Gülzar-I İrfan

Ey müslüman dikkatli ol, kaptırma postu

Ya Allah’ın dostu ol, ya da dostunun dostu

* * *

İnsan, gönülden ibârettir. Gönlü olmayan yok gibidir.

* * *

Tasavvuf dediğim bilmece değil

Râh-ı tezekkürdür gülmece değil

Hizmetle bulunur, bulmaca değil

Erenler bu işi bilir demişler

* * *

“İlâhî, ente maksûdî ve rızâke matlûbî”

Âtıfet bekleme kimseden sakın

Matlûbun rızâ-yı ilâhî olsun

Riyâ ve sum’adan şiddetle sakın

Maksûdun Cenâb-ı Kibriyâ olsun

* * *

Çekilip bir köşeye sükût etme lâl gibi

Sözlerin tatlı olsun, petekteki bal gibi

İzzet ü devlet mekâna hep mekîninden gelir

İstikâmet, müstekîmu’l-hâle dininden gelir

* * *

Anlamaktan bîhabersin ey palamut ağacı

Yılda bir meyve verirsin o da zehirden acı

* * *

 

Lügatimizde “yorulmak” olmamalıdır. Zira insan, işleri arasında dönüp dönüp lügatteki o kelimeye bakmaya başlar.

* * *

Gölge, bir gün dayanamamış ağaca çıkışmaya başlamış:

“-Hey ağaç!.. Doğduğum günden beri başımın üstündesin.Daha güneşin yüzünü bir kez olsun göremedim, senin yüzünden!.. Ne olurdu yıkılıp gideydin de güneşin ışıklarıyla başbaşa kalaydım!..”

Ağaç, gölgenin isyankâr ve nâdân yakarışlarına şöyle cevap verir:

“-Önce unutmamalısın ki, senin varlığın bana ait. Ben olmasam sen olmazsın. Bir de yakınıp duracağına şu hâlimize bir bakıver. Ben doğduğum günden beri ayaktayım, sen ise yerlerde yatıp duruyorsun. Söyle bakalım, hangimiz güneşi görmeye daha lâyık?!”

* * *

Müzekki’n-Nüfus’ta anlatıldığına göre; bir şeyh efendi yola çıkacakmış. Yolda kendisine arkadaşlık etmesi için tanıdığı bir mürşidin müridlerinden istemiş. O mürşid de en seçme müridlerinden birini, bu şeyh efendiye göndermiş ve:

“-Evlâdım, o zât çok mübârek birisidir. Bana hizmetin nasılsa ona da aynı ihtiram ve hizmeti göster!” diye tembihte bulunmuş.

Şeyhefendi ve derviş birlikte yolculuğa başlamışlar. Şeyh efendi, tanışmak için dervişe:

“-Evladım, adınız ne?” diye sormuş. Derviş:

“-Ahmed oğlu Muhammed!” demiş.

Bu konuşmanın üzerinden altı ay geçmiş ve bir daha ne şeyhefendi bir şey demiş, ne de derviş onun konuşmasına ihtiyaç bırakacak bir kusur ve eksiklik göstermiş.

Altı ay sonra memleketlerine döndüklerinde, şeyh efendi dervişi mürşidine göndermiş. Mürşid, şeyh efendiye haber göndererek, talebesinden memnun kalıp kalmadığını sormuş. Şeyh efendi, mürşide teşekkür etmiş ve şöyle demiş:

“-Dervişinin maşallahı var. Çok hizmet ehli birisi… Lâkin biraz daha pişmesi gerek… Kendisinde kesret-i kelâm (çok konuşma) kalmış. Biz ona ismini sorduğumuzda, o babasının ismiyle birlikte söyledi!..”

Hakîkî şeyhlerin huzurunda çok kelâm etmemek en uygunudur. Bir arzun varsa gönlünden geçir. Sebepsiz ve gereksiz konuşma!.. Sakın ha meşrû bir isteğine itiraz etme… Bu sebepten, ulaştığı nice dereceleri kaybedenler var!..

* * *

Kimseye kin bileme! Bilediğin diş, dilini kesebilir.

* * *

Her önüne geleni yeme, her diline geleni söyleme, her gönlüne düşeni dileme!..

* * *

Kalayı tamamen temizlemeden bakırı çıkmaz. Bakır tamamen ortaya çıkmadıkça da kaplar kalay tutmaz. İnsanın kalbi de böyledir. Küfür, isyan ve günahtan tamamen temizlenmedikçe orada iman, ihlas ve ihsân yerleşmez.

* * *

Allah’ın bir kimseden yüz çevirdiğinin alâmeti; o şahsın, dine ve dünyaya faydası bulunmayan boş şeylerle meşgul olmaya başlamasıdır.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle