Nurbânû Vâlide Sultan

Nurbânû Vâlide Sultan, Sultan II. Selim’in eşi ve Sultan III. Murad Han’ın vâlidesi olup, hayırseverliği ile şöhret bulmuş Osmanlı kadınlarındandır. Üsküdar’ın Toptaşı ismiyle bilinen yüksekçe bir mevkiine, oldukça zengin müştemilâtlı bir külliye inşâ ettirmiştir. İnşâsı, 1570 senesinde başlayıp 1582 senesinde tamamlanan bu külliyenin mimarı Mimar Sinan’dır.

İlk yapıldığı senelerde “Vâlide Külliyesi ismiyle anılan, ancak daha sonra Üsküdar sahiline Yeni Vâlide Sultan Câmii’nin yapılmasının ardından “Valide-i Atîk (Eski Vâlide) Câmii ismiyle anılan bu eser, oldukça büyük ve çok amaçlı bir hayır eseri olarak karşımıza çıkmaktadır. Külliyenin müştemilâtında câmi, medrese, tekke, mahalle mektebi, dârülhadis, dârülkurrâ, imâret ve dârüşşifâ bulunmaktadır. Bu yapılar topluluğuna biraz mesafeli olarak yaptırılmış bulunan hamam ise, külliyenin masrafları için gelir getirmek maksadıyla binâ edilmiştir. Ancak bu hamamın geliri, yüzlerce insanın istifadesine açılmış bulunan bu külliyenin giderlerini tek başına karşılayamayacağından Nurbânû Vâlide Sultan, Rodos Adası’ndan, Alemdağ’a; Aydos Tepeleri’nden Üsküp’e; Bursa’dan, İpsala’ya ve daha bir çok yere uzanan geniş bir coğrafya içersinde muhtelif dükkânların, arazilerin, otlakların, fırınların ve sâir mülklerin gelirini bu külliyeye vakfetmiş bulunmaktadır.

Atik Vâlide Külliyesi’nin vakfiyesini incelediğimizde bu külliyeye tahsis edilmiş gelir zenginliğinin sebebini çok daha iyi anlamaktayız. Zira imâretteki ücretsiz yemek dağıtımının ve dârüşşifâdaki ücretsiz sağlık hizmetlerinin yanında, külliye içersinde vazife alan hizmetli sayısı ve bunlar için tespit edilmiş yevmiye miktarı karşısında hayrete düşmemek elde değildir. Vakıf mütevellîlerinden, kâtiplerden ve tahsildarlardan ayrı olarak külliye içersinde çok detaylı bir hizmet kadrosu oluşturulmuştur.

Atik Vâlide Külliyesi’nde sadece câmi hizmetleri için ayrılan kadro, 210 kişiyi bulmaktadır. Hatibler, imamlar ve müezzinlerden ayrı olarak muhtelif zamanlarda câmide Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve hatm-i şerif için vazifelendirilen kişiler, bu kadronun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu sûretle dârülkurrâda kıraat eğitimi gören hâfız efendilerin bir şekilde maaşa bağlanmış olduklarını düşünebiliriz. Böylece vakfın kurucusu Nurbânû Sultan, hem bu hizmetlerden hâsıl olan sevaptan hissedar olmakta, hem de Kur’ân talebelerinin dünyevî maîşet derdinden bir nebze âzâde olarak kendilerini ilme hasretmelerini kolaylaştırmış bulunmaktadır. Nitekim medrese talebelerine de günlük burs tahsis edilmiştir.

Câmi içinde tespit edilmiş diğer hizmetlere göz attığımızda ise, câmiin temizliğinden mes’ul bulunan hademelerden ayrı olarak sırf Kur’ân-ı Kerîm mushaflarının korunup kılıflarına yerleştirilmesi için bile iki kişiye yevmiye tahsis edildiğini görmekteyiz. Bu durum, Kur’ân-ı Kerîm’e duyulan derin hürmetin bir tezâhürü olmakla beraber, zenginliğin düzenli bir şekilde halkla paylaşılarak infakın sistemli bir hâle getirilmesi olarak da değerlendirilmelidir. Sadece buhur yakılması ve yine sadece câmi içersindeki perdelerin temizlenip tamir edilmesi gibi hizmetler için bile yevmiye tahsis edildiğine şâhid olduğumuzda -bir perdenin ne kadar sürede bir temizlik ve tamire ihtiyaç duyduğunu düşünürsek- iş yükü oldukça hafif olan bu hizmetlerin, infak için vesileler ihdas edilmesinden başka bir îzâhını yapmak pek mümkün görünmemektedir. Bu tür vesileler vasıtasıyla hem sürekli işleyen bir infak sistemi kurulmuş, hem de infakı alan kişinin mahcup edilmemesi sağlanarak eşsiz bir nezâket örneği ortaya konmuştur.

Dârüşşifâda maaşa bağlanmış doktorlarda ve diğer personelde aranan vasıflara baktığımızda, vakfın her yönüyle bir şefkat müessesesi olarak işlemesi hususundaki hassasiyet göze çarpmaktadır. Nitekim doktorlarda aranan vasıflar sıralanırken tıp ilmindeki dirâyet ve tecrübenin yanında “hastalarla nâzik konuşan ve sert sözlerle onları kırmayan” kişiler olmasına da vurgu yapılmıştır. Bu hususlarda ihmal vâki olursa, bu doktorların aldıkları ücretin kendilerine haram olacağı ve âhirette cezalandırılmaya müstehak bulunacakları da özellikle zikredilmiştir.

Buraya kadar vermiş olduğumuz örnekler, bir külliye ölçeğinde Osmanlı’daki vakıf müessesesinin insana hizmette varmış olduğu zirveyi gözler önüne sermektedir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle