HACDA ALIŞ VERİŞ VE HEDİYELEŞME ÂDÂBI

Din kardeşimizi seviyorsak, sevdiğimizi sözlerimizle ifade etmemiz sünnettir. Özellikle sevginin perçinleşmesi için hediyeleşmemiz de sünnettir. Bizim dinimiz, mümin olmanın esası olarak “birbirimizi sevmeyi” emredip, sevginin temininde de yol haritasını gösterir. İslâm’ın esasları olan ibâdetlerin özünde ve temelinde bunu görmek mümkündür. Zekâtın, sadakanın, haccın, namazın, orucun özünde de bu vardır ve din kardeşlerimizle bütünleşme, sevgi bağlarının kuvvetlenmesi hemen kendini gösterir. Bu durum, sosyal bütünleşmeyi de sağlar.

Ramazanda iftar dâveti için gidilen eve “hediye” ile gidilir, ev sahibi misafirlerini uğurlarken “diş kirası” adı altında hediye verir. Doğumla birlikte başlayan hediyeleşme, sünnet, düğün, iftar, hasta ziyareti vb. pek çok sebeple devam eder. Gelenekler tarzı belirlese de “özünde sünnete ittibâ” vardır.

Hediyeleşmek, öyle çok basit bir hâdise de değildir; görgü, nezâket, incelik gibi birçok özelliğimiz, hediyeleşme biçimimiz ve hediyeleşme sebebimiz noktasında kişiliğimizi ele verir. Maddî külfeti fazla hediyeler vermek sûretiyle karşımızdaki insanı yük altında bırakmakla birlikte, verilen her hediyenin karşılığını beklemek ve karşılığını beğenmeyince de her türlü dedikodu ve gıybeti mübah görmemiz, bu işin pek de kolay olmadığını gösterir bize... Zaten amellerimiz de niyetlerimizle sorgulanmaz mı?

Bizim geleneklerimizde kökleşmiş hediyeleşme sebeplerinden birisi de hacca giden kişiye hediye götürmektir. Götürülen hediyeler, kişilerin yaşadıkları ortamlar ve kültürü ile yakından irtibatlıdır. Hacca giden kişiye bazı bölgelerde kesme şekerden iç çamaşırına kadar, havludan kenarları nakışlanmış yazmalara kadar gelenek-görenek dediğimiz, toplum içinde genel geçer kabul görmüş, an’anelerin belirlediği kanunlar neyi uygun görmüş ise, o kanunlara gizliden sadakatle uyulur. Hacca gidecek kişiye elde hediye ile gitmek ve duâ edip, duâsını istemek; hem görgü kurallarımızdandır, hem de sünnete uygun olan bir davranış şeklidir. Tabiî ki götürülen hediyeler, kişiye karşı duyulan yakınlıkla, kişinin sosyal statüsü ile yakından ilgilidir. Ne kadar eşitlikten söz etsek de, hiç de öyle olmaz. Tabiî, götürülen hediyeler nasıl yorumlanır bunlar çok meçhul olmakla birlikte hep, “Getirilen hediyenin çok beğenildiği söylenilip, neden zahmet edilip de bu külfetin altına girildiğine” dair nezâket sözcükleri mutlaka tekrarlanır. Hacı adayımız da hac dönüşünde, bu hediyelere bir karşılık getirir. “Al gülüm, ver gülüm” tarzı bir şekilde olsa da bu hediyeleşme; hiçbir şekilde fiilen hediye getirme mecburiyeti olmasa da toplumun kıstaslarındandır ve uyulur.

Hacca gidecek kişi, hac ibadeti için gerekli parayı biriktirmekle birlikte hediyelere ayrılacak maddî miktarı da ayarlamak zorundadır. Hediye için gerekli miktarı ayarlayamadığı için haccını erteleyen kişileri görmek bile muhtemeldir. Hediye getiren kişilerin isimleri kaydedilecek ve beklentiler karşılanmaya çalışılacak. Maddî açıdan çok değerli hediye getiren bir kimseye, hediyesine denklikte bir hediye getirilmeli ve hac dönüşü yapılan ziyarette hediye takdim edilmelidir. Doğrusu ağır bir hediyenin karşısında ezilmeyi de kimse istemez. İş bu noktaya gelince de hac ibadeti farklı bir boyut kazanıverir; hacda alışveriş… İnsanlar huzur içinde ibadet mi edecekler, yoksa alışveriş mi yapacaklar?!

Bir de çok yakınların hacca beraberimizde götürmemiz için verdiği kumaşlar, kemerler, tülbentler vardır. Memleketten aldığı başörtüyü, hacca giden kardeşine verip Kâbe’nin duvarlarına sürmesini isteyenini de gördüm, özel bir kumaşı hacca gidene verip bunu beline dola da öyle tavaf yap diyeni de... Hacı adayı ile birlikte mukaddes beldeleri gören bu kumaşla mânevî huzur alacağına inanmış insanları da gördüm. Mesele bu kadar abartı boyutlarına taşınırken hâdisenin özünde muhabbet olsa da, bu muhabbetin sıhhati kalpteki niyetler açısından tartışmaya açıktır. Ne derece Kur’ânî olduğu, İslâmî olduğu da şüphe götürür. Meselâ bir tane hanım, hacca kemer göndermişti. Sebebine gelince, bu kemer çocuğu olmayan hanımların beline takılacak ve böylece çocukları olacaktı. Bana anlatan kişi, tasdikimi almak için değil, “Öğren, sen de tavsiye et!..” tarzında anlatıyordu. Zira bazı kişilerde tatbik edilmiş ve faydası da görülmüştü kendilerince, akıl ve mantıktan uzak olsa da…

Hacdan gelen eşyanın mukaddesâtı vardır ve Türkiye’den alınıp da takdim edilen hediyeler pek de makbul görülmez. Her ne kadar din görevlileri:

“Mekke ve Medine’den alınan hediyelerin bir kutsallığı yoktur. Boş yere millî serveti dışa aktarmayın ve hacdan getirdiğiniz hediyelerin aynısı Türkiye de var. Hediyelerinizi, Türkiye’den alın ve ülkemiz kalkınsın. O daha hayırlıdır. Nihayetinde Mekke ve Medine’den aldığınız hediyeler de yabancı ülkelerden alınıp satılmaktadır. Aynıları, hatta daha güzelleri Türkiye’de de var.” deseler de hacılarımız tarafından ne derece itibar edilir bilinmez.

Zaman her şeyi değiştirir gerçekten… Ben eskiden hacca giden kardeşlerimizin getirdikleri, hurmasından zemzemine, seccadesinden tespihine, ezan okuyan saatinden kokusuna, hacı tülbentine kadar -bunlar saymakla bitmez- memleketimizde satılacak deseler inanmazdım. Memleketimizde hac sezonuyla birlikte canlanan bir sektör var, artık… Hacı adayları için büyük bir kolaylık… Yine de insanımıza göre hacdan, o beldelerden gelen çöp bile daha kıymetlidir. Türkiye’den alınıp da takdim edilen hediyeler, aldatma gibi gelir bazılarına; bazılarına ise:

“–Hediye ise hediye… Aynı şey… Ha Mekke’den almışsın, ha Konya’dan…” düşüncesi hâkimdir.

Bazılarına göre ise, Hac beldelerinden alınacak hediye başkadır, Türkiye’den alınacak hediye başkadır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da bir birlikten söz etmek mümkün değildir.

Mekke ve Medine de en çok alışveriş yapan ülkelerin başında Türk hacılarının geldiği söyleniyor. Bu durum da şaşılacak bir şey yok… Hac alışverişi yapmak, esnafın yüzünü güldüren olmanın ötesinde, bu konunun sosyolojik ve psikolojik boyutları var.

“Koskoca adam hacca gitmiş de getire getire bu iki kıytırık şeyi mi getirmiş!..” denmesin diye insanların harcadıkları çabayı küçümsemiyorum, ama bu sıkıntının altına girmek ne kadar doğru onu düşünmeden de edemiyorum.

“Eller ne der!..” derdi, bizi o kadar gerer ki; ibâdet araya kaynar gider gibi geliyor bana… Bize bu eziyeti yapan da biziz… Gelin, kız, damat, torun, oğul, dünür mutlu edilecek; unutamayacakları bir hac hatırası verilecek. Nihayetinde bin kere gidilmiyor bir kere gidiliyor.

Bir de hac dönüşlerinde hediyelerin memlekete getirilmesi sıkıntısı var ki; kilo sınırı aşılmış yükler, o hediyelere ödenen ücreti katlayarak memlekete geliyor. Huşu, huzur, feyiz, mutluluk, sinir hengâmesinde uçup gidiyor.

Hediyeleşme hâdisesini hac için düşündüğüm zaman, bu işin kârı ile zararını yan yana koyarım ve zararlar fazla gibi gelir bana… Toplum olarak öğrenmemiz gereken çok şey var. Hediyeden kasıt nedir; verilen hediye de maddî kaygı mı aranır, mânevî kaygı mı? Küçük şeyler insanı mutlu etmez mi? Hediyenin küçüklüğü ya da büyüklüğü sevginin bir ölçüsü müdür? Hacdan ana-babasının getirdiği güzel bir elbise ile “hacdan geldi havasına girmek” ya da “hacdan gelen oyuncak robotu eve gelen misafir çocuklara gösterip misafir çocukların büyükleri de hacca gittiği vakit; rekabet ortamını kızdırmak” beklentileri artırmaktan öte, kime ne faydası vardır?! Rekabet ki küçümsenecek gibi değil:

“–Anneanne hacca gidersen Ahmet’in babaannesinin getirdiği oyuncak robotun aynısından bana da getir.”

“–Arkadaşımın babasının O’na Medine’den alıp getirdiği hediye elbisenin aynısından ben de istiyorum, haberiniz olsun anacığım.”

İnanın, bu tür cümleleri en dindar âilelerin çocuklarından duymadım dersem yalan olur. Bu durum karşısında hacı adayları ne yapar;

“Emriniz başımız üzeredir.” deyip aynını mı getirir, yoksa büyük bir irâde gösterip:

“Ben mukaddes beldelere sadece farz olan ibadetimi yerine getirmek için gidiyorum. Hediye dediğin, kişinin gönlünden kopup gelendir. Önce hac farîzamı yerine getireyim. Vaktim olursa sizin için beğendiğim şeylerden alırım. Sipariş kabul etmiyorum.” mu der bilinmez…

Artvin’de görev yaparken, din görevlisi bir arkadaşım hacca gitmişti ve bir başörtüsü almak için başına gelenleri anlatmış ve en sonunda:

“–Baktım, hacıları en güzel eşarpların nerelerde satıldığını, her gün yaptıkları gezilerde öğrenmişler. Ben de onlardan rica ettim; kendilerine aldıkları modellerden bana da aldılar. Bir görsen kardeşim, aldıkları hediyeleri… Birbirlerine bakıp değiştirenleri mi ararsın, dükkân sahipleri ile ihram yasaklarına uymadan kavgavârî pazarlık edenleri mi ararsın?!” demişti.

Düşünsenize, adamcağız Kâbe’yi tavaf ediyorken, ya da sa’y yaparken, aklı-fikri alacağı şeyleri nerede bulacağı ve nasıl alacağında takılı… Kâbus gibi bir şey…

Bir hanım olmakla beraber, hediyelerin muhtevâsı konusunda en büyük takıntıların, biz hanımlarda olduğu gerçeğini de acı içinde itiraf ediyorum. Bu işi dedikodu boyutuna taşımakta da pek üstümüze yok. Bu, sadece öz eleştiri olmanın ötesinde, âcil çaresi bulunması gerekli bir mesele gibi geliyor bana… Gerçi beylerin de saat gibi, elektronik eşya gibi hediye alma özellikleri varmış; ben daha çok hanımlarla muhatap olduğum için bana durum hanımların aleyhineymiş gibi geliyor. Alışveriş ve hediyeleşme konusu, eğitim konuları arasında değerlendirilse bile başarılı olmak, insanların bu konuyu özlerinde ne kadar sindirecekleri ile irtibatlı...

Bir de kutsal yerlere gidenlerden taş, toprak isteyenler var ki, o da “muhabbet sığınağında” delinme tehlikesi olan inancımızı tekrar sorgulamamızı gerektirir. Oradan gelen toprağın ya da taşın nerede saklayacağını düşündükçe endişelerim daha da artar. Yani nereden bakarsak bakalım hacca giden kardeşlerimizin işleri pek zor.

Hep hacı adaylarımıza:

“Mukaddes yerlerdeki ibâdetlerinizi alışveriş ile bölmeyin; zemzem, hurma ve misvak dışında her ne alacaksanız memleketimizden alın.” desek de bunun çare olduğu kanaatinde de değilim.

“İnsanların gönlünü yapacağız, ele güne rezil olmayacağız.” diye hediyeleşmenin maksadını aşmak ve bunu bir rekabet ortamına çevirmek tehlikesi arz-ı endâm etmekte olup, mesele sadece memleketten alışveriş etmekle de çözülmüyor. İsrafın önüne geçilmiş olmuyor. Herhangi bir konuda bir endişe taşıyorsak, eğer bunun dîni yaşamanın mükemmelliği adına olması en doğrusu iken “Elâlem ne der?” konusuna endeksleyerek taşımak, kazançtan öte kaybı getiriyor.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, “Neye niyet edersen, hicretin onadır…” şeklinde başlayan kapsamlı hadîs-i şerîfi, hacca giden kardeşlerimizin kendilerini her dâim sorgulayıp ihlâslarını kaybetmeden, ne amaçla hacca gelmişlerse o amaca sımsıkı sarılıp, surda gedik açtırmamaları gerektiğini düşünürüm.

Kulluk çok zor bir hâdise!.. Özellikle kazanmak için gelinen bir yerde kaybetmek de çok acı… İnananlar için mütemâdiyen uyanıklık ve olayların farkında olmak gerekiyor.

Hediyeleşmede samimiyet ve içtenlik, aslında en büyük hediyedir. Ne olursa olsun gönülden olsun, her ne hediye verilirse verilsin, gönülden aksın da verilsin. Aldığımız bir hediye ile karşımızdaki kardeşimize karşı muhabbetimiz artmışsa, işte orada gönül vardır. Ve kişilerde en büyük tesiri bırakan da gönüldür.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle