Dünyayı Aydınlatacak İncinin Sedefi Hazreti Amine - 2

(Geçen Sayının Devamı)

Mekke’nin sıcak havası çocuklar için oldukça ağırdı. Bu sebeple şehirliler çocuklarını havası temiz, fazla sıcak olmayan yaylalarda oturan sütannelere verirlerdi. Bu âdetin başka bir sebebi de o topluluklarda konuşulan dilin, daha düzgün ve bozulmamış oluşu idi. Böylece çocuklar ana dillerin aslına daha yakın bir biçimde öğrenirlerdi. Çocuklar, iki-üç yıl sütannenin yanında bakılır, büyütülür; sonra ailelerine teslim edilirdi.

Benî Bekir isimli topluluk Mekkelilerce çok tutuluyordu. Sütanne aranınca hemen onlar akla gelirdi. Benî Bekir kadınları yılda birkaç defa gruplar hâlinde gelir, emzirilecek  çocukları alırlardı. Geçimlerini bu yolla sağladıkları için zengin aile çocuklarını tercih ederlerdi. Bu yıl özellikle zengin çocuklarını arıyorlardı. Çünkü yaşadıklar yaylada hüküm süren kuraklık bellerini bükmüştü. Otlar kurumuş, develer, koyunlar zayıflamış, sütleri kesilmişti. Bu yüzden yayladaki halk, yoksul ve perişân bir hâldeydi.

Çocuk almaya gelenler arasında Halime isimli bir kadınla zevci de vardı. Kucaklarında iki-üç aylık çocukları ile yaşlı merkeplerine nöbetleşe binerek gelmişler, bu yüzden de diğerlerinden geride kalmışlardı. Önden gidenler maddî durumu iyi olan çocukları aldıkları için Halime kimseyi bulamadı. Bunca yorgunluktan sonra eliboş dönecek olması çok zoruna gidiyordu. Son bir ümitle Mekke sokaklarında dolaşmaya başladı. Bu sırada Abdülmuttalib de torununa süt anne bulabilmek için dolaşıyordu. Kimseleri gözü tutup da sevgili Muhammed’ini teslim edememişti. Başvurduğu birkaç kadın da çocuğun fakir ve yetim olduğunu duyunca almak istememişti.

Nihayet Mekke’nin daracık sokaklarından birinde dolaşırken birbirini arayan iki kişi karşı karşıya geldi. Abdülmuttalib, Halime’ye selam vererek:

“-Sen kimlerdensin?” diye sordu. Halime hanım:

“-Sa’d bin Bekir’denim.” dedi. Abdulmuttalib bu cevaba memnun oldu:

“-Adın nedir?” diye devam etti. O:

“-Halime!” deyince, Abdülmuttalib memnûniyetini izhar ederek:

“-Çok güzel!” dedi. “Âilen de, ismin de güzelmiş! Ey Halime!.. Benim yanımda bir yetim avr. Oğlumun oğlu!.. Diğer kadınlar, babasız diye almak istemediler. Kabul edersen onu sana vereyim.”

Halime de hiç yoktan birisini bulduğuna memnun olmuştu. Fakat bir de zevci Hâris’e danışmak istedi. Hâris, olgun bir insandı; kararını hemen verdi:

“-Ey Halime!.. Gidip o çocuğu hemen al… Yetimin sahibi Allah’tır. Biz hakkımızı onun esas sahibinden isteriz. O herkesten daha zengindir; bizi asla darda bırakmaz!” dedi.

Halime Hatun, sevinçle Abdulmuttalib’in yanına döndü ve kabul ettiklerini söyledi. Çocuğu görmek üzere beraberce Hazret-i Âmine’nin evine doğru yürümeye başladılar. Hazret-i Âmine, görür görmez Halime Hatuna ısınmıştı. Biraz sohbet ettikten sonra yavrusunu gönül rahatlığı içinde bu süt anneye teslim etti. Kucağına aldığı bu tatlı bebeğin mâsumluğu ve güzelliği karşısında âdeta dili tutuldu. Az sonra Muhammed uyanmış, gülümseyen gözlerle etrafı seyre başlamıştı. Halime, onun güzelliğine bakmaya doyamamıştı. Sevgisi, bir anne sevgisi kadar arttı. Ona ne zamandır az süt veren sağ göğsünü korka korka uzattı. Ama bebeğin emmeğe başlamasıyla sütü de bollaşmıştı.

Daha sonra evlerine gitmek için yola koyuldular. Yine geç kalmışlardı. Halime hanım merkebe bindi. Bu sefer merkep yükünden memnundu ve hızlı hızlı yol alarak kervana yetişti.

Artık Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, hayatının ilk yıllarını bu ailenin yanında geçirecekti. Hazret-i Muhammed’in bu evde yaşamaya başlamasıyla eve büyük bir bereket gelmişti. Bu bolluk ve bereket karşısında Hâris, heyecanla:

“-Ey Halime!... Bil ki, sen çok mübarek, çok hayırlı bir evlad almışsın. O evimize girdiğinden beri, üzerimizdeki kıtlık sona erdi.” demişti. Halime Hatun da bu değişiklikleri farketmiş, zevciyle aynı şeyleri düşünüyordu.

* * *

Hazret-i Muhammed, süt annesinin yanında dört koca yılını tamamlayarak annesine teslim edildi. Hasret bitmiş, anne ve yavrusu birbirine kavuşmuştu. Hazret-i Âmine, Ümmü Eymen ile birlikte oturuyor, bütün ihtiyaçlarını da Abdülmuttalib karşılıyordu.

Peygamber Efendimiz altı yaşına geldiğinde Hazret-i Âmine, yanına Ümmü Eymen’i de alarak Medîne’ye gitti. Maksadı hem zevci Abdullâh’ın kabrini ziyaret etmek, hem de Abdülmuttalib’in annesi tarafından akrabalarını görmekti.

Ziyaretleri tamamlandıktan sonra Mekke’ye dönülmeye karar verildi. Bu sırada Hazret-i Âmine biraz rahatsızlandı. Mekke ile Medine arasında Ebvâ köyüne geldiklerinde Hazret-i Âmine’nin rahatsızlığı ziyâdeleşti.

Vefat etmeden önce baiucunda yaşlı gözlerle duran Muhammed’ine baktı ve şöyle dedi:

“-Çekilen dehşetli ölüm okundan, Allâh’ın lütuf ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zâtın biricik yavrusu… Yüce Allâh seni mübârek kılsın. Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, sen, celal ve ikram sahibi olan Allâh tarafından, Âdemoğullarına haramı vehelâli bildirmek üzere peygamber olarak gönderileceksin. Her yaşayan ölür, her yeni eskir. Evet, ben de öleceğim. Fakat temelli anılacağım. Çünkü temiz bir evlad doğurmuş, arkamda güzel bir evlad bırakmış bulunuyorum.”

Bu sözlerin ardından sevgili Âmine ruhunu Rabbine teslim etti ve Ebvâ’da toprağa verildi. Ümmü Eymen, Hazret-i Muhammed’i yanına alarak Mekke’ye döndü ve onu dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti.

* * *

Ne mutlu, ardında hayırlı bir evlâd bırakarak âhirete göçenlere… Cenâb-ı Hak, şefaatlerine nâil eylesin!..

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle