Hiç Birimizin Nefsi Masum Değil

Âilemiz, yuvamız bizim huzur ve mutluluk kaynağımız olacakken, cehennemimiz, en büyük imtihanımız da olabiliyor.

Karşılaşmaktan korktuğumuz bütün zorluklardan korunmak için sığındığımız evimizde güven içinde değilsek, sığınacak yerimiz başka neresi olur? Böylesi çirkin cinsel tâcize mâruz kalan çocuk ya da genç, nereye kaçsın? Nereye sığınsın? Yaşadığı şeylere boyun eğip kendisini korumasız, güçsüz, yalnız ve çaresiz hissedip bu çirkinliğe katlansın mı, yoksa evinden mi kaçsın? Ya rûhundaki parçalanmışlığı, hayal kırıklığını nasıl tamir etsin?

 Hacettepe Üniversitesi öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Aylin Görgün Baran ve Yard. Doç. Dr. Nüket Paksoy Erbaydar yaptıkları araştırmalarda yetişkin kadınların % 20’sinin, yetişkin erkeklerinse % 5-10’unun çocuklukta cinsel istismara uğradığı ve istismar eden kişilerin büyük kısmının çocukların tanıdığı kişiler olduğunu ifade ediyorlar. En yakınların yaptığı cinsel istismar (ensest), fizikî, rûhî ve sosyal sonuçları en ağır problemlerden biridir ve tesiri ömür boyu devam eder.

Yine bu araştırmaya göre, cinsel istismâra mâruz kalan kişilerde pek çok fizyolojik rahatsızlıkla birlikte kaabiliyetlerinde gerilik, çocuk suçluluğu, şiddet ve diğer riskli davranışlar sergileme, depresyon ve anksiyete, gelişmede gerilik, yeme ve uyku bozuklukları, utanç ve suçluluk duyguları, hiperaktivite, sosyal işlevlerde zayıflık, okul başarısında düşüklük, okulu bırakma, evden kaçma, erken yaşta evlenme, gayr-i meşrû ilişkilerde bulunma, azalmış öz-benlik saygısı, post-travmatik stres bozukluğu, psikosomatik bozukluklar, intihar ve diğer kendine zarar verme davranışları görülüyor. Bu mazlumlar, yetişkinlikte de şiddet görmeye devam ediyorlar.

* * *

Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Yûsuf’un:

“Ben, nefsimi aslâ temize çıkarmam, nefis daima kötüyü emreder.” (Yûsuf, 53) sözleri ile ifâde edilen âyet, bana nefsin, gönlün içinde bulunan çamurlu su olduğunu düşündürür.

Her insanın gönlünde böylesi bir çamurlu su bulunur. Karıştırıcı âmiller olmadıkça zamanla su ve çamur birbirinden ayrılır, çamur tabana çöker, su berrak bir şekilde kalır. Bu durumda gönül saf ve nettir. Bir de karıştırmaya görelim; su yine bulanır, çamur tabandan suyun her tarafına yayılır.

Cinsel düşünceler, insanoğlunun nefsinin en büyük silâhıdır. İnsanın kalp üzerinde en etkili duyu organı ise, gözleridir. Çünkü gözleri, fotoğraf makinesine benzetirsek, makinenin çektiği filmler, kişinin kalbinde çıkıp; kalp de görüntüleri insanın aklına ve gözünün önüne devamlı getirerek kişinin irâdesini esâret altına almaktadır.

Çamurlu suyu bulandıran en büyük faktör, kişinin gözlerinin çektiği günlük fotoğrafların, devamlı akla ve gönle servis edilip çamurlu suyu bulandırmalarıdır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hânesini ziyarete gelen âmâ İbn-i Ümmü Mektûm’un yanında tesettürüne dikkat etmeyen eşlerini ikâz için söylediği söz:

“O sizi görmüyorsa da, siz onu görüyorsunuz.” ifâdesi olmuştur.

Bu söz, gözlerin bu hususta ne kadar da hassas iş çıkardıklarına en büyük işarettir. Kur’ân-ı Kerîm’de bizi, bizden çok daha iyi tanıyan yüce Rabbimiz, ilk önce, bize dâima kötüyü emreden gönüldeki bu çamurdan ve su gibi tertemiz olan ruhtan bahsetmekle birlikte, bu suyun nasıl dâimâ duru kalabileceğini, hangi durumlarda bulanık olabileceğini bizlere bildirmektedir. Suyu bulandırmamak, nefsi galeyâna getirmemek için de kurallar koyar ve dikkat etmemiz gereken hususları titizlikle anlatır.

Nûr Sûresi’nin 58. ve 59. âyetlerinde:

“Ey îmân edenler! Başkalarının evlerine girmek istediğinizde, önce selam vererek izin isteyin, izin verilirse girin! Verilmezse geriye dönün. Kendi evinizin içindeki hâne halkı da, birbirinin odalarına geceleri izinsiz girmesinler. Gündüzleri de istirahat anlarında, üzerlerinin açık olabileceği vakitlerde, habersiz olarak odaya dalmasınlar!.. Sizin için hayırlı olan budur!” buyurulmaktadır.

Özellikle üç vakit üzerinde önemle durulur:

1-Sabah namazı öncesi,

2-Öğle vakti elbiselerinizi çıkardığınız zaman,

3-Yatsı namazı sonrasının mahrem vakitler olduğu bildirilmektedir.

Atâ bin Yesar anlattığı bir hâdiseye göre, Allah Rasûlü’ne gelip annesinin yanına girerken her defasında izin istemesinin gerekip gerekmediğini soran bir sahabîye, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sıkı sıkı “her defasında izin istemesini” tembih etmiş ve bu iznin ehemmiyetini anlatmak için de:

“-Annenden izin iste, onu çıplak olarak görmek hoşuna gider mi?” diye sormuştur. (Bkz: Muvattâ, İstizan, 1)

İnsan, en yakını olan annesinin yanında bile mahremiyete dikkat edecek olursa, diğer insanlarla münâsebetlerinde bu işin hassâsiyetini düşünmelidir!

Başka bir defasında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Kadınların yanına tek başlarına iken girmekten kaçının.” buyurmuştur.

Bu hadîsi dinleyenlerden birisi:

“-Kocasının (kardeş, amca, amca oğlu gibi) yakınları da mı?” diye sordu.

Aleyhissalâtü vesselâm:

“-Yakını ölümdür!..” buyurdu. (Tirmizî, Radâ, 16; Ahmed b. Hanbel, IV, 149, 153)

Kurtubî der ki:

“Hadîsin mânâsı şudur: «Kocanın yakınlarının, kocanın karısının yanına girmesi, kötülük ve fesadda ölüme benzer. Yani bu, açıkça bilinen bir haramdır. Halkın bu husustaki gevşekliği sebebiyle Rasûlullâh, ondan sakındırmak ve daha dikkatli olunmasına dikkat çekmek için ölüme benzetti.” (İbrahim Canan, Kütüb-i Site Tercüme ve Şerhi, 10/226 vd.)

Nevevî, “hadisteki “hamv” kelimesinden maksadın, kadın bekâr olsaydı evlenmesi helâl olan kocanın kardeşi, kocanın kardeşinin oğlu, kocanın amcası, kocanın amcasının oğlu, kocanın kız kardeşinin oğlu ve benzerleridir. Toplumun âdeti gereği, bu sayılanlar konusunda epeyce gevşeklik gösterilir, erkeğin erkek kardeşi, kardeşinin hanımıyla yalnız kalır. İşte Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu ölüme benzetmiştir. Yani bu, yasaklamada yabancı olanlardan daha önce gelir.”

* * *

Kalbi bulandırmamak için, çamur olan nefsin, rûh suyunu bulandırmaması için, suyu bulandırıcı sebeplere dikkat etmek gerekir. Şöyle ki:

-Anne ve babaların cinsel içerikli her türlü hareketleri, çocuklarının gözünden uzakta, kendilerine ait olan husûsî odalarında yapmaları gerekir.

“Çocuklarımız anne ve babasının birbirine duyduğu aşka şâhit olsun.”,

“Çocuklar, anne ve babasının birbirini sevmesinden mutlu olurlar.” gibi ciddiyetsiz ve ölçüsüz bir düşünce ileri sürmek, çamuru karıştıran en önemli sebepleri önemsememekten başka bir şey değildir.

Çocuklarımızı, yedi yaşına girdiklerinde mutlaka ayrı yataklarda yatırmamız gerekir. İmkânsızlık sebebi ile bir arada uyumak zorunda olurlarsa da mutlaka farklı pikelerin örtülmesi, böylece çocuklar arasında yatakta ten temasının olmamasına özen gösterilmesi şarttır.

Özellikle kız ve erkek çocuklarının ayrı odalarda yatırılması, yeni ergen olan gence ona hissettirmeden çok dikkat edilmesi, kardeşleri ile ilişkilerinin yakından takip edilmesi gerekir. “Onlar kardeş!.. Kardeş, kardeşine zarar vermez!” diye bu hususu önemsememek ve tedbir almamak, ilerde çok ağır bedeller ödettirebilir. Çünkü kardeş dahî olunsa, nefis, aslâ mâsum değildir. Dâima çirkin olanı emreder.

Çocukların odasına kapıyı çalmadan girmemeli, onlara da bizim odamıza ya da birbirlerinin odalarına girecekleri zaman mutlaka kapıyı çalıp izin isteyerek girmeleri gerektiği öğretilmelidir.

“-Özel idârede miyiz, bu kadar resmiyet ne kadar doğru?! Âile içinde bâri teklifsiz olalım, biraz rahat olalım, lütfen zorlaştırmayalım, hayatı kasmayalım.” gibi cümleler kurmak, nefis çamurunu karıştıran sebepleri önemsememek olur.

Ev içinde göğüs ve diz kapağına kadar bölge, evlenilmesi haram olan kişiler arasında dahî haramdır. Ebeveynler de, çocuklar da ev içinde göğüs ve diz kapağına kadar olan bölgeyi kapatmak zorundadır. Amca, teyze, hala, dedeler, nineler ile evlenmesi haram olsa dahî bu kişiler arasında tesettür sınırlarına son derece dikkat edilmesi gerekir.

Kısa şortla, sadece üst bedenin örtülüp bel ve göbeklerin açık olduğu kıyâfetlerin, anneler tarafından erkek çocuklarının yanında; kız çocuklarının da babaları ve erkek kardeşleri, dayı, amca ve dedeleri yanında giyinmeleri haram olup, özellikle bu husus, son derece dikkat edilmesi gerekli bir husustur.

Bu terbiyenin çocuklarımıza ergenlikten çok daha önce öğretilmesi gerekir.

“-Çocuklarımızın yanında da çarşaf giyelim bari!..” demek, işi abartarak Allah ve Rasûlü’nün belirlemiş olduğu bu sınırı önemsememek demektir.

“-Sizin kalbiniz pis!.. Bizim kalbimiz temiz. Kalbi pis olanlar, bunlara dikkat etsin!..” demek, realiteden son derece uzakta kalmak demektir.

Hiç kimse, bir başkasının kalbinin temizliğini ölçemez, bilemez. Kendi kalbimize güvensek dahî (ki güvenemeyiz; çünkü nefis, daima kötülüğü emreder ve kula, kötülüğü emreden nefsine, nefes aldırmamak düşer) karşımızdaki insanın kalbini aslâ bilemeyeceğimiz muhakkaktır.

Yine kardeşlerin birlikte banyo yapmamaları, anne ve babanın da çocuklar tek başlarına banyo yapabilecek yaşa geldikleri an, onları yıkamaktan vazgeçmeleri, zarûrete binâen yıkayacaklarsa da peştamal kullanmanın öğretilmesi gerekir.

“-Ben oğlumu da, kızımı da akîl-bâliğ olana kadar yıkadım. Onlarla birlikte banyoda bulundum. Öz evladımı ben yıkamayacaksam, kim yıkasın artık!.. İnsanın kalbi bu kadar bozuk olmamalı. Bir adamın kalbi bozuksa, isterseniz evde çarşafla gezin yine o kötülük yapacaktır.” demek de kalpteki çamur olan nefisten habersiz olma gafletinden başka bir şey değildir. Çamurlu suyu bulandıracak sebepleri önemsememek, akıl zaafiyetine işaret olsa gerektir.

Her ne kadar bir erkeğin, iki kız kardeşi ya da hala ile yeğeni, teyze ile yeğeni aynı nikâh altında tutması dînen haram olsa da… Teyzemizle, halamızla, ablamızla, kız kardeşimizle evli oldukları müddetçe eniştelerimizle evlenmenin dînen haram olduğunu bilsek dahî… Kardeşimiz öldüğü ya da kardeşimizden ayrıldıkları ân onlara nikâh düşeceğinden, enişteler yanında da tesettüre, edebe riâyet etmek gerekir.

Baldızına âşık olan, eniştesi ile kaçan pek çok insan var.

“-Aaa! Ben eniştemi ağabeyimden ayırmam; çok severim. O da beni kız kardeşi gibi sever. Biz eniştemle birlikte birçok şeyi paylaşırız, aynı kardeş gibiyiz. O da benim anneme anne, babama baba diyor, öyleyse kardeşimdir.” demek de kuralların herkes için geçerli olduğunu, kişilere özel olmadığını bilmeme cehâletinden kaynaklansa gerek.

Bizim dinimiz, akla ve mantığa önem veren bir dindir. Kuru romantizm dîni değildir. Deveyi bağlamadan, Allâh’a tevekkül etmeyi aslâ kabul etmez. Tedbir gibi akıl yoktur. Tedbir alındıktan sonra başımıza gelen ise, kaderimiz olur ve günâha sebebiyet vermeden başımıza geldiği için mes’ul olmayız.

 Evde en akıllı elektronik cihazımızı bile evden çıktığımız zaman fişe takılı bırakmıyoruz. Evimizin yanmasından, sigortanın kısa devre yapıp evi yakmasından endişe edip her türlü tedbiri alarak tatile çıkıyoruz.

Evlerimizi, arabalarımızı sigortalatıyor, deprem sigortaları yaptırıyoruz. Bunun için ne kadar yüksek bedeller ödüyoruz. Kısacası dünyaya dâir hiçbir şeyi tedbirden uzak yaşamıyoruz. Evrensel kaideler koyan, bizi, bizden çok daha iyi bilen Allâh’ın kanunlarını önemsememek, basite almak ve bunu da “temiz kalpli olmak” gibi gaflet kokan kelimelerle ifâde etmek, aklımızın acziyetinin bir işareti olsa gerek...

Allah -celle celâlühû- bizi bir an bile nefsimiz ile baş başa bırakmasın. Hiç birimizin nefsi mâsum değil çünkü!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle