Hangi Meâl, Hangi Tefsir?

Bütün samimiyetimizle Kur’ân-ı Kerim’i anlamak istiyoruz. Bir kitapçıya veya yayınevine gittik, önümüzde onlarca tefsir, neredeyse yüzlerce meâl seçeneği var. Ne yapmalı, hangisine karar vermeli? Artıları, eksileri nelerdir? Önce tefsir mi okuyalım, yoksa meâl mi? Eğer meâl veya tefsir alıp okuyacaksak hangisinden başlayalım?

 

İdeal Tefsir, İdeal Meâl

Öncelikle şunu peşinen kabul etmek gerekir: Kur’ân, Allah kelâmı ve onda herhangi bir eksiklik, noksanlık ve hata yok… Ama bütün meâl ve tefsirler, insan elinden çıkma… Dolayısıyla ne kadar mükemmel olursa olsun, meâl ve tefsirlerin hepsinde “insan payı”nı her zaman göz önünde bulundurmak lâzım… Beşer, şaşar. O hâlde meâl ve tefsirlerdeki eksik ve yanlışlar da, -hâşâ- Allâh’ın gönderdiği kitabın eksikliğinden değil, insanların acz ve zaaflarından kaynaklanıyor. Dolayısıyla “mükemmel, hatasız, eksiksiz, dört dörtlük” bir tefsir veya meâl bulmak mümkün değil… Öyleyse biz hangisine müracaat edeceğiz ve hangilerini, nasıl okuyacağız?

Piyasada pek çok tefsir ve meâl olduğunu belirtmiştik. Biz, öncelikle tefsirler hakkında birkaç ana başlıkla bilgi verelim, sonra kitaplar üzerinden tanıtıma geçelim:

 

Tefsir İhtiyacı

Kur’ân-ı Kerim, öncelikle Mekke ve Medine’ye, yani Arapça konuşan bir topluma ve Arapça olarak indirildiği hâlde, ashâb-ı kiramın, nâzil olan âyetlerle ilgili birtakım soruları olmuştu. Bu soruların bir kısmı, Kur’ân’ın o konuda ne demek istediğini tam olarak anlamamaktan kaynaklanıyordu. Meselâ oruç tutmaya niyet edenlerin “beyaz iplik, siyah iplikten ayrılana kadar yiyip içebileceklerini” bildiren âyet gelince, bir sahabî, ayağına bağladığı iki ipin renklerini birbirinden ayırt edene kadar sahuru uzatmıştı. Durum, Peygamber Efendimize intikal edince, o buradaki ipliklerin “tan yerindeki, gece-gündüz çizgileri” olduğunu açıklamış ve böylece bir yanlış anlamanın önüne geçmiştir.

Soruların diğer kısmı da kültür, anlayış ve bilgi farklılıkları sebebiyle bir kısmının anladığını, diğer bir kısmının anlayamamasından ortaya çıkıyordu.

Aslında bu, çok normaldi. Çünkü Kur’ân, bütün çağlara, bütün insanlara hitap eden ve muhataplarını, kendisinin bir benzerini meydana getirmekten âciz bırakan ilâhî bir kitaptı. Bazı âyetler, o günün kültür, anlayış ve bilgi seviyesiyle ve herkes tarafından anlaşılamayacak derecede gaybî hakikatler ihtivâ ediyordu. Bunların bir kısmı, günümüz bilim ve teknolojisi ile ortaya çıkarken bir kısmı da zamana ve gelişmelere bağlı olarak anlaşılabilecek birtakım gaybî haber ve işaretlerdir.

Saadet asrında, ashâb-ı kiram, Kur’ân ile ilgili bir soruları olduğunda veya günlük hayatlarında karşılaştıkları herhangi bir problemde öncelikle, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gidiyorlar ve meselelerini bir çırpıda halledebiliyorlardı. Çünkü o şâri-i sânî, yani ikinci şeriat koyucusu idi ve Allâh’ın, o âyetteki muradını en iyi anlayacak ve anlatacak kimse idi. Fakat Peygamber Efendimiz, tebliğ vazifesini hakkıyla îfa edip vefat ettikten sonra, ashâb-ı kiram, bir anda ne yapacaklarını bilemedi. Ve gerek hayatta karşılaştıkları problemlerle ilgili ve gerekse farklı kültürlerin İslâm’a girmesiyle meydana gelen zihin karışıklıklarını önlemek için dinin iki önemli kaynağını, yani Kur’ân’ı ve Sünnet’i toplamaya ve açıklamaya ağırlık verdiler.

İşte bu aşamada öncelikle Kur’ân-ı Kerim’in metni birleştirildi. Peygamberimizin sağlığında farklı malzemelere yazılan âyet ve sûreler, iki kapak arasında toplandı. Ardından bu âyetlerle ilgili Peygamber Efendimizin açıklamaları (ilk rivâyet tefsirleri) meydana getirildi. Bir taraftan da belli başlı hadis kaynakları derlendi, en sahih hadisler elendi ve “sahih”ler, “sünen”ler oluşturuldu.

 

Tefsir Çeşitleri

İşte ilk devirlerde ortaya konan ve daha çok âyetlerle ilgili Peygamber Efendimizin veya Ashâb-ı Kiram’ın söylediklerini bir araya getiren tefsirler (“rivâyet tefsirleri”), daha sonra ilmî ehliyeti olan insanlarca genişletildi. Onlar kendi çağlarına ve kültürlerine Kur’ân-ı Kerim’den reçeteler çıkarmak istediler. Bu devirden itibaren ortaya çıkan, rivâyetin yanı sıra ilmî, fikrî çabalarla ortaya konan tefsirlere de “dirâyet tefsirleri” adı verilir. Dolayısıyla içinde hadis veya ashâb-ı kiramın sözü dışında, tefsiri yazan kimsenin kendi görüş ve içtihatlarının bulunduğu bütün tefsirlere “dirâyet tefsiri” adı verilir.

Tefsir, hayata çözümler sunduğu için, tarihin gidişatı esnasında toplumların ve insanların yaşadığı değişimlerden etkilenmiştir. Zaman zaman fıkhî tefsirler, tasavvufî tefsirler öne çıkmış, bazen de ilmî ve edebî özellikleri ile Kur’ân’ın icazını ortaya koyan eserler yazılmıştır.

 

Günümüz Tefsirleri

İslâm dünyası, son iki yüz yıldır, çok büyük bir sarsıntı geçirdi. İlmî gelenekleri, müessese ve eğitim sistemleri alt üst oldu. Bundan en büyük payı alan ilimlerden birisi de Tefsir İlmi’dir. Çünkü İslâm’ı yıkmak isteyenlerin ilk hedefi Kur’ân-ı Kerim olduğu gibi, onu tekrar ihyâ etmek isteyenlerin ilk müracaat kaynağı da Kur’ân-ı Kerim’dir. Bu sebeple bazen iyi niyetle, bazen ise art niyetlerle Kur’ân-ı Kerim üzerinde pek çok çalışma yapılmıştır. Biz, burada bütün bu eserleri iyi ve kötü yönleriyle sıralama imkânına sahip değiliz. O yüzden en çok öne çıkan, en rahat ulaşılabilecek birkaç tefsir ve meâl hakkında tanıtıcı bilgiler vermekle yetineceğiz.

Öncelikle tefsir okumak, uzun süreli, emek, dikkat ve ilmî bir alt yapı isteyen bir gayrettir. Çünkü en kısa tefsirler bile üç-beş cildi geçmektedir. O yüzden bu iş için sessiz, sâkin ve verimli bir zaman ayırmalıdır. Gündüz telâşesinde, otobüste, arabada vb. yerlerde bu işe zihnî bir yoğunlaşma imkânı olmayan yerlerde tefsir okumaya çalışmak, yanlış okuyup anlamalara sebep olabilir. Günün belirli bir bölümünü, yarım saat veya bir saat civarında bu işe ayırmak gerekir ki, en azından bir âyet, baştan sona tefsiriyle okunabilsin.

 

Tavsiye Tefsirler

Türkiye’de matbû olarak pek çok yayınevi tefsir eserleri bastı. Bunlar içinde en mûteber olanı, Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin kaleme aldığı “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı tefsirdir. Bundan yaklaşık 70-80 yıl önce yazıldığı düşünüldüğünde nisbeten yeni bir tefsir sayılır. Türkçe yazılmış olması bir avantajdır. Ancak ilk yazıldığı dil ile okumak, günümüz gençliği için maalesef imkânsız hâle gelmiştir. Bu yüzden pek çok sadeleştirilmesi yapılmıştır. Bu sadeleştirmeler içinde özellikle Azim Dağıtım tarafından bir heyete (İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel ve Nedim Yılmaz) hazırlattırılan ve on cilt olarak yayınlanan esere rahatça ulaşılabilir.

Buna nisbetle çok daha yakın bir zamanda (2003) yayınlanmış olan bir tefsir de Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında çıkmıştır. “Kur’ân Yolu” isimli bu yeni tefsiri de Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfî Dönmez ve Sadreddin Gümüş gibi sahalarında uzman bir heyet hazırlamıştır. Bu eserin ilk baskısındaki birtakım hata ve eksikler, ikinci baskıda (2007) düzeltilmiştir. Beş ciltten oluştuğu için okunması daha kolaydır.

Bu iki Türkçe olarak hazırlanan tefsir dışında, Muhammed Ali Sabûnî’nin 7 cilt olarak tercüme edilen “Safvetü’t-Tefâsir”ini zikredebiliriz. O da kısa kısa açıklamalarla âyetlerin sebeb-i nüzulünü, edebî inceliklerini güzel ve sade bir üslupla incelemiştir.

Daha geniş bir tefsir okumak isteyen kimseler için “Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri” ismiyle Çağrı yayınları arasında neşredilen ve İbn-i Kesir’in rivâyet tefsirini, birçok dirâyet tefsirinden iktibaslarla zenginleştiren 16 ciltlik tefsiri zikredebiliriz.

İsmini sıkça duyduğumuz Mevdûdî’nin “Tefhîmu’l-Kur’ân” adlı yedi ciltlik tefsiri ile Seyyid Kutub’un bazen 10, bazen 16 ciltlik farklı baskıları bulunan “Fi Zılâli’l-Kur’ân” adlı tefsirleri de, tefsir ilmindeki muvaffakiyetlerinden ziyade toplumlarına getirdikleri bir hareket ve aksiyon ruhu sebebiyle Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Mevdûdî’nin birtakım uç görüşleri bir kenara bırakılırsa, tefsirindeki üsluptan ve tefsire getirdiği yeniliklerden istifade edilebilir.

Bunların dışında birtakım tasavvufî tefsirler de tercüme edilip yayınlanmıştır. Bunlar arasında bilhassa İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin “Rûhu’l-Beyân” adlı tefsiri, islâmî ilimlerde alt yapısı olan kimseler için tasavvufî/işârî tefsir ekolünde çok değerli bir eserdir.

Biz, tefsirle ilgili notlarımızı, şimdilik bu kadarla sınırlıyor ve meâller hakkında da birkaç not eklemek istiyoruz:

 

Tavsiye Meâller

Öncelikle tavsiye edeceğimiz meâl, Diyanet Vakfı Yayınları arasında çıkan ve Hayreddin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfî Dönmez, Mustafa Çağrıcı, Sadreddin Gümüş ve Ali Turgut tarafından hazırlanan meâldir. “Kur’ân-ı Kerim Açıklamalı Meâli” başlığı ile yayınlanan bu eser, hem âyetlere verdiği mânâlar, hem de âyetleri açıklamak üzere düştüğü notlarla çok güzel bir çalışmadır.

Hasan Basri Çantay’ın kısmen tefsir, kısmen de meâl şeklinde üç ciltlik “Kur’ân-ı Hakîm Meâl-i Kerîm” adlı eseri de takdire şâyân bir çalışmadır.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın meâli, tefsir çalışmasına nisbetle biraz daha zayıftır. Bunun sebebi de, bu çalışmanın hazırlandığı devirde, Kur’ân’ın tercümesi ile ibâdet etme furyasının başlamış olmasıdır. Muhtemelen Hamdi Yazır Efendi, çok daha fasih bir meâl yapabilecekken böyle bir fitne hareketinde kullanılmaması için, meâlinde veciz ifadelerden özellikle uzak durmuş görüntüsü vermektedir. Ama metne riâyet ve lisan sağlamlığı açısından Elmalılı meâli de tavsiye edilebilir.

Son devir yayınlanan meâller arasında, Suat Yıldırım’ın “Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli” de üslup, metne bağlılık ve verdiği ek bilgilerle değerli çalışmalardan bir tanesidir.

Meâlinde verdiği fıkhî bilgilerle istifadeyi arttıran Hamdi Döndüren’in “İnsanlığa Son Çağrı” adlı meâlini de zikretmeden geçmeyelim.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle