Hazret-İ Sevde -Radıyallâhu Anha-

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’i bizlere “Üsve-i Hasene” (en güzel örnek) olarak göndermiş ve Ahzâb Sûresinde O’nu -sallallâhu aleyhi ve sellem- şu şekilde takdim etmiştir:

“Andolsun ki, Rasûlullah’da sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir «Üsve-i Hasene (en güzel örnek)» vardır.” (Ahzâb, 21)

Bu âyet-i kerime, yeminle başlamış ve Rabbimiz Peygamber Efendimize (s.a.v.) ve O’nun örnek hayatına dikkatleri çekerek müslümanlar için Peygamberimizin mevkiini bildirmiştir. Muhakkak ki, bu “örnek model olma vasfı” hayatın her kademesindeki insanı içine alacak şekilde geniş ve kapsamlıdır.

Şüphesiz insan hayatının en önemli dönüm noktalarından birisi de evlilik ve âile hayatıdır. Bilindiği üzere âile, toplumun en küçük ve vazgeçilmez okuludur. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) çeşitli şart, durum ve sebeplerle yapmış bulunduğu evliliklerin en önemli hikmetlerinden birisi “âile hayatında da insanlara örnek olmak”tır.

“Ümmühât-ı Mü’minîn” (mü’minlerin anneleri) olan Peygamber Efendimizin eşleri, toplum içerisindeki mevki, hayat şartları, mizaç, kabiliyet ve alışkanlıkları açısından birbirinden farklıdır. Dolayısıyla Peygamberimiz, çok çeşitli kültür ve şahsiyetler arz eden vâlidelerimiz vesîlesiyle ümmeti içerisindeki farklı âile yapılarına da model oluşturmuştur.

Geçen sayılarımızda Hazret-i Hatice annemizin hayatını anlatıp bu nümûne hayattan biz mü’min hanımlara çeşitli ibretler çıkarmıştık. Bu sayımızda ise Peygamberimizin pâk Zevce-i Muhteremeleri’nden ikincisi olan Hazret-i Sevde annemizin yaşantısına misafir olup onun hayatından kendi hayatımıza inciler devşirmeye gayret edeceğiz.

* * *

Bilindiği üzere Hazret-i Hatice ile Ebu Tâlib’in peşpeşe gelen vefatları Peygamber Efendimizin ve ashabının çok derin üzüntülere gark olmasına sebep olmuştu. Nitekim İslâm Tarihi’nde bu seneye “Hüzün Yılı” denmiştir.

Bir yanda 25 yılı aşkın bir süre devam eden evlilik hayatıyla alıştığı yardımcısı, çocuklarının anası ve sevgili hanımı Hazret-i Hatice’nin yokluğu; diğer taraftan çeşitli yaşlardaki altı evlâdı ile ilgilenecek kimseden mahrûmiyet, Mekke’de çekilen sıkıntılar ve amcası Ebû Talib’in himâyesinin de bitmiş olması Peygamber Efendimiz için büyük zorluklar getirmişti.

Ev hayatına çeki düzen verecek, çocukların ihtiyaçlarını karşılayacak ve kendisini tesellî edecek olgun bir ev hanımına ihtiyaç vardı. Ev tamamen idarecisiz kalmıştı.

Bütün bunlar bir araya ge­lince üzülmemek mümkün değildi. Müslümanlar, ondaki bu duru­mu fark ediyor, fakat bir şey de söyleyemiyorlardı. Bu suskunluk, Osman b. Maz’un’un hanımı Havle binti Hakim’in bir gün:

“-Ya Rasûlallah! Hatice’nin ölümünden sonra seni çok üzgün görüyo­rum.” demesi ile bozulmuştu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:

“-Evet, o çocuklarımın anası ve evin yöneticisi idi.” dedi. Bunun üzerine Havle:

“-Ey Allâh’ın elçisi, sana hizmet edecek bir kadın lâzımdır. Eğer emredersen bir araştırayım.” dedi.

Hazret-i Peygam­ber münasip birinin bulunup bulunmayacağını sorunca o da:

“-Ya Rasûlallah, eğer isterseniz kız da, dul da bulunur.” dedi. Peygambe­rimiz:

“Kimler vardır?” deyince o:

“-Kız isterseniz dostunuz Ebû Bekr’in kızı, dul isterseniz o zaman da Sevde binti Zem’a vardır.” dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, Havle’ye her ikisinin de olabileceğini söylemişti. Havle, Hazret-i Peygamber’in tasdîkini aldıktan sonra Hazret-i Sevde’yi Hazret-i Peygamber’e istemeye gitti.

Hazret-i Sevde ve kocası Sekran (veya Şükran) b. Amr, Mekke’de müşriklerin ezâ ve işkenceleri dayanılmaz boyutlara çıkınca Peygamber Efendimizin izni ve işâreti ile ikinci Habeşistan hicretine katılmışlar ve Mekke’yi terk et­mişlerdi. Müslümanlığını muhafaza edebilmek için doğup büyüdüğü evini ve vatanını terk etmiş olan Sevde  -radıyallâhu anha-; kocasının Habeşistan’da hristiyanlığa meyletmesi üzerine tek başına kalmış ve nice sıkıntılara rağmen dinini muhafazaya devam etmişti.  

Daha sonra kendi kıt imkânlarıyla Mekke’ye geri dönmüş bulunan Hazret-i Sevde’nin maddî durumu da iyi değildi. Kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir geliri olmadığı gibi dışarıda herhangi bir yerde çalışamayacak kadar yaşlı bir kadındı. Bu kimsesiz kadını, memleke­tin âdetine göre himâye edebilecek hiç bir vâsıta da yoktu. Onun yaşça olgun olması, çocuklarının terbiyesi için gerekli idi. Peygamber Efendimiz bir yandan da Hazret-i Sevde’nin İslâm için çekmiş olduğu bu kadar sıkıntıyı hafifletmek ve himâye etmek niyeti taşıyordu.

Rasûl-i Ekrem, kendi geçimini zorlukla temin etmesine rağmen, bu sebeplerle Hazret-i Sev­de ile evlenmeye karar vermişti.

Hazret-i Sevde, bu teklifi olumlu karşıladı ve babasından izin alınması gerektiğini söyledi. Hazret-i Sevde’yi, Peygamber Efendimize istemek üzere Sevde vâlidemizin babasına giden Havle’ye, Hazret-i Sevde’nin müslüman olmayan babası:

“-O iyi ve ikramlı bir küfüvdür (denktir, eştir)!..” diyerek muvâfakatını bildirdi.

Bu muvâfakat üzerine miladî 620 (hicretten 3 yıl önce) Ramazan veya Şevval ayında evlilik gerçekleşti. Böylece Rasûlullah, Hazret-i Hatice’den sonra ikinci evliliğini yapmış oluyordu.

Hazret-i Sevde’nin bu evliliğine o dönemde henüz müslüman olmayan kardeşi Abd b. Zem’a karşı çıkmıştı. Hatta nikâh esnası­nda Câhiliyye âdetleri üzere hacda bulunan Abd b. Zem’a, haccını yarıda keserek geri döndü, saçını başını yolarak bu evliliğe râzı olmadığını gösterdi. Daha sonra İslâm dinini kabul edince o gün yaptıklarına pişman olacak ve yaptıklarından utanarak:

“-Sevde binti Zem’a’nın Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile evlendiğini duyunca, saç­larımı yolduğum, başıma ve yüzüme topraklar serptiğim zamanki kadar gülünç duruma düştüğümü hatırlamıyorum.” diyecektir.

Hazret-i Peygamber’in, Hazret-i Sevde’den çocukları olmadı. Fakat o, Hazret-i Peygamber’in çocuklarına öz anneleri gibi baktı. Peygamberi­mizle evlendiği zaman 50 yaşlarında idi.

Mekke halkı ve özellikle Kureyş kabilesi, Hatice’nin ölümünden sonra Rasûlullah’ın böyle yaşlı bir dul ile evlenmesini bir türlü anlayamadı. Hazret-i Sevde ne zengindi, ne gençti, ne de çok güzeldi. Buna rağmen Hazret-i Peygamber onunla ev­lendi.

Gerçi bu evlilik, bir gönül evliliği değildi. Hazret-i Sevde de bunu biliyordu. Bunu ilerlemiş yaşının verdiği tecrübelerle de anlamak­ta gecikmedi. Fakat bu, onun için pek fazla bir mânâ ifade etmiyor­du. Yeter ki, ismi “ümmehâtu’l-mü’minîn” (mü’minlerin anneleri) arasında bulunsun ve “Peygamber hanımı” densin. “Sekrân (veya Sükran)’ın dul hanımı!..” denmesin.

Hicretten sonra vefatına kadar Peygamberimizle 13 yıl yaşayan, elinden geldiğince hizmet ve yârenlik etmiş bulunan Hazret-i Sevde’nin çocukları olmamıştı. O, gerek Hazret-i Peygamber’in sevgisini kazanması, gerekse yaşlı olmasından dolayı Hazret-i Âişe’yi kızı gibi severdi. Hazret-i Âişe de Hazret-i Sevde’yi çok severdi. Hazret-i Sevde’nin ömrünün sonlarına doğru kulaklarının ağır duymaya başladığı belirtilmek­tedir. Onun bu durumunu bilen Hazret-i Peygamber’in diğer hanımları, kendisi ile şakalaşırlardı. Hazret-i Âişe gelinceye kadar Hazret-i Peygamber’in evini tek başına idâre eden bu kadın, Hazret-i Âişe’nin gelmesinden sonra da bütün gücünü bu genç gelinin rahat etmesi için sarfetti. Bundan sonra da başkaları geldi. Ama o, daima Hazret-i Âişe vâlide­mize özel bir sevgi beslerdi. Onun için de gecesini ona vermişti.

Hazret-i Sevde’nin Peygamber Efendimizden tek isteği, “Al­lah’ın elçisinin eşi” olarak kıyâmet günü “mü’minlerin anneleri” safında yer almaktı. Peygamber Efendimiz de her zaman Sevde vâlidemizin gönlünü hoş tutmuş, adâlet icabı olarak bütün hanımlarına gösterdiği ilgi, imkân ve hasenâtı ondan da eksik etmemiştir.

Hazret-i Sevde, sadaka vermeyi çok severdi. Hatta Hazret-i Âişe’den rivâyet edildiğine göre bir gün Hazret-i Peygamber’in hanı­mları, O’nun huzûrunda bir araya gelip:

“-Ya Rasûlallah, hangimiz sa­na en erken kavuşacağız? (Senin vefatından sonra en erken hangi­miz öleceğiz?)” diye sorduklarında, Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“-Eli uzun olanınız!”  buyurdular.

Bu­nun üzerine biz bir kamış aldık ve ellerimizi ölçtük. Zem’a’nın kızının (Sevde) eli hepimizinkinden daha uzundu. Oysa Rasûlullâh “eli uzun”dan, “çok sadaka verme”yi kasdetmişti. Gerçekten o sa­daka vermeyi çok severdi.”

* * *

Hazret-i Sevde, uzun boylu ve biraz şişman olmasından dolayı hemen fark edilirdi. Ölüm tarihi hakkında kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Bazı rivâyetlerde Hazret-i Ömer’in hilâfetinin sonlarında, bazılarında ise hicretin 54. yılında Medine’de vefat etmiştir.

Hazret-i Sevde vâlidemiz, Allah elçisinden beş hadis nakletmiştir. Bunlardan biri Buharî’nin Sahîhi’nde bulunmaktadır. Kendisin­den de Abdullah b. Abbas ve Yahya b. Abdullah b. Abdurrahman hadis rivayet etmişlerdir.

Bu örnek hayattan alınacak ibretler:

  1. Bilindiği üzere Hazret-i Sevde, Habeşistan’a hicret eden müminlerdendi. İlk eşi orada vefat etti ve Mekke’ye dönünce de çok sıkıntılar çekti. Yakın akrabaları müşrikti, kendisi dul ve müslümandı. Bütün bu eziyet ve sıkıntılara rağmen İslam’ın en zor zamanlarında tâviz vermeden dinini muhafaza ederek bizlere de her türlü zorluk karşısında dinimizi muhâfaza etmek konusunda güzel bir örnek olmuştur.
  2. Hazret-i Sevde’nin Peygamberimiz’den -sallallâhu aleyhi ve sellem- çocuğu olmamasına rağmen Peygamberimiz Efendimiz’in çocuklarına kendi çocukları gibi baktı ve onlara âdeta öz annelerini aratmadı. Halbuki Peygamber Efendimiz ile evlendiğinde 50 yaşlarında idi. Bu hâdise de bize, yetim ve annesiz yavrulara, kader icabı, anne olmak durumunda kalındığında nasıl davranılması gerektiğini gösterir. Zira Sevde vâlidemiz bu hâli Allah Teâlâ’ya ve Allah Rasûlü’ne yaklaştırıcı bir fırsat bilmiş “yetimlerin virâne gönüllerinde taht kurmaya” çalışmış, onların eğitim ve ihtiyaçlarıyla seve seve ilgilenmiştir.
  3. Peygamberimizden dünyevî birtakım istek ve taleplerde bulunmak yerine “Ben sadece âhirette Allah Rasûlü’nün hanımlarından biri olmak istiyorum” diyerek âhireti seçtiğini göstermiş ve bu fânî âlemin zevk, rahat ve imkânlarına karşılık âhireti tercih etmiştir. Bu hâliyle Peygamber Efendimizin gönlüne girmenin yollarını aramıştır.
  4. Elindeki imkânları sonuna kadar seferber etmiş ve fakirlere ihsan ve ikrâmda bulunarak Peygamber Efendimizin takdir ve tebşirini kazanmıştır.
  5. Rasûlullâh Efendimiz de onun hukûkuna en güzel tarzda riâyet etmiş, eşler arası adâleti gözetmiştir.

 

 

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle