HİSSEDİŞ

Güneş farklı doğar, Medîne’de… Sabahın ilk ışıkları gözümüzden gönlümüze yerleşir. Sabah namazında biraz serindir hava, ama akşama kadar ısınır, kemiklerimize işler. Medîne’nin güneşi kimseye zarar vermez.

Çok güzel eser rüzgâr Medîne’de… Ilık ılık, yumuşacık, okşar gibi… Soğuk değildir, üşütmez, ürpertmez insanı, huzur verir… Sanki dünyanın tüm rüzgârlarının selâmlamasıdır Medîne’yi, Efendimiz’i…

Şehirlerin kıymeti, sâkinleri ile bilinir. Bir şehir ki, bağrında âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Efendimiz’i taşır. O şehir, başımız gözümüz üstündedir. O şehir, mübârek beldedir.

O’nun taşı muhabbet, suyu muhabbet, havası muhabbettir. Gönül huzur bulur, o muhabbet hâlesi ile…

 

Girersiniz Mescid-i Nebî’nin avlusuna, Ravza’ya bakan kapılardan… Başınızı hafif kaldırırsınız; birden yeşil bir nûr bürür gözlerinizi… Efendimiz’in yeşil kubbesi ağır başlı, vakur, samimiyetle, merhametle ve muhabbetle bakar size; siz de ona hayranlık ve mahcubiyetle…

 

Öylece bakamazsınız başınız yukarda, hemen düşer başınız öne, boynunuz bükülür. Gönlünüzün pınarları gözünüze dökülür. İnce bir yaş olur, süzülür. Salavât getirirsiniz:

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Habîballah

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Seyyide’l-Evvelîne ve’l-Âhirîn

Ve selâmün ale’l-mürselîn

Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn…

 

Gönlünüz hasretine kavuşunca, kavuşunca ruhunuz O’na; kanatlanır, çırpınır. Bu hâl vücudunuzun her hücresini sarar. Bütün beden huşûya kapılır; kıpırdayamazsınız. Öylece kalırsınız, öylece…

 

Cesaret bulursanız, tekrar başınızı kaldırırsınız. Sanki Efendimiz karşımızda imiş gibi edeple… Bu kez gözyaşlarınızı durduramazsınız. Gözlerinizdeki sevgiyi, muhabbeti, hasreti sadece gönlünüz bilir, kimse bilemez. Coşarsınız bu kez:

“Efendim!” dersiniz:

“Efendim! Sana geldim, kabul buyur!.. Bu âcizin tek sermayesi, Seni sevmektir. Bu âcizin tek muradı, Seni hissetmektir. Namazda mihrapta Sen varmışsın gibi… Mescidinde sohbet halkandaymış gibi, Sanki ashâbın arasında Seni dinliyormuş gibi… Sanki kızın Fatıma’yı kucaklarken yanı başınızdaymış gibi… Sanki Hasan ve Hüseyin’i öperken görüyormuş gibi… Uhud, Seni görüp de muhabbetinden, heyecanından sallanırken Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’la birlikte oturuyormuş gibi… Ravza’na yüz sürmeye gelince,

“Kabrimi ziyarete gelen, gerçek hayatta beni görmüş gibi olur.” fermânınla, karşımızda Seni görüyormuş gibi…”

 

Ne olur bu güzel duyguları, bizlere de hissettir Yâ Rabbi! Hissettir Allâh’ım!..”

Hissedersek gaflet gider, nefis kahrolur. Gönlümüz ile ruhumuzun sözü geçer duygularımıza… Hissettir yâ Rabbi, bizlere Efendimizi, Hissettir Efendimize, bizim sevgimizi… O da sevsin tekrar yanına istesin bizi!..

 

Yürürsün Mescid-i Nebî’nin avlusunda… Göklerdeki, yerlerdeki melekleri incitmeden dikkatle… Atarsın adımlarını huşû içinde… Girersin, Mescid-i Nebî’den içeri, ilk önce başını koyarsın secdeye, şükür niyetine… Hamd niyetine…

“Sübhânallâhi ve bi hamdihi” binlerce kere…

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle