ACI BİR HASBİHÂL ÜZERİNE...

Şebnem Dergisinin geçtiğimiz ayki sayısında Halime Demireşik Hanım’ın Afrika’lı kardeşlerimizle yaptığı hasbihâli büyük bir iç burkuntusu ve acı ile okudum. Hasbihâlde konuşan kardeşlerimizin hissiyâtı, insanı derinden yaralar nitelikteydi.

Her insanın bir hikâyesi var; ama bu kara kıtanın mazlum insanlarının iç yakan hikâyeleri dayanılır gibi değil. Onların yaşadıklarını okudukça, insanın nutku tutuluyor ve kelimeler kifâyet etmiyor hissedilenlere…

İslâm’ın olmadığı yerde, ne denli medeniyetsizlikler ve insanlık dışı uygulamalar olduğunu insan bir kez daha görüyor. Ve bir kere daha yerden göğe kadar Rabbine, içinde olduğu hâl için şükrediyor.

Afrika denilince insanın aklına hiç de iyi şeyler gelmiyor, değil mi? Acı, ıztırap, yoksulluk, sefâlet, sömürü ve açlıktan ölen insanlar... İç savaşlarda yok olan nesiller... Cehâlet ve sömürü…

Belki de Afrika’nın bu durumda olmasının en temel sebebi, “sömürü”… “Beyaz” yüzlü, karanlık ruhlu güçlerin, siyah adama karşı acımasızlığını gösteren işi: Sömürü!..

Sömürü, Afrika’nın kaderi değil elbette. Ama Batılı Medeniyet(!) temsilcilerinin oraya götürdükleri insanlık (!) anlayışı, onlara siyah bir umutsuzluk olarak gelmiş. Misyonerlerin nasıl çalıştıklarını ve oradaki Müslümanları nasıl Hristiyanlaştırdıklarını bu röportajın satır aralarında görebilirsiniz.

Ben, Afrika denince, Hazret-i Bilâl’in mahzunluğunu hatırlıyorum hep... Ebû Zer -radıyallâhu anhümâ- ile aralarında geçen “siyah-beyaz” münâkaşasında ne kadar mahzun, müteessir olduğunu ve durumu, Rasûlullâh’a intikal ettirdiğini hepimiz biliriz. Sanki Afrika’nın Asr-ı Saâdete uzanan yolu, Hazret-i Bilâl’den geçiyor. Ne buyurmuştu Allah Rasûlü Efendimiz:

“-Onun yüzü kara, ama kalbini açıp şuraya koysanız, kalbinin nûru güneşin ziyâsını keser!..”

Acaba Afrika diye başlayıp sevinçle ve umutla sonlandıracağımız bir cümlemiz var mı?

Acaba Afrika diye başlayan bir haberde bizi sevindirecek bir şeyler bulabilir miyiz?

Hep resimlerden ve televizyon ekranlarından görürüz; açlıktan ölen çocukları… Günde yüzlerce, hatta binlerce çocuğun susuzluktan öldüğünü… Biz nasıl anlayalım ki, susuzluktan ve açlıktan ölmenin ne demek olduğunu?! Yaşamadık ki!.. Ya da açlıktan bir deri bir kemik olmuş insanların resimlerini haber ajanslarının ödüllü resimleri arasından gördük sadece… Ve sadece “vah vah” demekle yetindik.

Hasbihâli okurken şu cümlelerin altını çizerek siz kıymetli okuyucularımızın tekrar dikkatlerine sunmak istiyorum:

“Biz hastaneye gittiğimizde bize «Koyun» diye hitap ediyorlar. Hıristiyanlar, zaten bize hep «Koyun» diyor.”

“İnsanlar yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlığı hissetmemek için bütün gün uyurlar.”

“Kahvaltı dediğiniz öğün, zaten bizde yok...”

“Orada kadın olmak, köle olmaktır.”

“Tesettürümüzden dolayı «karaböcek», «köle», «mahkûm» gibi lakaplarla bize sesleniyorlar.”

Evet... Aslında her bir satırında ayrı bir “âh”, ayrı bir çığlık yükseliyordu, oradan gelen kardeşlerimizin söylediklerinden... Kara kıtanın kara bahtlı insanları mı desek, yoksa medenî dünyanın “medeniyet” adına, “insan yerine koymadığı insanlar mı” desek. Dünya, hangi kategoriye koyarsa koysun onları... Onlar, her şeyden önce insan… Ve biz onlara sadece insan olduklarından dolayı “saygı” duyuyoruz ve müslümanlıklarından dolayı onları kendimize “kardeş” biliyoruz.

Afrika, her yönü ile acı ve hüzünden ibâret. Nereye el atsanız, nereye kulak kabartsanız oradan bir ağıt geliyor.

Ama bir kıvılcım, bir ışık ya da bir ilk adım olması gerekiyor. Çok yakın bir zamanda Afrika ile ilgili yapılan güzel hamleler, en kısa zamanda meyvelerini verecektir elbette… Ama bizler, dünyanın bütün coğrafyalarını kendimize vatan bilmiş birer müslüman olarak, nerede gözyaşı varsa, nerede bir haksızlık varsa, orayla ilgili dert sahibi olmak zorundayız.

Afrika’dan gelen bu kardeşlerimiz, işte bu atılan ilk adımın birer örneği... Hizmet kervanı biz olsak da, olmasak da yürüyecektir. Asıl mesele, bu kervanda kendi yerimizi alarak âhiret sermâyemiz için hissedar olmaktır. Hizmet, sınırı belli olmayan bir aşk ve gönül işidir.

Nerede insan ve insana ait bir ıztırap varsa, hizmet ehli bir insan, orada olmak için can atmalıdır. Aslında Afrika ve Afrika gibi yerler, müslümanlara sunulan birer imtihan vesîlesidir.

İşte bahsettiğim hasbihâlde anlatılan insanlık dramı. Ve böyle nice dramlar var, bizim bilmediğimiz, duymadığımız... Nice insanlık ayıpları var sayfalara sığmayan ve kelimelerle ifade edilemeyen…

Sizin olmadığınız yerde başkaları olur. Sizin doldurmadığınız boşluğu, bir başkası mutlaka dolduracaktır.

Son olarak; Afrika, bedenleri ile orada bulunanların, malları ile infak edenlerin ve duâları ile onları yalnız bırakmayanların imtihanıdır.

 

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle