Fazla Söze Ne Hacet

İnsan, bir sözle yeryüzünün halifeliğini devralmış; “Âdem” olmuştur. Ruhlar âleminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ifâdesine verilen “Belâ/Evet, Rabbimizsin.” cevabı, beşeri, yaratılmışların en şereflisi kılmıştır. (Bkz: el-A’râf, 172)

Konuşabilmek, insanın en önemli özelliklerinden biridir. Söz söylemek, merâm ifade etmek; bir sorumluluk ve bir ehliyet taşımaktır aynı zamanda... Ağızdan çıkan her söz, kişiyi tanıtan kartviziti hükmündedir. “Testi, içindekini sızdırır.” vecizesi mûcibince kişi, aldığı eğitim, yaşadığı sosyal çevre, edindiği kültür ve tecrübeler neticesinde kendisinde var olanı, sözleriyle ortaya koyar. Büyüklerimiz bu vesileyle “az, ama öz” söylerler, öğrencilerine de “Söz dinleyen âlim, susan sâlim olur!” diye öğüt verirlerdi.

 Yaratılan her şey muhafaza edildiği gibi söylenen bütün sözler de kaydedilmektedir. Dolayısıyla insanın söylemiş olduğu bir söz, insandan çok daha uzun ömürlü olmaktadır. Bu vesileyle İmam Ahmed bin Hanbel -Allah ondan râzı olsun- ölüm anı yaklaştığı sırada inleyişlerinin yazıldığını duymuş ve rûhunu teslim edene kadar inlemesini tutup susmuştur. Atalarımız da:

“Dil ederse istirahat, kalp eder rahat.” ve “Çok konuşan gaf eder, vakti israf eder.” demişlerdir.

 

Güzel Söz Söylemek

Âlemlerin Rabbi, “güzel sözü, kökü yerin derinliklerinde sâbit, dalları ise göğe doğru yükselmiş, Rabbinin izniyle her dâim meyve veren bir ağaca”[1] benzetir. Allah ve Rasûlü’nün rızâsına uygun, selâm, selâmet ve hayır olan bütün sözler, dalları cennette her dâim meyve veren ağaç gibi bereketli, “sâlih amel” kabul edilir.

Elden ele, dilden dile aktarıldığı, faydalanıldığı müddetçe sözün sahibi kazançlı olur. Âlemlerin Rabbi:

“Güzel, yapıcı bir söz, bir bağışlama, ardından bir eziyet gelen sadakadan daha üstündür…” (el-Bakara, 263) buyurmuştur.

Ebû Şüreyh -Allah ondan râzı olsun- anlatır:

Bir gün Allah Rasûlü’ne:

“-Yâ Rasûlallah! Beni cennete götürecek bir ameli bana öğret.” dedim. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

 “-Cennet’e götürecek amel, Allah tarafından bağışlanmaktır. Bağışlanmanın sebepleri de bolca selâm vermek ve güzel konuşmaktır.”[2] buyurdu.

Az olan, her zaman değerlidir. Çok olanın kıymeti pek fazla görülmez. Sözler de öyledir. Ağızdan ne kadar az söz çıkarsa, o kadar mûteber olur, dikkatle dinlenir.

Hazret-i Lokman’a:

“-Bu makama nasıl yükseldin?” diye sorulduğunda:

“-Doğru konuşmak, emanete riayet etmek ve faydasız sözleri terk etmekle…” diye cevap vermiştir.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise; “Kişinin boş ve lüzumsuz işleri/sözleri terk etmesi, müslümanlığının güzelliğindendir.” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 11)

Bir kimsedeki yaşanan, uygulanan ve var olan müslümanlığın güzelliği, demek ki, mâlâyânîyi, yani dünya ve âhirete faydası olmayan boş şeyleri terk etmesinde saklıymış. Ve yine her insanın, tatbik ettiği dînî prensipler, yaşadığı dînî hayat, “o kişinin İslamiyet’i”ni oluşturuyor. O hâlde hepimiz; İslâmiyet’imizi de geliştirip güzelleştirmek zorundayız. Modern zamanlarda sahip olduklarımızın güzel olmaları için verdiğimiz çabalar, ödediğimiz bedeller, onların güzelliğinin emâresi olduğu gibi; gönüllerimizde yaşanan hayatımıza akseden İslâm, bizim müslümanlığımızın güzelliği olmaktadır.

Câbir bin Semûre -radıyallâhu anh- Hazretlerine,

“-Rasûlullah ile sohbet eder miydin?” diye sorulduğunda:

“-Evet, fakat o çok az konuşurdu.” diye cevap vermiştir. (Hadislerle Müslümanlık, c: 3)

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- da şöyle demiştir:

“Konuşmasını öğrendiğiniz gibi susmasını da öğrenin. Çünkü susmak büyük bir akıllılıktır. Konuşmaktan çok dinlemeye çalış, seni ilgilendirmeyen hususlarda konuşma.”

Şair, dilin insanın başına açtığı dertleri iki mısrâda özetlemiştir:

“Sana senden olur, her ne olursa,

Başın selâmet bulur, dilin durursa…”

Nitekim gereksiz yere çok konuşan çok hata eder, çok hata eden kalp katılaşır. Dilin sükûtu, kalbin huzuruna; kalbin huzuru da, Rabbin mağfiretine sebep olmaktadır. Hikmet ehli buyurur:

“Dil yırtıcı bir hayvan gibidir. Serbest bırakılırsa sahibini parçalar. Sükût eden hataya düşmekten, yalandan, dedikodudan, söz taşımaktan, kendini övmekten, boş konuşmaktan ve daha birçok âfetten kurtulur.”

Hadîs-i şerifte buyrulduğu üzere, “Mü’min, diğer mü’minlerin elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir…” (Buhârî, Îman, 4-5; Müslim, Îman, 64-65) Muhataba verilen zarar, affı sadece “helâlleşme” ile mümkün olan “kul hakkı”na sebep olur. Dilin verdiği acı ve tahribat ise, birçok zaman kılıç yarasından daha fazladır. Bu vesile ile Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“…Allâh’a ve âhiret gününe inanan kimse, ya hayır söylesin yahut sussun.” buyurmuştur. (Buhârî, Nikâh, 80; Müslim, Îman, 74-75)

Uhud Harbi’nde şehid olan gencin annesi, oğlunu kanlar içinde görünce; “Oğlum sana cennet müjde olsun!” deyince Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Ne biliyorsun, belki boş sözler konuşmuştur.”[3] buyurmuştur. Sırf bu hadîs-i şerîf bile, insanın konuştuklarının, onun uhrevî mertebesine dahî tesir ettiğini göstermektedir.

Hazret-i Ali’nin -Allah ondan râzı olsun- şu tavsiyeleri, her dâim hatırda tutulmalıdır:

“Dil, bedenin denge organıdır. Dil doğru olursa, diğer organlar da doğru olur. Dil bozulduğu zaman diğer organlar da bozulur. Kendini gizle, az konuş ki, selâmette olasın. Sırrını söyleme dostuna; dostunun da dostu vardır, o da söyler dostuna.”

 Son sözü, Yusuf Has Hâcib’in 11. yüzyılda “mutluluk veren bilgi” mânâsına gelen “Kutadgu Bilig” eserindeki nasihatlerine bırakalım;

“Dilini iyi gözet, başın gözetilmiş olur. Sözünü kısa kes, ömrün uzun olur. İnsan iki şey ile kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır: Biri iyi iş, diğeri iyi söz… Kendine ölümsüz bir hayat dilersen, ey hakîm, işin ve sözün iyi olsun!..”

 

[1] Bkz: İbrahim 24, 25.

[2] Mecmau’z-Zevâid, Kitâbu’l-Edeb 8/29.

[3] Tirmizî

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle