Boşanma Sebepleri Ve Çözüm Yolları -9- Hayatın Monotonlaşması

Bir zamanlar Afrika’da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, yanlarındaki eşya ve yükleri, yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile, bu zor yolculukta balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek; nehirleri, çağlayanları geçmiş, günlerce yola devam etmiş.

Fakat günlerden bir gün, kafiledeki yerliler birden durmuş. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen arkeologlar, bu duruma bir mânâ verememişler. Zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini izaha çalışarak, yerlilere neden durduklarını sormuşlar. Aldıkları cevap şöyleymiş:

“-Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor.”

Gerçekten, çağımızın temel dertlerinden biri, baş döndürücü koşuşturma… Bu hızlı tempo içerisinde, çoğu zaman âile hayatına bir tekdüzelik hâkim olabiliyor. Ardından da bazen adını bile koyamadığımız sıkıntı ve huzursuzluklar, bir yerlerden kendini göstermeye başlıyor.

Hâlbuki son Peygamber, devlet başkanı ve komutan olarak Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yoğunluk ve iş yükünün zirvesini, hem de bin dört yüz küsur sene öncesinin imkânları çerçevesinde yaşamış bulunmasına rağmen âile hayatına büyük bir emek vermiş, çocuklarına ve eşlerine âzamî ilgi ve alâkayı göstermiştir. Tebliğ, işkence ve savaşlar bir yandan; âyet âyet vahyin inişinin heyecanı ve sorumluluğu bir yandan onu kuşatmasına, hâsılı fizikî ve rûhî bütün yoğunluğuna rağmen, hanımlarının gönlünü almayı, onlarla hoşça vakit geçirmeyi ihmal etmeyen bir “üsve-i hasene” olmuştur O!.. Dâimî mütebessim çehresi ile etrafına sükûnet dağıtırken, güzel söz ve iltifatları, jest ve latîfeleri ile de gönüllere taht kurmuş bir âile reisidir aynı zamanda… (Tabiî ki O’nun bu mübârek hâl ve tavırları, sadece beylere değil, yoğun işler arasında sıkışıp kalmaktan muzdarip hanımlara da mesajlar taşıyor.)

Birkaç misal hatırlayalım birlikte… Bir defasında Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“-Beni seviyor musun?” diye sormuş. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“-Seviyorum ey Âişe!” diye cevap vermiş. Sonrasında:

“-Nasıl seviyorsun?” diye sormuş Âişe validemiz... Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“-Kördüğüm gibi seviyorum.” cevabını vermiş. Vâlidemiz zaman zaman Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“-Kördüğüm ne durumda, ne âlemde?” diye sormayı da ihmal etmezmiş. Her zaman aldığı cevap da:

“-İlk günkü gibi…” olurmuş.

Kördüğüm, sıra dışı, çok geniş bir muhabbet ifadesi; “ilk günkü gibi” tanımlaması ise olması gerekene bir işaret âdeta... Âhiret hayatını hesaba katmadan yaşayıp, evliliğin aşkı öldürdüğünü iddia ederek, akılları sıra gayr-ı meşrû birliktelikleri savunanlar için de bir şamar niteliğinde…

Ayrıca Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu muhabbetini, hanımının gıyâbında, sahabîlerine de ifade etmekten çekinmeyerek başka bir çığır açmış. Bir gün kendisine en çok kimi sevdiği sorulmuş. O hiç evirip çevirmeden, yalın, saf ve net bir şekilde:

“-Âişe’yi!..” buyurmuş.

“-Erkeklerden kimi seviyorsunuz?” sorusuna ise:

“-Âişe’nin babasını!..” cevabını vermiş.

Cevâbında, “Ebûbekir’i…” diyebilecekken, “Âişe’nin babasını” demesi de ayrı bir incelik tabiî ki... Kişinin eşinin gıyâbında da ondan sevgiyle bahsetmesi, bir muhabbet te’sisi, yatırımı şüphesiz…

“İşim başımdan aşkın!..” demesi, pekâlâ doğru ve mümkünken, âile hayatını renklendirecek faaliyetleriyle de “Üsve-i Hasene”, Önderimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-… Bunlardan biri; Hazret-i Âişe validemizle yaptığı iki yarış… Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in teklifi ile yapılıyor yarış ve Hazret-i Âişe vâlidemiz yeniyor. Bir yıl sonra aynı yerde:

“-Ey Âişe! Geçen yıl burada sen beni geçmiştin. Yine yarışalım mı?” diye soruyor.

Validemiz de kabul ediyor. Bu sefer Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geçiyor ve teselli etmeyi de ihmal etmiyor.

“-Üzülme, geçen sefer sen beni geçmiştin; şimdi de ben geçtim. Eşit olduk, ödeştik!” (Bkz: Ebû Dâvud, Cihad, 68/2578) diyerek eşini taltif ediyor. Basit bir-iki koşu gibi görünebilir bunlar ilk bakışta, tablonun bütününe bakılmazsa eğer… Câhiliye toplumundan yeni çıkılan bir ortamda olması, o yoğunlukta ayrılan kıymetli bir zaman dilimi olması; mesajın ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. İş hayatının, âile hayatının hiçbir alanına engel olamayacağını da en güzel şekilde gözler önüne seriyor.

Başka bir rivâyette ise, bir bayram günü münâsebetiyle Habeşlilerin mescitte sergiledikleri gösterileri izlemek isteyen Hazret-i Âişe validemize bu hususta yardımcı olmuş; onun gösteriyi izlemesine imkân ve izin vermiştir. Hazret-i Âişe vâlidemizin çenesini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in omuzuna yaslayarak gösteriyi izlediği rivâyeti de vardır. Ne kadar samimî ve sıcak bir tablo; öyle değil mi?

Yine bir gün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe vâlidemizin dizine başını koyar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Hazret-i Âişe’nin gözünden akan bir damla yaş, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanağına düşer.

“-Neden ağlıyorsun ey Âişe?” diye sorar, Nebîler Sultanı… Hazret-i Âişe:

“-Bir aya baktım, bir de Sen’in yüzüne... Sen’in yüzün, aydan daha parlak yâ Rasûlallah!” diye cevap verir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunun üzerine şöyle buyurur:

“-Bilmez misin yâ Âişe? Ay, nûrunu benden almıştır.”

Öyle ay ışığında, eşinin dizine başını koyup konuşmaya kaç kişi vakit ayırıyor acaba, şu yoğun (!) hayat temposunda…

Vefat ettiğinde de o yüce Nebî, mübarek başları Hazret-i Âişe’nin kucağında, göğsüne dayalıdır. Son nefese kadar bir beraberliğin, dayanışmanın en nâdide bir ibret tablosu olan bu son mesajı, tarihe kaydolmuştur.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayatının genelinde de muhabbetin izharını şiâr edinmiştir. Bir gün O’nun huzurunda bulunan bir sahabî, kendilerine uğrayan ve daha sonra da oradan ayrılan bir sahâbînin arkasından:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü, ben bu kişiyi gerçekten seviyorum.” der.

Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Peki, sevdiğini ona bildirdin mi?” buyurur. Adam, “Hayır.” deyince Peygamber Efendimiz:

“-Sevgini ona bildir!” buyurur.

Ertelemeyi lügatlerinden çıkaran sahabîlerden biri olarak o zât, derhal kalkıp adamın arkasından yetişir ve:

“-Ben seni Allah için seviyorum.” der. O da:

“-Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin.” karşılığını verir. (Ebû Dâvûd, Edep 113)

Çokça anılan bu hâdiseye rağmen, çeşitli ihmallerle, sevgisini hayat arkadaşına bile söylemeyenler, “Erteleyenler helâk oldu.” hakikatini de unutmamalılar. Zira tarih, iş işten geçtikten sonra pişmanlık gözyaşlarıyla “Keşke şöyle şöyle yapsaydım ya da deseydim!..” diyenlere sıkça şâhit olmuştur.

Bütün bu misaller ışığında, âilede muhabbeti taze tutmak, rutin işlerin monotonluğundan olumsuz etkilenmemek için neler yapabileceğimize kafa yorabiliriz. Her birimiz ayrı bir dünya misali olduğumuza göre, değişik çözüm yolları, kişilere göre farklılık arz edecek, renklenecektir şüphesiz… Biz, ilk aklımıza gelenleri sıralayalım:

 

 a- Fırsat Buldukça Ortam Değiştirmek

 Âilece birlikte huzurlu zamanlar geçirmeye îtinâ göstermek!.. Bu aralığı mutlaka bulmaya çalışmak gerek... “Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır.” düstûrunca, bu birlikteliği zaman zaman temiz havada biraz yürüyüşle, mini bir piknikle, seyahatle süsleyebilir, taçlandırabiliriz. Yalnız, bilim adamlarınca “stres ve elektrik yüklenilen yerler” olarak tanımlanan kapalı alışveriş merkezlerini, çarşıları bu amaç için tercih etmemek gerek... Elektro manyetik alan yüklü bu yerler, kaş yapalım derken göz çıkarmamıza sebep olabilirler çünkü…

 

b- Başbaşa, Sâkin Ortam Fırsatı Oluşturmak

Âilede çocuklar ya da ebeveyn, akraba vs. bulunduğunda, ihmal edilmemesi gereken bir husus; nâdiren de olsa eşlerin başbaşa kalabileceği ortam ve zamanlar oluşturmaya çalışmaktır. Bu vakti, kimi zaman evde, kimi zaman dışarıda; ama mutlaka huzurlu bir ortamda geçirmek de mühimdir.

 

c- Hem Kendimizin, Hem de Eşimizin Fizikî ve Rûhî Sağlığı İçin Zemin Hazırlamak

“Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi” mısrâıyla veciz bir şekilde ifadesini buluyor bu mesele. Vakit kaybetmeden, maddî ve mânevî güçlü bir bünye için “koruyucu hekimlik” misâli yatırımlar yapmalıyız bu yüzden; kendimize ve eşimize… Fizîken ve rûhen iyi olabilmek, kitaplar hacminde bir mevzû elbette; herkesin ihtiyacı da farklı... Kısaca değinirsek; her tür tedbiri ve bir problem oluşmuşsa çareyi işin ehline danışarak, okuyarak, araştırarak bulabilmek -biiznillah- çok kolay günümüzde… Bu konuda hiçbir mazeretimiz olamaz!..

Zâhiren ve bâtınen iyiliğimiz, eşimize de yansıyacaktır; tabiî onunki de bize… Bundan dolayı bu alandaki hiçbir çabayı aslâ zaman kaybı olarak görmeden; kendimizi ihmal etmeyerek; eşimiz için de teşvik ve desteklerimizi en dikkatli bir şekilde gerçekleştirmeliyiz. Her türlü rahatsızlığa davetiye çıkarıcı hallerden kaçınarak; sâlih ve sâdıklardan feyz almalı, seminer vb. sosyal etkinliklerle kendimizi geliştirmeliyiz. Egzersizler, gevşeme teknikleri, kendimize has ilmî, sportif ve sanat faaliyetleri bizi onaracak, tekrar hayata döndürecektir.

Ayrıca fizîken yalnız kalmak da mühim bir ihtiyaçtır. Bunu derken; tv, radyo, internet vs. ile değil; sadece iç sesimizle başbaşa kalmayı, kendimizi tanımayı, tahlil etmeyi, hayatın muhâsebesini yapmayı kastediyorum. Böylesi zaman dilimlerini mutlaka bulmalı; eşimizin de yalnız kalma isteğini desteklemeliyiz.

“-Ne olacak canım, ben yabancı mıyım, yoksa benimle paylaşamadığın problemlerin mi var?” benzeri şüphelere kapılmak yerine, bunun herkes için zarurî bir durum olduğunun farkında olmalıyız.

Ayrıca hanım ve bey olarak; kendilerinden müspet yönde tesir aldıkları hemcinsleriyle zaman zaman bir araya gelmeli, eşler birbirinin sosyal yönünü desteklemelidirler. Sosyal yön demişken, bunun da en güzel misalini, yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında görmek mümkün... O, hanımlarını, pekâlâ geride bırakması mümkünken savaşlara bile yanında götürmüş, bazen mühim mevzûlarda kendileriyle istişare ederek onların görüşlerini uygulamaya koymuş bir liderdir.

Hâsılı; hem şarj, hem deşarj olmak için başvurulabilecek teknik ve yöntemlerden istifade ederek “âhiret hayatımızın tarlası” olan dünyamızı mâmur etmenin yollarını aramalıyız. Namazlarda sünnet gereği okuduğumuz; “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik-güzellik ver, âhirette de iyilik-güzellik ver.” (el-Bakara, 201) âyetinde de Cenâb-ı Hak, bu hususa dikkat çekmiştir.

Madden ve mânen iyi olmak için çalışmak da bir ibadettir. Hedeften sapmadan, ifrata düşüp gayeyi unutmadan gösterdiğimiz her çaba, amellerimizin de kalitesini yükseltecektir inşâallah..

 

d- Birlikte Olunan Zamanların Kalitesini Artırmak

Gerek çocuklarla, gerekse baş başa; âilece birlikte olunan zamanların vasıf ve kalitesinin artırılması için işbirliği yapılmalıdır. “Vasıflı beraberlik” konulu okumalar yapılabilir bunun için… Çünkü fizîken aynı ortamda; ama rûhen ayrı dünyalarda oluş, günümüzün en büyük problemlerinden biri gerçekten… Âile içi meselelerin, beklentilerin masaya yatırıldığı toplantılar, tatlı sohbetler, çoğunlukla mâzide kalan bir hâtıradan ibaret olmamalı… Annem, radyonun bile yaygın olmadığı zamanlarda, annesinin hoş sohbetlerle süsleyerek okuduğu “Ahmediyye, Muhammediyye” türü kitaplardan aldığı hazzı unutamadığını hâlâ yâd eder meselâ…

Herkesin çeşitli streslerle yüklü, yorgun döndüğü evin, bu durumu izâle edici bir misyonu var aslında… Bunun için, güler yüz, tatlı dil, hoşgörü, yakın alâka, birinci ve olmazsa olmaz ilâçlar… Hâfızayı, kelime hazinesini, dikkati geliştirici, deşarj edici oyun ve faaliyetler de evde hoş ve güzel bir hava estirebilir.

 

e- Jest Yapmayı İhmal Etmemek

Kişi, eşinin yetiştiği çevreyi de göz önünde bulundurarak mâkul, meşrû ve muhtemel beklentilerini tahmin etmelidir. Meselâ rahatsızlandığında, onunla yakından ilgilenip başucunda bulunarak, öncelikle en büyük ihtiyaç olan varlığını hediye etmek; bunun yanında minik hediyelerle ona moral kaynağı olmak gerekir.

Eğer kişinin birinci sevgi dili, “hediye” ise, bu, daha da büyük bir önem arz etmektedir. “İnsan, ihsâna mağluptur.” demiş büyüklerimiz… Çiçek, vs. gibi hediyeler için illâ ki bir hastalık veya özel gün beklememek gerek... Hatta hediyenin satın alınan türden olması da bir zarûret değil; güzel bir söz, ona özel bir sürpriz, çoğu zaman parayla alınanlardan daha kıymetlidir. Pek çok güzelliğin ayrıntılarda gizli olduğunu hatırdan çıkarmadığımızda ve eşimizi tanıdığımız nispette yapabileceklerimizi çoğaltabiliriz.

Eşimizi tanımak demişken, bir haber programına vs. kendimizi verdiğimiz kadar eşimizle, bütün ilgimizi ona odaklayarak ilgilendiğimizde, hakkında yeni yeni şeyler öğrenmeye devam ettiğimizi müşâhede edebiliriz. Evliliğimizin kaçıncı yılında olursak olalım; “Artık yeterince tanıdım, bilmediğim bir özelliği kalmadı!..” benzeri fikirlere sahip olmaktan kaçınmalıyız. İçinde bulunulan ortam, yaş faktörü, tecrübeler, kişiyi sürekli bir değişime tâbî tuttuğuna göre, hayat arkadaşımızı tanımaya devam etmeliyiz, bir ömür… Böylelikle onun rûhî çalkantı ve ihtiyaçlarını daha iyi sezip yardımcı olmak, Allâh’ın yardımıyla mümkün olabilir.

Rabbimiz, muhabbeti “ilk günkü gibi” muhafaza edebilen İslâm yuvalarının sayılarını çoğaltsın. Âmin.

PAYLAŞ:                

Didar Meltem Erdem

Didar Meltem Erdem

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle