İSLÂM’DA ÇOCUK HAKLARI

İslâm dini, her hak sahibine hakkını tam olarak ihsan eden ilâhî bir dindir. Bu haklar, varlıkların fıtratlarına, kabiliyet, ihtiyaç ve kapasitelerine göre farklılık arz ederek kendi içinde bir denge oluşturur.

Günümüzden yaklaşık 14-15 asır önce gelmiş olan bir dinin, toplumun en çok himâyeye muhtaç olan kesimlerinden biri olan çocuklara vermiş olduğu haklar, bugün çağdaş medeniyet seviyemizin (!) bile hâlâ ulaşamadığı bir noktadadır. Buyurun, güzel dinimizin, anne ve babaların gözbebeği olan çocuklara verdiği haklardan bazılarını birlikte gözden geçirmeye…

 

Çocuğun, Allâh’ın bir ihsanı olarak bilinme hakkı

Kur’ân-ı Kerîm’de bazı âyetlerde, câhiliye müşriklerinin kız çocuğu doğduğu zaman yüzlerinin simsiyah kesilecek kadar çok üzüldükleri belirtilir. Hâlbuki kız çocuğunu da, erkek çocuğunu da veren Allah’tır. Üstelik kız veya erkek çocuğundan hangisinin âileye daha faydalı olacağı bilinemez. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir zaman evlatları arasında fark gözetmemiş; doğan her evlâdı için benzer şekilde sevinmiş, evlâdlarını Allâh’ın bir lutfu olarak görmüş, her birinin doğumunun haftasına onlar için akika kurbanı kesmiş ve ziyafet vermiş ve ashâbını da buna teşvik etmiştir.

 

Yaşama hakkı

İslâmiyet, her şeyden önce çocuğun hayatının korunması üzerinde durur ve çocukların öldürülmesini yasaklar.

Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Çocuklarını cehâletle, düşüncesizlikle öldürenler, mutlaka hüsrandadırlar.” (el-En’am 140) buyrulmuştur.

Yine başka bir âyette “Evlatlarınızı, fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Hakikat, onları öldürmek büyük bir suçtur.” (el-İsra, 31) buyrulmaktadır.

 

Helâl rızık hakkı

Rûhumuzun ve bedenimizin gelişiminde en temel unsur, helâl lokmadır. Bu, çocuğun babası üzerindeki en önemli haklarından biridir. Bu sebeple hadîs-i şerîfte:

“Çocuğun babası üzerindeki haklarından birisi de onu yalnızca temiz şeylerle rızıklandırmasıdır.” buyurulmuştur.

 

Süt emme hakkı

Süt devresi, çocukların biyolojik ve psikolojik gelişimleri için en önemli safhalardan birisidir. İnsanın, insânî vasıfları alması için en temiz gıda, yine insan sütüdür. Kur’ân-ı Kerim, bunun önemini iki âyet-i kerime ile vurgulamıştır:

“Emzirmeyi tamamlamak isteyen (baba) için, anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi, baba tarafına aittir.” (el-Bakara, 233)

Hadîs-i şerifte de şöyle buyrulur.

“Bebek için annesinin sütünden daha hayırlı süt yoktur.”

 

Önce anne tarafından olmak üzere, hanımlar tarafından terbiye edilme hakkı

İslâm açısından bu mesele çok önemli olduğu için daha evlenmeye karar verilirken birtakım tedbirler alınmıştır. Peygamber Efendimiz, dindar ve ahlâklı bir hanımla evlenilmesini tavsiyede bulunmuştur.

Çocuğun anneden (veya annenin vazifesini yapan kimseden) aldığı bu ilk terbiyenin diğer adı da “Hidâne”dir. Bununla çocuğun büluğ devresine kadar ihtiyacı olan her türlü bakım ve ilgi kasdedilir. Bu devrede çocuk, daha çok kadınların şefkat ve ilgisine muhtaç olduğu için, bu velâyetle anne, anneanne veya anne tarafındaki kadın akrabalar daha çok hak sahibi görülmüştür. Fakat bu bakımı (hidâne) üzerine alacak kadında aranacak bazı şartlar vardır.

Bunlar, “hür, akıllı ve büluğ çağını geçmiş olmalı”dır. Terbiyeyi beceremeyecek kadar deli ve henüz bulüğ çağına ulaşmamış çocuk, bu vazifeyi üzerine alamaz, annesi bile olsa…

“Çocuğun hizmetlerini görmeye muktedir” olmalıdır. Hastalık, yaşlılık veya gece gündüzün çoğu vaktinde evde kalıp çocukla meşgul olmasına mânî bir meslekle meşguliyet gibi kendisini çocuğa vermesini engelleyecek meşguliyetler, hidâne hakkını kaldırır. Zira hidâne hakkı, çocuğun bakımı, terbiyesi, gözetlenmesi ve korunması içindir.

Terbiye eden kadın, “güvenilir” olmalıdır. Yani çocuğun hayatı, edebi, ahlâkı hususlarında emin olmalıdır. Meselâ günah işlemekle meşhur olan bir kadın, hidâne için ehil olamaz.

“Çocuğu, anne tarafından bir akrabası” bakmalıdır. Bunun sebebi de yabancı olan kimseler, isteyerek veya istemeyerek çocuğa yan gözle bakabilir, buğz edebilir. Yabancı insanlardan gereken sıcaklık ve alâka göstermesi beklenmez. Hâlbuki akrabalık farklıdır. Bu yüzden İslâm, çocuğa bu hakkı tanıyarak, onu ezen, horlayan kötü bakışlardan bile muhafaza etmeyi hedeflemiştir. Peygamber Efendimiz de bu hususta çok titiz davranırdı.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbıyla yaptığı kazâ umresinden sonra Medine’ye geri dönerken, Hazret-i Hamza’nın kızı Ümâme -radıyallâhu anhâ- Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in peşine takıldı ve:

“-Amcacığım, amcacığım!” diye seslendi. Hazret-i Ali, onu alıp elinden tuttu ve Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’ya:

“-Amcanın kızını yanına al!” dedi.

Medîne’ye gelince Ümâme’ye bakma husûsunda Hazret-i Ali, Zeyd ve Câfer -radıyallâhu anhüm ecmaîn- ihtilâfa düştüler. Hazret-i Ali:

“-O benim amcamın kızıdır!..” diyordu.

Câfer -radıyallâhu anh-:

“-O hem amcamın kızı, hem de ben onun teyzesi ile evliyim!” diyordu.

Zeyd de:

“-O benim kardeşimin kızıdır!” diyordu. (Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Zeyd’i, Hamza -radıyallâhu anh- ile kardeş yapmıştı.)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ümâme’nin, teyzesinin yanında kalmasına hükmetti ve:

“-Teyze, anne makâmındadır!” buyurdu. (Buhârî, Meğâzî 43, Umre 3; Müslim, Cihâd, 90)

 

Güzel isim hakkı

İslâmiyet, isim koymaya ehemmiyet atfetmekle kalmaz, güzel isim konulması hususunda ısrar eder. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğun doğumunun yedinci gününe kadar isim verilmesi ister, kendisi de daha ilk gün koymaya gayret ederdi. Bir hadîs-i şerîfinde bunun önemine binâen şöyle buyurmuşlardır:

“Çocuğun babası üzerindeki hakları, ismini ve edebini güzel yapmasıdır.” (Suyûtî, el-Câmi’u’s- sağîr, 2, 538, 2489)

Başka bir hadîs-i şerîfte ise:

“Siz, kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, öyle ise isimlerinizi güzel kılın.” (Ebû Dâvud, Edeb, 70) buyurmuşlardır.

 

Hitan (Sünnet olma) hakkı

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- ile başladığı belirtilen sünnet olma hakkı, erkek çocuğun mendup haklarından biridir. Çocuk, doğumunun ilk haftasından itibaren büluğa ermeden sünnet edilmelidir. Bu, farz olmasa da kuvvetli bir sünnet, ayrıca sıhhat için güzel bir davranıştır.

 

Oyun hakkı

Çocuğun, gerek bedenî, gerekse aklî ve hatta rûhî gelişimi için oyun çok önemlidir. Eski ve yeni bütün terbiyeciler, bu hususta ittifak ederler. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukların oyun oynaması ve oynatılması hususunda tavsiyelerde bulunmuştur. Bir hadîs-i şerîfinde:

“Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın.” buyurmuştur.

Kendisi de terbiyesi altında olan torunlarını ve diğer çocukları dilini çıkarmak, dizlerinden göğsüne kadar yürütmek, sırtına bindirmek, yüzlerine su püskürtmek, saçlarından hafifçe tutup asılmak, çeşitli güzel isimler takmak gibi muhtelif şekillerde eğlendirdiği rivâyet edilmektedir. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in hizmetinde olan Hazret-i Enes, Rasûlullâh’ı “çocuklarla şakalaşma (ve onları eğlendirme de) insanların en ileri olanı” diye tavsîf eder.

Terbiyesi altında olan çocukları, akranları ile oynamak üzere sokağa saldığı, sokaktan geçerken onlara selâm verdiği, çocukların toprak üzerinde oynamaları hususunda “Toprak, çocukların ilkbaharıdır.” buyurduğu rivâyetleri bize kadar gelmiştir.

Ayrıca İslâm âlimlerinden İmâm-ı Gazâlî ve diğer terbiyeciler, çocuğa eğlence imkânı tanınmadan devamlı dersle meşgul edilecek olursa, “kalbinin ölüp, zekâsının söneceğini” belirtirler.

 

Büluğ yaşından önce dövülmeme hakkı

İslâm dini nazarında büluğ çağına kadar çocuk cezâî ehliyete sahip değildir. İşlediği suç sebebi ile büyükler gibi cezalandırılamaz. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, sıhhat buluncaya kadar mecnundan kalem kaldırılmıştır. (İşledikleri suç yazılmaz)” (Ebû Davûd, Hudûd, 17)

İslam âlimleri sekiz yaşına kadar çocukların dövülmemesi hususunda görüş birliğinde bulunmuşlardır. Sekiz yaşından sonra, doğruyu ve yanlışı ayırt edebildikleri “temyiz yaşı” başladığından bu yaştan büluğa kadar devrelerinde çocuklar yaptığı hatalarda önce uyarılmalı, hâlâ devam ederse azarlanmalıdır. Bu da onun edeplenmesi içindir.

 

Güzel terbiye edilme hakkı

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Nefislerinizi ve âilelerinizi, yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun!” (et-Tahrîm, 6)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de buyurmuştur:

“Bir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha güzel bir mîrâs bırakamaz!”

 

 Eşit muâmele hakkı

Çocuk terbiyesinde Peygamber Efendimizin titizlikle üzerinde durduğu bir husus da çocuklar arasında eşit muâmele yapılmasıdır. Çocuklara yapılan farklı muâmeleyi, “zulüm” olarak bildirmiştir.

Bir gün sahabeden Numan bin Beşir -radıyallâhu anh-, çocuklarından sadece birisine bağışta bulunmuş, diğer evladını ise bundan mahrum bırakarak,  Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in de bu bağışa şâhit olmasını istemişti.

Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem ise ona:

“-Çocuklarının arasını eşit tut! Bunu geri al! Beni şâhit kılma; ben cevre (zulme) şehâdette bulunmam. Bu doğru değil, ben ancak hakka şehâdet ederim.” (Ebû Dâvud, Sünen, İcârât, 47; Müslim, Hibât, 10, 14, 19) buyurmuştur.

Ahmet bin Hanbel’den gelen bir rivayette ise, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Çocukların, senin üzerindeki haklarından biri, onlara eşit davranmandır.” buyurmuşlardır.

Bu hadislere dayanan âlimler, çocuklar arasında, bir ebeveynin “ihsan ve atiyyeden tut, öpücüğe varıncaya kadar, zâhire akseden her şeyde eşit davranmasının şart olduğu” hükmüne varmışlardır.

 

Farz-ı Ayn ilimleri öğrenme hakkı

Bir baba, çocuğuna, “zarûrât-ı dîniyye”yi, yani en az îmanını koruyacak ve dînî vecibelerini yerine getirebilecek kadar dînî bilgiyi öğretmelidir. Kendisi öğretemiyorsa, öğretecek ehil ve güvenilir bir hocaya teslim etmelidir. Bu, evladının hem dünya, hem de âhiret saâdetini düşünen her babanın en mühim vazifesidir.

 Âyet-i Kerîmede şöyle buyrulur:

“Ehline namazı emret. Kendin de ona sabır ile devam et!” (et-Tâhâ, 132)

Hadîs-i şerîflerde de şöyle buyrulmuştur:

“Çocuğun babası üzerindeki haklarından birisi de aklı erince, ona namazı öğretmesidir.”

 “Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona yazı, yüzme, atıcılık öğretmesi ve sadece temiz olanlarla rızıklandırılmasıdır.”

 

Evlendirilme hakkı

Ebû Hüreyre’den gelen bir rivâyette Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Çocuğun, babası üzerindeki bir hakkı, büluğa erince evlendirilmesidir.”

Bir başka hadîs-i şerîfte ise, vakti geldiği hâlde evlendirilmezse ve bu durum, gencin günah işlemesine sebep olursa, bundan baba sorumlu tutulmaktadır:

“Kimin bir çocuğu olursa, ismini ve edebini güzel yapsın. Büluğa erince de onu evlendirsin. Çocuk, büluğa erdiği hâlde evlendirilmez, o da bu yüzden bir günâh işlerse bunun günahı baba üzerinedir.”

* * *

Yazımızı, güzel dinimizin çocuk hakları hakkındaki güzel prensiplerini ortaya koyan bir demet hadîs-i şerif ile bitiriyoruz:

“Çocuklara muhabbet, ateşten korunmaya sebeptir. Onlara ikram, sırattan geçmeye vesîledir. Onlarla birlikte yemek, cehennemden kurtuluş beraatıdır.”

“Çocuklarınızı çokça öpün. Çünkü size, her öpücük için cennete bir derece verilecektir.”

“Anne ve babının, evladı hakkındaki duânın kabulü, peygamberin ümmeti hakkındaki seri’ül- icâbe (süratle kabul) olan duâsı gibidir.”

“Çocuğunun, kendisine evlatlık vazifesini yerine getirmede ona yardımcı olan babaya, Allah rahmetini bol kılsın.”

* * *

Gelecek sayılarımızda İslâm’ın verdiği bu hakları daha teferruatlı ele almaya gayret edeceğiz. Rabbim, cümlemize her hak sahibinin hakkına riâyet etme firâset ve gücünü nasip eylesin! Âmin.

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle