davranmayı, hata yapmayı beraberinde getirir. Çocuk, davranışının sonucunu düşünmeden hareket eder. O anda kendini nasıl daha iyi hissedecekse öyle davranmaktan çekinmez. Menfaati sözkonusuysa; iyiyi-kötüyü düşünmez.

Bu yüzden anne-baba, çocuğa doğru model olmaya özen göstermelidir. Eğer anne-baba davranışlarında doğru örnek olursa; çocuk, hayatı daha iyi tanır, hangi durumda nasıl davranması gerektiğini bilir.

Âile, çocuğun saygısız tutumuna kızarak değil; konuyla ilgili yaptığı işin farkına vardırarak, yanlışı anlayacağı şekilde anlatarak, doğruyu bulmasına rehberlik etmelidir.

 

Saygı ve Sevgi Eğitimi

Saygıyı ve sevgiyi insanlar çocuk yaşta öğrenirler. Büyüdükçe de bu duyguları iç dünyalarında zenginleştirirler. Bu yüzden çocukların eğitimi, âilede başlar.

Âilede bir çocuğa insanlara karşı sevgi duyması öğretildiyse, bu çocuk hayatı boyunca insanlara sevgi ve saygıyla davranır. Fakat âilede çocuğa iyi bir eğitim verilmediyse, âile ocağında sevgi ve saygının gerekliliğini yaşayarak görmediyse, bu çocuk, hiçbir zaman insanlara sevgi duymaz.

Âileler, çocuğa saygının sınırlarını iyi çizmeli; nerede, ne yapılacağını öğretmelidir. “Gülünecek yerde gülünecek”, “ağlanacak yerde ağlanacak”, “saygı gösterilecek yerde saygı gösterilecek” gibi ifadelerle çocuklara “zaman” kavramını iyi öğretmek gerekir.

 

Sosyal Sınırlar

Çocuğun kişilik gelişiminde, “sosyal sınırları” da iyi çizmek gereklidir. Anne-baba ya da çocuğu eğiten kişi, saygılı davranmanın ehemmiyetini çocuğa yaşayarak anlatmalıdır. Kazandırılmak istenen davranışın önce faydaları sevdirilmeli, onu korkutmadan önce bu davranışın niçin yapıldığı izah edilmelidir. Meselâ büyüklerine el kaldıran çocuğa:

“-Allah elini taş eder!” demek yerine:

“-Bak gözümün nûru, böyle davranırsan bizim canımız yanar, üzülürüz. Sen de bizi üzmek istemezsin, değil mi?!” veya:

“-Sana biri vurduğunda nasıl ki canının yanmasını istemezsen, başkalarının da canını yakmamalısın!..” ifadeleri tercih edilmelidir.

 

Hak Arama

Çizilecek sınırlardan biri de “saygılı davranma”yla, “hak arama” arasındaki sınırdır. Çocuklara haklarını ararken saygı sınırları içinde kalmayı öğretmelidir. Bunun yolu da anne ve babaların bu hususta örnek bir model sergilemektir. Kavgacı bir âilede yetişen çocuk, ister istemez bunun bütün problemleri çözmek için doğru bir usûl olduğunu düşünür ve öyle hareket eder.

Hak aramak, illâki zor kullanmak, şiddete başvurmak değildir. İyilik yapana iyilikle karşılık vermek bir fazilettir. Ancak belki ondan daha büyük fazilet ise, kötülük yapana bile iyilik yapmaya devam edebilmektir. Ancak bunu herkes yapamaz. O hâlde kötülük yapanlara kötülükle karşılık verilmemeli; onlara haksızlık yapmamaya çalışmalı ve haksızlık yapmadan hatasını göstermelidir. Çocuklarımıza sadece iyilere saygılı olmayı değil, kötülük yapana karşı haksızlık yapmamayı da öğretmek gerekir.

 

Sevginin Tohumu da Sevgi

Gerek günümüz psikologları, gerekse büyük mutasavvıf Hazret-i Mevlânâ, insanın mutlu olabilmesi için sevgi dolu, mutlu bir ortamda yetişmesini gerekli görür. Nitekim âile içinde sevgi gören bir çocuk, topluma da sevgi verir. Toplumdaki sevgi, insanlar arasında barışı sağlar. İnsanlar birbirlerine sevgi ve saygı duyarsa, birbirlerinin hakkını da gözetirler. Bu da insanların birbirleriyle âhenk ve huzur içinde yaşamasını sağlar. Nihayet böyle bir toplum gelişir ve ilerler.

Son söz olarak; çocuklara saygıyı öğretmenin en iyi yolu, onlara saygı duymaktır!

 

DAVRANIŞTA TUTARLILIK

Bir önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi, çocuğun tabiatında var olan gerçek; onun “benmerkezci” olmasıdır. Gördüğü yoğun sevgi, “dünyanın kendi etrafında döndüğünü” düşünmesine sebep olur.

Eğer onda, doğru davranış kalıplarını görmek istiyorsak, doğru rol modeller olmaya azamî özen göstermeliyiz. Çünkü o “akıllı karıncalar”; her durumda almak istediği mesajı alırlar. Bu mesajları da, sözlerden çok hareketlerden çıkartırlar.

Bu yüzden anne ve babalar, çocuğa farklı mesajlar vermemelidir. Çocuk, doğruyu bilmediği için, anne ve babasından gelen iki farklı doğru kaynağından, işine gelen mesajı alacaktır. Farklı mesajlar veren anne-babayı, bir müddet sonra çocuk yönlendirmeye başlayacaktır. Meselâ yemekten önce çikolata yemek isteyen çocuğa, annesi:

“Her çeşit yemekten istediği miktarda yerse, çikolatayı yiyebileceğini” söylemiş olsun. 

Babası da diğer taraftan:

“-Ağlatma çocuğu, yemekten önce yese ne olur sanki!…” derse, çocuk hemen kendine uygun olan mesajı alır ve:

“-Demek ki bir şey istediğimde, babamın olduğu bir anda ağlayarak istemeliyim…” gibi bir ders çıkarır.

Bu da netice itibariyle anne ve babayı, nasıl kendi lehinde kullanabileceğinin ipucunu öğretmiş olur. Böyle bir tutarsızlık, disiplin ve sevgi açısından da çocuğun gönül ve akıl dünyasını bozar. Anneyi disiplinli, katı, sevgisiz görürken; babayı “işine geldiği için” daha sevimli bulabilir.

Bugün “evet” dediklerine, yarın “hayır” diyen bir âile ortamında yetişen çocukta da hayata dair tutarsızlıklar oluşur ve bir türlü kendisini kontrol edecek duygular gelişemez. Kontrol duygusu olmayan çocuk ise; iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarını tam olarak oturtamaz ve karar vermekte zorluk çeken bir fert olur.

Sağlıklı bir kişilik gelişimi, anne-babanın çocuğa emek vermesini ve bu konuya kafa yormasını, araştırma yapmasını gerektirir. Kısacası çocuk eğitimi, gündelik çözümlerle geçiştirme işi değil, üzerinde önemle durulacak en ehemmiyetli vazife ve sorumluluğumuz olmalıdır. Çünkü onlar bize, Allah’ın emaneti ve geleceğe bıraktığımız en nâdide miraslarımızdır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle