Sen Sus, Melekler Konuşsun!

“…Ya hayır söyle, ya da sus!” (Buhârî, Nikâh, 80; Müslim, Îman, 74-75) diye buyurdu En Sevgili…

Susmak, birçok peygamberin ibadetiydi.

Hazret-i Zekeriyya -aleyhisselâm- üç gün susma orucu ile kavuştu yaşlı hâlinde Yahyâ’sına...

Zekeriyya -aleyhisselâm-’ın şahsında, Rabbimiz, “Dileğinizi, bağırıp çağırıp isyan ederek, dertleri çözmekten âciz insanlara anlatarak, kısacası kaybederek istemeyin Ben’den… Susun ve sadece Bana dönün, sadece Ben’den isteyin!.. Sessizce, şov yapmadan…” diyor bizlere…

Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- azgın kavmine peltek dili ile peygamber olarak vazifelendirilmişti. Duâ ve inşirâh sırrı ile çözüldü dili... Dili açılıp çözüldükçe Mûsâ -aleyhisselâm- en beliğ şekilde konuşmalar yapmaya başladı. Her bir hutbesi insanların gönüllerini mest ediyordu. Bir gün ümmetinden biri o güzel üslubuna hayran kalarak:

“-Ey Rabbimin kendisi ile konuştuğu Kelîm Peygamber! Ey ilim ve söz hazinesi Mûsâ! Var mı senden daha âlimi, var mı senden daha beliğ konuşanı?!” diye sordu.

Musa -aleyhisselâm- ya “Bilmiyorum!” dedi bu soruya cevap olarak veyahut “Yok!” dedi. Dedi, ama dediğine pişman oldu. Sonuçta ilmi veren de konuşmasına tesiri koyan da Allah’dı. Bu pişmanlık, imtihanın gelmesini engelleyemedi. Hızır’a talebe oldu, ülü’l-azm peygamber Hazret-i Mûsâ… Allah ile konuşan Kelîm Peygamber, şeriat getirmiş Peygamber; şimdi Hızır ile susmanın bereketini, teslimiyetin hikmetini öğrenecekti. Ama susup teslim olabilirse tabiî..

Gemiye binildi. Hızır -aleyhisselâm- geminin en alt katına inip başladı gemiyi delmeye… Mûsâ -aleyhisselâm- dayanamadı:

“-Ne yapıyorsun? Kimse bizi gemisine almak istemezken bize iyilik edip gemilerine alan bu kimselerin malına neden zarar veriyorsun?” dedi. Hızır -aleyhisselâm- başını kaldırdı:

“-Bu ayrı bir ilim… Sen benimle bulunmaya, soru sormadan teslim olmaya sabredemezsin, dememiş miydim?!” diye karşılık verdi.

Mûsâ -aleyhisselâm- büyük bir pişmanlıkla:

“-Tamam, tamam, sustum. Bundan sonra göreceksin, soru sormayacağım. Karışmayacağım ve sabredeceğim!” dedi.

Kendilerine güler yüz göstermeyen bir köyün, yıkılmak üzere olan bahçe duvarını örmeye başladıklarında da dayanamadı, Hazret-i Mûsâ ve “Neden?” dedi.

Nihayet Hazret-i Hızır, arkadaşlarıyla oynayıp durmakta olan masum bir çocuğu öldürünce de duramadı Hazret-i Mûsâ!.. “Sen nasıl olur da mâsum bir cana kıyarsın?!” diye hayretler içinde kaldı.

Hep konuştu Hazret-i Mûsâ… “Neden?” dedi. Meselenin arka planını, gerekçesini anlamaya çalıştı. Merak diline yansıdı, sorulara dönüştü. “Neden?” dedikçe ve konuştukça sırlar âleminin “ledün” anahtarı, kayıp gitti parmaklarından…

 Allah Teâlâ aslında hepimize Mûsâ -aleyhisselâm-’ın imtihanı vesilesi ile bir mesaj yolluyordu. “Çok konuşma! Konuştukça hikmetten nasibin azalır!” diyordu âdeta...

* * *

Hazret-i Meryem, Kur’ân-ı Kerîm’de “İffetli Meryem” diye övülen afîfe… Kucağına alınca babasız Îsa’sını, herkes konuşuyor, hakaret ediyor, itip kakıyordu onu... Ama o susuyordu. Çünkü Rabbi, o sükût orucunu devam ettirebilirse, ilâhî mûcizesini gösterecekti. Her türlü hakarete rağmen sustu ve yürüdü. Şehrin meydanına gelince artan hakaretlerle gözlerinden dökülen yaşlara bir türlü engel olamıyordu. “Keşke şu anları görmeseydim, keşke hiç var olmasaydım!..” deyip duruyordu içinden… Nihayet ilâhî ferman gereği, kucağındaki bebeği işaret etti ve sustu. Herkes:

“-Biz, bebekle mi konuşacakmışız?! Yeni doğmuş bir bebek konuşur muymuş?!” dediklerinde, dile geldi Hazret-i Îsa… Kendisinin peygamber olacağını, annesinin mâsumiyetini haykırdı, tıkanmış kulaklara, mühürlenmiş kalplere…

* * *

Hazret-i Âişe… “Allâh’ın Sevgilisi’nin sevgilisi” Âişetü’s-Sıddîka... İfk hadisesinde iftiraların en fecisi atılınca, sustu ve ağladı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de en sevdiği, en pâk zevcesine atılan bu iftira karşısında sustu ve bekledi. Cebrâil -aleyhisselâm bir ay boyunca vahiy getirmedi. Herkes, yer-gök susmuştu; kanatlanıp uçan iftira ve dedikodular furyasında… Peygamber sustu, Hazret-i Âişe sustu, Hazret-i Ebûbekir ve âilesi sustu. Peygamber Efendimizin dilinden, sıradan bir beşerin, bir âile reisinin şu mâsumâne sözleri döküldü sadece:

“-Ben hanımım ve ismi anılan o şahıs hakkında, hayırdan başka bir şey düşünmüyorum!” dedi.

Hazret-i Âişe Annemizin en çetin rakibi, Hazret-i Zeynep binti Cahş’a bu mesele soruldu:

“-Ne dersin Âişe hakkında… Sence de böyle bir hataya düşmüş müdür?!”

Şeytan, Hazret-i Zeyneb’in damarlarında gezmeye çalıştı. Şimdi tam fırsatı idi, Hazret-i Âişe’ye vurmanın… Fakat olmadı. Hazret-i Zeyneb, umduğu gibi çıkmadı ve haksızlık karşısında susmadı. Tek bir cümle söyledi, bütün câhilâne konuşmaları kesip attı:

“-Ben gözümle görmediğim, kulağımla bizzat işitmediğim bir hususta hayır düşünür ve hayır konuşurum. Kardeşim Âişe, tertemiz bir müslümandır ve müslüman olan böyle bir şey yapmaz.”

Bunları söyledi ve sustu. Zaten câhile verilecek en güzel cevap, susmaktı.

Hazret-i Âişe annemiz ağladı, ağladı ve o ânki duygularını şöyle kelimelere döktü:

“-Desem ki yaptım, hemen inanırsınız. Yapmadım diyecek olsam, inanmazsınız! Ben hâlimi Allah’a arz ediyorum!” dedi ve sustu.

O susunca Allah, vahyi aracılığı ile konuştu. On âyetle temize çıkardı Âişe Annemizi… “Sübhan” esmâsı ile başlayan âyetlerle kıyamete kadar Âişe Annemize uzanacak dilleri susturdu.

“İftira atılsa da sus!” diyor Allah Teâlâ… “Sen susar ve bana sığınırsan, ben konuşurum ve temize çıkarırım. Konuşmak, çarşaf çarşaf delillerle isbata çalışmak, suçlunun sığınağıdır!..” diyor âdeta...

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, “ikinin ikincisi”, Peygamber Efendimizin dostluk incisi; oturuyor En Sevdiği ile... Yanlarına gelen câhil bedevî ağzını açıyor ve kusuyor, bütün kin ve nefretini, her türlü hakaretini... Susuyor Hazret-i Ebûbekir, susuyor Nebîler nebîsi!.. Bir müddet sabrediyor Hazret-i Ebûbekir, sonunda dayanamayıp cevap veriyor. O cevap verir vermez kalkıyor Nebî -aleyhisselâm-, uzaklaşıyor o meclisten.. Hazret-i Ebûbekir anlıyor bir hata yaptığını, koşuyor peşinden; soruyor neden uzaklaştığını... Efendimiz:

“-Sen susarken melekler cevap veriyordu senin adına... Ama sen konuştun, melekler sustu. Meleklerin hoşlanmayıp sustuğu mekânda ben de durmak istemedim!” buyuruyor.

Melekler, cedelin, iftiranın, çirkin sözün sahibine söylediklerini iâde ediyorken konuşma ve kaybetme yüreğindeki zerâfet cevherini!.. Çirkinleşip inme câhilin seviyesine... Unutma! “En bed ses, merkebin sesi!” diyerek uyarıyor Lokman Hakîm…

En güzel ses ise, Kur’ân sesi... Onu da “Dinle!..” buyuruyor Rabbü’l-âlemîn… Ama “Konuşmadan, sessizce susup dinle!..” Aksın içine kevser kevser feyiz pınarları…

Ey Rabbim; konuşmayı sevdirdiğin gibi susmayı da sevdir, hattâ konuşmaktan daha ziyade sevdir… Nefsi dara düştüğünde konuşup, yalana sarılmaktan, mâlâyanî ile coşup gaflet çukuruna dalmaktan muhafaza eyle!

İslâm adına coşmayı, kıtalar aşıp îlâ-yı kelimetullah uğruna, sadece hayır ve hakikat için konuşmayı nasip eyle!

Ey Rabbim! Konuşken “ahsinû!” sırrına bürünmeyi, susunca Ledün âlemine süzülmeyi nasip eyle! Âmin.

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle