Peygamberimiz Kur’ân’ı Nasıl Okurdu

Hemen her akşam, yatsı namazını müteâkiben okunan Bakara Sûresi’nin son iki âyeti, yani “Âmenerrasûlü…”

Hiç mânâsına dikkat ettik mi, acaba?

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene îman etti, mü’minler de (îman ettiler)… Her biri Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine îman ettiler…” (el-Bakara, 285)

Âyetler devam ediyor. Buradaki vurgu çok önemli… Peygamber Efendimiz, anlatacağı esaslara, Allâh’ın kendisine indirdiklerine önce kendisi îman ediyor. Yani Allâh’a îman ediyor, kendisinin peygamber olduğuna, kendisinden önce pek çok peygamberler geldiğine, kendisine verilen Kur’ân’a ve kendisinden önceki peygamberlere verilen kitaplara ve âhiret gününe…

İnanmadan, sahiplenmeden, gönlünde hiçbir tereddüt ve şüphe kalmadan, tebliğ etmek mümkün değil!.. Elbette insan muhataplarına inanmadığı şeyleri de söyleyebilir, ama karşısındaki insanı inandıramaz. O yüzden Peygamber Efendimiz, önce inandı, sonra tebliğ etti; insanlar da inandılar ve mü’min oldular.

Kendisi “daha önceden kitap nedir, îman nedir bilmeyen” bir insan, nasıl oldu da Allâh’a “inananların ilki” oldu? Onu diğer insanlar arasından farklı kılan süreç, Hira Mağarası’nda başladı. İlk defa Cebrail -aleyhisselâm- ile orada karşılaştı. İlk vahyin lezzetini ve dehşetini orada tattı.

Bu sebeple Kur’ân’ın vahyedilmeye başlaması ile Peygamberimizin ve insanlığın tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Karanlıktan aydınlığa, zulumâttan nûra, câhiliyeden İslâm ahlâk ve adâletine doğru yepyeni bir dönem…

Bütün insanlığın tarihini ve talihini değiştiren Kur’ân ile Peygamber Efendimiz arasında nasıl bir muhabbet vardır? Peygamber Efendimiz, “Ben okuma bilmem!” diyerek başladığı bu risâlet vazifesinin 23 senelik müddeti içinde Kur’ân’ı nasıl okumuştur? Ashâb-ı Kiram, Peygamber Efendimizin Kur’ân-ı Kerim ile münâsebetlerinde nelere şâhit olmuşlardır?

 

Kur’ân’ı İlk Okuyan O idi

Kur’ân-ı Kerim, ilk olarak O’na nâzil olmuştu. Billur gibi akan bu pınardan bir damlasını zâyi etmeden kana kana içmek için insanüstü bir gayretle çırpınmaya başladı. Allah Teâlâ, Habibi’ni teskin ve tesellî etti:

(Rasûlüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kıpırdatma. Şüphesiz onu toplamak (senin kalbinde yerleştirmek) ve onu okutmak bize âittir. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu tâkip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize âittir.” (el-Kıyâme, 16-19)

“Sana Kur’ân’ı okutacağız; artık Allâh’ın dilediği hâriç, sen hiç unutmayacaksın. Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni bilir.” (el-A’lâ, 6-7)

 

Geceleyin Kur’ân Oku!

Yine ilk inen âyetler arasında zikredilen Müzzemmil Sûresi, Kur’ân’ın mâhiyeti ve Peygamberimizin onu nasıl okuması gerektiği hakkında şu bilgileri verir:

“Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Birazı hâriç, geceleri kalk, namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut biraz azalt ya da çoğalt ve Kur’ân’ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı, (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir âhenge ve sağlam bir kırata daha elverişlidir. Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet vardır. Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O’na yönel.” (el-Müzzemmil, 1-8)

Demek ki, Kur’ân’ı okumak ve o ağır yükü taşımak için gece kalkmak, gecenin yarısı kadar namaz kılmak şart…

Geceleri, kıraat için en elverişli zaman… Meşguliyetin olmadığı, günlük telâşenin dışında, Rabbiyle baş başa kalacağı an… Kulun Rabbiyle hasbihâl edeceği, secde ile O’na yükseleceği, her an huzurda olacağı…

Ve Kur’ân’ı tane tane (tertil üzere) okumak… Acele etmeden… Usanmadan… Doya doya, duya duya

Bu âyetin, Peygamber Efendimizin hayatında nasıl tatbik edildiğine dair çok güzel bir misâl… Abdullah bin Ömer, Hazret-i Âişe’ye gelip:

“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den gördüğün şeylerin en acâyibini bana haber ver!..” demişti.

Hazret-i Âişe, uzun müddet ağladıktan sonra:

“–O’nun her işi acâyipti. (İnsanı hayrete düşürürdü.) Bir gece bana geldi, yorganıma girip yanıma sokuldu; öyle ki, teni, tenime değmişti. Sonra:

«–Yâ Âişe!.. Bu gece Rabbime ibâdet etmem için bana izin verir misin?» diye sordu.

«–Yâ Rasûlallâh!.. Ben Senin yakınlığını da, gönlünün arzusunu da severim, izinlisin.» dedim.

Kalktı, odadaki su kırbasına vardı. Az bir su ile abdest aldı. Sonra namaza durdu. Kur’ân okurken ağlıyordu, sonra iki elini kaldırdı, yine ağlıyordu. Hatta gözyaşlarının yere döküldüğünü, yeri ıslattığını gördüm. Sonra kendisini sabah namazına kaldırmak için Bilâl geldi. O’nu ağlarken görünce:

«–Yâ Rasûlallâh!» dedi. «Allah, Senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret ettiği hâlde mi ağlıyorsun?» diye sordu.

«–Yâ Bilal!.. Şükreden bir kul olmayayım mı? Allah Teâlâ, bu gece, “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde şüphesiz âyetler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzere yatarken Allâh’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler.” (Âl-i İmrân, 189) âyetlerini indirdi. Nasıl ağlamayayım?!..»

Sonra şöyle dedi:

«–Bu âyetleri okuyup da düşünmeyenlerin vay hâline!..»”[1]

 

O, Kur’ân Okuyunca

Peygamber Efendimiz, vahyin ilk günlerinde Kur’ân kendisine nâzil oldukça lâhûtî âlemlere girmiş, tatlı bir vecd ve istiğrak hâli içinde vahyin lezzetini en derinlerine kadar hissetmiştir. En yakınlarına İslâm’ı anlatırken önce Kur’ân okumuş, kısaca İslâm’ı anlatmış ve tekrar uzun uzun Kur’ân okumuştur. İnsanların kalplerini Kur’ân âyetleri ile fethetmiştir. En akıllısından en kültürlüsüne, en cin fikirlisinden en katı kalplisine insanlar, kendilerini âdeta Kur’ân’ın büyüsüne kaptırmışlar. Siyer kitaplarında nakledildiğine göre, Ebû Süfyan, Ebû Cehil ve Ahnes gibi azılı kâfirler bile gece yarıları, birbirinden habersiz, gizlice hâne-i saadete giderler, pencerelerinden Kur’ân’ı dinlemek için birbiriyle yarışırlardı. Peygamberimizin evinin çevresinde birbirleriyle karşılaştıklarında:

“-Aman, kimseye kötü örnek olmayalım. Bir daha buraya gelmeyelim!..” diye sözleşirler, fakat ertesi gece yine Kur’ân tilâvetinin câzibesine meftun olarak Peygamber’in hânesinin etrafında buluşurlardı.

Bu öyle bir Kur’ân kıraatı idi ki, en derinlerden geliyor ve inkârda inad edenlerin bile ruhunu alt üst ediyorlardı. Peygamber Efendimizin ve Müslümanların Kur’ân okuyuşunu duymamak için kulaklarını tıkadılar, Kur’ân okunurken gürültü yaptılar, Kur’ân okuyan Hazret-i Ebûbekir ve emsâli kimseleri şehirden uzaklaştırdılar. Ancak Kur’ân’ın gönülleri fetheden tesirini kıramadılar.

Müşrikler bu kadar etkilenirken, Müslümanlar farklı mıydı? Cübeyr bin Mut’im anlatıyor:

“Bir akşam namazında, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Tûr Sûresi’ni okuduğunu işittim. Okurken sıra:

«Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar. Yahut Rabbinin hazineleri, onların yanında mıdır? Ya da her şeye hâkim olan kendileri midir?» (et-Tûr, 35-38) (meâlindeki) âyetlere gelmişti. Hayranlığımdan kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.”

Peygamberimiz, Kur’ân âyetlerini okurken mânâlarına yeri geldikçe Allâh’ın rahmetini diler, bazen Allâh’a sığınır, bazen de Rabbini tesbih ederdi. Hazret-i Huzeyfe, Peygamberimizin bu hâlini şöyle anlatıyor:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellemü gece namazını kıldı. Namazdaki okuyuşunda bir rahmet âyeti geçtiği zaman Allah’tan rahmet dilerdi, bir azab âyeti geçtiği zaman da Allâh’ sığınırdı. Allâh’ın noksanlıklardan uzak ve temiz olduğundan bahseden bir yet geçtiği zaman da Allâh’ı tesbih ederdi.”

Bazı âyetleri okurken, peşinden duâ edilmesi gerekiyorsa duâ eder, bir soru sorulmuş ve cevap verilmesi gerekiyorsa, cevab verirdi. Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Sizden kim, Tîn sûresini okursa, son âyeti olan «Allah hâkimler hâkim değil mi?» (et- Tîn, 8) âyetine gelince:

«Belâ ve ene mine’ş-şâhidîn: Evet, ben de buna şâhitlik edenlerdenim!» desin.”

Kim de Kıyâme Sûresi’nin son âyetindeki, «Bütün bunları yapan Allah, ölüleri tekrar diriltmeye kadir değil midir?» âyetini okursa, “Belâ ve izzeti Rabbinâ: Rabbimin izzetine and olsun, evet, kadirdir, gücü yeter!” desin.

Kim de Mürselât sûresini okursa, en sonundaki «Artık bundan sonra onlar hangi söze inanacak.» (el-Mürselât, 50) âyetini tamamlarsa, “Âmennâ billâhi Teâlâ: Allah Teâlâ’ya inandık.” desin.”

Peygamber Efendimiz, Kur’ân-ı Kerîm okurken hüzünle okur ve böyle okunmasını tavsiye ederdi:

“Kur’ân-ı Kerim okurken ağlayın. Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi yapın.”

Allah Rasûlü, kendisi her fırsatta Kur’ân-ı Kerim okurken ashâbın kiramdan Kur’ân-ı Kerim’i güzel okuyanları dinlemekten de büyük haz almıştır. Bu hususta pek çok hadîs-i şerif rivâyet edilmiştir.

Peygamber Efendimiz, gece namazı esnasında ve günlük beş vakit namazda okuduğu Kur’ân-ı Kerim’ler dışında her gün “hizb”ler edinmiş ve aksatmadan onları okumaktaydı. Ayrıca her yıl, Ramazan ayında, mescidde, ashâbının da iştirâkiyle o âna kadar nâzil olan âyetleri birbirlerine okurlardı. Vefât edeceği yıl, Cebrail ile bu buluşmalarında Kur’ân’ı baştan sona iki defa mukabele etmişlerdi.

Cenâb-ı Hak, Habibi’nin Kur’ân aşk ve muhabbetinden bizim gönüllerimiz de tutuştursun. Onun gibi gece yarıları, sabahlara kadar Kur’ân’ı hissederek okuyan, namazlardaki tilâvetleriyle insanları Allâh’a yaklaştıran kullarından eylesin. Âmin.

 

[1] Hak Dini, Kur’ân Dili, c: II, sh:1256.

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle