ASIL DÂVÂ

Otobüs durağında liseli iki genç, oturdukları bankta edebe muhalif hareketlerle birbirleri ile haşır-neşir olurlarken etraftakiler söylenip kınamaya başlarlar:

“-Vay iffetsizler, bunlar da genç olacaklar!..”

“-Gelecek bunlara emanet edilecek bir de…”

“-Bunlardan memlekete ne fayda gelir ki?!”

 Gençler, kimseyi takmadan yapacaklarına devam ederler. Yaşlıca bir hanım, gençlerin yanına yaklaşır ve elinde bastonunu ikisine de göstererek:

“-Çabuk buradan defolun. Siz evlilerin bile orta yerde yapamayacakları şeyi sıkılmadan, utanmadan nasıl yaparsınız?”

 Gençler oturdukları banktan doğrulurlar ve yaşlı teyzeye:

“-Sen kimi, nereden kovuyorsun? Burası senin evin mi? Ne yapıp yapmayacağımıza sen mi karar vereceksin?! Sana ne oluyor ki, bize karışıyorsun? Sen git, kendi torunlarına karış, karışabiliyorsan tabiî ki…”

 Yine de bankta oturamazlar, kalkar giderler. Çevreden kimse sesini çıkaramaz. Gençler gidince etraftakiler konuşmaya devam ederler:

“-Yazıklar olsun bunları yetiştiren ana-babaya. Şunların verdiği cevaplara bir baksana…”

Gençlerin bu rahatlığının mutlaka sebepleri var. Gerek medya faktörü, gerekse aşılanan “Bana kimse karışamaz!” mantığı ile şişirilen benlikler… Toplum olarak yaşanan büyük değişikliklerle insanların değer anlayışları da değişti. Gençler özellikle okudukları “Yüreğinin götürdüğü yere git!..” türü kitaplarla, “Gönlün neyi isterse onu yap ki, mutlu olabilesin!..”, “İstediğin her şeyi yapabilirsin, sen sadece kendine karşı sorumlusun!” düşünceleri ile yetişiyorlar. Feminizm ve benzeri akımlarla da, “Bu bedenin sahibi benim ve ben bedenimi istediğim gibi kullanırım.” düşüncesi, gençleri ciddi mânâda pişkinleştirdi. Bütün gençler aynı mıdır? Kesinlikle hayır.

Belki bu hâdisedeki gençlerde câhil cesareti olduğu için böyle cüretkârca davranıyor ve insanlardan çekinmiyorlar. Onların bir büyükleri, büyük (!) iş adamları ve benzerleri yurt dışında, tatil vb. yerlerinde yapıyorlar yapacaklarını… Hayâsızlığı alenî değil, belki gizli yapıyorlar.

Otobüs durağındakilerin “iffetsizler” diyerek yaftaladıkları gençler, neden iffetsiz?

İffet; çirkin söz ve fiillerden uzak kalma, hayâ ve edep dairesinde bulunma, doğruluk, dürüstlük ve ahlâkî değerlere bağlılık üzere yaşamak mânâlarına geliyor. “İnsanın arzularını, hevâ ve heveslerini, aklının ve inancının kontrolünde tutarak, Allah ve insanlar nezdinde kendisini küçük düşürecek davranışlardan sakınmasını sağlayan bir fazilet iffet.”

 Fıtratın kabul etmediği, dinin uygun görmediği ve âyetler ile açık bir şekilde nehyedilen durum, iffetsizlik... Yüce Mevlâmız, Nûr Sûresi, 19. âyet-i kerîmede:

Îmân edenler arasında kötülüğün, hayâsızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da, âhirette de elim bir azap vardır.” buyurmaktadır.

Mü’minûn Sûresi, 1-8 âyetlerde ise:

“Mü’minler, namazlarını huşû içinde kılar; boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirirler. Zekâtlarını verir, iffetlerini korur, emânet ve ahitlerine riâyet ederler.” buyrulmaktadır.

Gençlerin alenen birbirlerine çok yakın (!) davranmaları, bir nevî iffetsizlik olmakla birlikte, onları zevk ile seyredenler de iffetsizdirler. O gençlerin bu derece özgür olmalarını teşvik eden dizi, haber vb. programların yapımcıları da, televizyon kanalları da “iffetsiz”... Gençlere, “küçücük yaşlarında cinsel ilişkiler yaşayan liseli gençler” dizileri sunup da onları bu derece eleştirmek, hattâ evde çocuğu ile birlikte oturup bu dizileri seyreden kimselerin bu tür eleştirileri yapmaları da bir “iffetsizlik”... Onca diziler oynuyor, gençleri ifsat edici… Onların ahlâkını bozup maneviyatlarını harap edici, ama hepsi de reyting rekorları kırıyor. O zaman o reyting rekorlarının kırılmasına sebep olan o dizilerin yayından kaldırılmaları ile mücadele etmeyen izleyiciler de iffetsiz değil midir?! Gençlere edebi, ahlâkı öğretmeyen anne babalar da aynı şekilde...

Hazret-i Mevlânâ, her türlü suça bulaşmış ve bu sebeple Konya meydanında asılmış olan bir gencin, ayaklarına sarılıp gözyaşı döker ve:

“-Affet bizi sana yetişemedik, sana dini öğretemedik; biz senden çok daha suçluyuz. ” der.

Her ne günah işlerse işlesin insanlar, onların şahsını kınamak da bir nevî iffetsizlik... Çünkü buğz edeceksek kişilere değil, yapılan fiile buğz edip çarelerini araştırmak gerekli iken bunun en kolay olanını seçip, insanları kınamak ve yaftalamak en âciz ve edepsizcesi…

İnsanın nefsânî ihtiyaçlarını karşılayabileceği helâl dairesi yeterli iken bununla yetinmeyip arzu ve heveslerinin esiri olarak haramın içine düşmesi iffetsizliktir. Çünkü kişinin kendi şahsiyet ve haysiyetini koruması iffet ve hayâdır. Cinsel isteklerle birlikte her türlü nefsânî arzulara aşırı düşkünlük de bir nevî iffetsizlik… Kişinin arzularını dizginleyememesi iffetsizliğe kadar götürüyor insanları… Çünkü arzularımızı dizginleyemediğimiz zaman hayvanlaşıyoruz. Hayvanlar, davranışlarından mes’ûl değilken biz her fiilimizden mes’ul olduğumuz için onlardan da daha aşağı duruma düşmüş oluyoruz. Çünkü hayvanların kullanacakları irâdeleri ve akılları yokken Allah Teâlâ insana, hem akıl, hem irâde bağışlamış. Hem de her davranışını tartıp, ölçüp biçerek değerlendirebileceği bir vicdan vermiş. Öyle olduğu için bu büyük malzemeleri kullanmayıp da nefsin peşinden koşturup durmak iffetsizliktir.

 “İffetli olmak isteyeni Allah Teâlâ iffetli kılar.” (Buhârî, Rikak, 20) buyuruyor Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde...

Kişi, iffetli olacağına dair bir irâde gösterirse, Allah Teâlâ da kuluna iffetli olmayı nasip edip kolaylaştırıyor. Bu, çok hamd edilecek bir nîmet… Hem de yüce Mevlâmız iffetli olanlara, iffetini koruyanlara büyük mükâfatlar vaad etmiştir.

Etrafta açık saçık, edebe riâyet etmeden dolaşan kadınlar için “Su testisi su yolunda kırılır.” gibi sözler söyleyip, tecâvüz edilmeyi hak ettiklerini îmâ etmek, onların erkekleri tahrik ettiklerini söyleyerek suçu tamamen onlara atmak da aslâ doğru olmaz. İnsanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını ve akla uygun davranmasını önleyen nefsânî arzuları olan “hevâ”sı varsa da, kişinin hevâsının karşısında kullanacağı büyük bir silah olan “akıl, irâde, vicdan” da Allah Teâlâ tarafından kendisine yeteri miktarda verilmiştir.

Hadîs-i şerîflerde “en güçlü mü’min”den bahsedilirken bu mü’minin “elinde kötülük yapacak güç var iken kötülük yapmayan kişi” olduğu haber veriliyor. Bu sebeple irademize sahip olmayıp da tahrik unsurlarına suçu yüklemek, sadece kolaycılığa kaçmaktır.

“Güzel ve zengin bir hanımın, kendisini dâvet etmesine rağmen buna itibar etmeyip «Ben Allah’tan korkarım» diyen erkek, mahşer yerinde Allah Teâlâ’nın Arş’ının gölgesinde gölgelenecektir.” (Buhârî, Rikak, 24) hadîs-i şerîfine binâen dâvet kimden gelirse gelsin, reddetmenin mükâfâtının ne büyük rahmet olduğu bizlere ifade ediliyor.

Herhangi bir karşı cins tarafından dâvet gelmeden kişilerin Allah’tan hayâ etmesi ve Allâh’ın sevgisini kaybetme endişesinden dolayı kendisini derleyip toparlayıp geri çekilmesi îmânın en büyük lezzetlerindendir.

“Dişi köpek kuyruk sallamayınca, erkek köpek peşinden koşmaz.” diye öğretirler bizim toplumumuzda… Bu sözler belki de kadınları dizginlemek için söylenmiş bir sözdür. Fakat bu söz, Kur’ânî yaklaşıma uymaz, çünkü kadın olsun, erkek olsun zaafları ile mücadele etmek zorundadırlar. İffet, hayâ en çok kadına yakışırsa da, iffet ve hayâ her iki cinste de bulunması gereken en önemli fazilettir.

Kadın ve erkek, birbirinin cazibe merkezi olmuşlardır, kâinât yaratılalı beri. Küçücük ilkokul öğrencileri birbirlerine âşık olmaya, birbirlerine mektuplar yazmaya başlamışlar. Eskiden ergenlikten sonra gençlerin duygularına yerleşen hâller şimdi küçücük beyinlerde daha hormonlar çalışmadan yerleşmeye başladı. Akıl-bâliğ olmak, dînî müeyyideler açısından sorumluluk çağının başlangıcı olarak kabul edilir ve ergen gençler, daha çok cinsel duyguları ile mücadele ederlerken şu anda akıl-bâliğ olmadan bu işlerin peşinde koşan ve “âşık” olduğunu söyleyen küçücük beyinler, neredeyse ilkokullarına ve anaokullarına inmiş durumda...

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; “Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur.” (Hâkim, IV, 170/7258) buyurmaktadır. Nûr Sûresi’nin 30. âyet-i kerîmesinde:

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu davranış, onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” buyruluyor. Yine aynı sûrenin 31. âyet-i kerîmesinde de:

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesnâ, ziynet (yer)lerini göstermesinler…” buyrulmakta…

Bu hususta yüce Rabbimizin âyetlerine uymak, iki cihan saâdetimizin sebebi olacaktır. Zira dünyada en büyük rezâletler, hattâ cinâyetler, iffetsizlikten kaynaklanmaktadır.

Kimin kuyruğu önce salladığından ziyâde, kişinin suçu başkasında aramaktan, “Beni tahrik etti.” gibi kusurunu hafifletici sebepler bulmaya çalışmaktan daha önemlisi, “Ben hangi günahı, kime karşı işliyorum?!” düşüncesine sahip olmaktır.

Dâvâ, kişinin kimseyi suçlamadan önce kendi iffetine sahip çıkması dâvâsıdır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle