İçimizdeki Hannebal

İÇİMİZDEKİ HANNEBAL

 

Bundan birkaç sene önce vizyona giren HANNEBAL (Kuzuların Sessizliği) filmi özellikle gerilim sevenler tarafından büyük bir ilgi görmüştü. Filmde Cerrah Hannebal’ın içine düştüğü sapıklık neticesinde insan eti yemesi konu edinilmişti. Oldukça mide bulandıran sahneler içeren film, bunalımlı, inanç boşluğuna düşmüş, problemli insanlar tarafından gerçek hayatta da karşımıza çıkıyor

Mart  ayında çıkan haberlere göre gittiği restoran kapalı olduğu için arkadaşının etini yemek zorunda kaldığını ve çok lezzetli olduğunu söyleyerek kahkahalar atan bir Amerikalı, bu vahşeti yaparken keyif aldığından emin pozlar veriyor!... Yine geçtiğimiz ayların manşet haberlerinden birisi de; kız arkadaşının tüm organlarını parçalayıp, yemek üzere soğutucuda saklayan adam, yakalandıktan sonra hiçbir pişmanlık belirtisi göstermemiş.

Hatta internet üzerinden “Kendisini yiyebileceğim bir insan arıyorum!..” diye îlan vererek bu sapıklığı alenen yapan bir câni de, polis tarafından yakalanarak hapse atılmış.

Bu kişilere insan demek dahî zor değil mi? İnsansa bile bu insanın kalbî bir tükenişle ne hâle geldiği apaçık ortada!...

Peki ya bu vahşilikten kendini uzak zanneden bizlerin içinde zaman zaman Hannebal’lar oluşmuyor mu?

Arkasından konuştuğumuz din kardeşimiz, dalga geçerken kalbini düşünmediğimiz arkadaşlarımız, uyarmak bahanesiyle kendimizden uzaklaştırdığımız insanlar, bizim içimizdeki Hannebal’ın yansımalarıdır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Birbirinizin  gizli kusurunu (casus gibi) araştırmayın ve biriniz diğerini çekiştirmesin. Herhangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeği sever mi? İşte bundan iğrendiniz değil mi?” (Hucurât, 12)

Hayatımızı bir gözden geçirelim. Yoksa “ölü eti”, bizim her gün afiyetle yediğimiz katığımız mı olmuş? Öylesine bir katık ki, bizim âhirette de yakamızı bırakmayıp, hatta çürümüş kötü kokusu her yerden duyulan bir dile sahip olmamıza neden olan ve bizi her yediğimizde aşağıların aşağısına çeken bir katık!..

Dedikodu, gıybet hayatımızın ne kadarında bizimle beraber hiç tefekkür ettik mi? Kişinin yüzüne söylediğimiz zaman bu günah yükünden kurtulacağımızı zannettiğimiz cümlelerimizin belki de hiç temizleyemeyeceğimiz kalp lekelerinden biri olacağını biliyor muyuz? Kaş-göz işaretiyle dahî dalga geçmenin “gıybet” sayıldığı bu hassas dengede, sükûtumuzun ağırlığınca huzur bulacağımızın farkında mıyız?

Arkadaş toplantılarında, sohbet mekânlarında, yolculuklarda, evimizde kısacası yaşadığımız her yerde içimizde ki Hannebal’ı durdurabiliyor muyuz?

Âişe vâlidemiz şöyle buyuruyor:

 “Sakın hiç biriniz başkasının gıybetini yapmasın! Çünkü ben bir ara Resulullah’ın yanında iken bir kadın için şöyle demiştim:

«-Şu kadın amma da uzun etek giyinmiş!»

Bunun üzerine Allah Resulü bana:

«-At, at!» dedi.

Ben de ağzımı açtım ki, içinden bir çiğnem et çıktı!..”

Allah Resulü’nün mübârek zevceleri, kalbi yüceliği ile et parçasını müşâhede etmişlerdir. Peki ya biz? Görmediğimiz günâhı her an tekrarlamakla çok acıklı bir durumda değil miyiz? Ancak, itidal üzere olan yüce dinimiz İslâm, bizim için umut ışığını söndürmemiştir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor

“Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!..” (Yusuf, 87)

Rabbimiz, bizi lutfuyla uyarıp, doğru yolu göstermesine rağmen işlediğimiz sayısız günah için sonsuz merhametiyle mağfiret kapılarını ardına kadar açmıştır. Bize verilen irâdemizi en güzel şekilde kullanmalı, yaptıklarımızın telâfîsine çalışmalıyız. Ve ömrümüzün geri kalan kısmına “üsve-i hasene” olan Peygamber Efendimizin mükemmel hayat tarzı ile yön vermeliyiz. Ne zaman  göç edeceğimiz belli olmayan şu kısacık dünya hayatında en sevdiğimizin ölü etini yiyip kul hakkına girmektense muhabbetimiz ile sevgimizi yücelterek ebedî hayatımızı mağfiret  çiçekleriyle süslemek birer Müslüman olarak en şerefli vazifemizdir. Allah bu hayatın kıymetini bilenlerden eylesin…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle