Su Kasidesi -14-

Kılmağ içün taze gülzâr-ı nübüvvet revnakın

Muʻcizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su

(Katı taş, peygamberliğin gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için, onun mûcizesinden dolayı su çıkarmıştır.)

 

Sanatlar: Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in taştan su çıkarma mûcizesine bir hatırlatma olduğu için “telmih”, “Gülzâr, taze, revnak, su” kelimeleriyle “tenâsüb”, Peygamberliğin gül bahçesine benzetilmesinde “teşbih”, katı taştan su çıkmasını, gül bahçesinin parlaklığını tazeleme sebebine dayandırmasında ise “hüsn-i tâlil” sanatı yapılmıştır.

Gönül Gözüyle Mânâsı: “Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki, yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla yerinden kopup düşer. Allah yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.” (el-Bakara, 74) âyet-i kerîmesinde bulunan gerçeğin yaşandığı devirde; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanların kalplerinin taş gibi, hattâ taştan da katı olduğu bir bölgede, varlık âlemini şereflendirmiştir.

Kalplerin, merhametsizlik ve inançsızlıkta cismâniyetin en sert örneği olan taşlara teşbih edilerek (benzetilerek) ifade edilmesi, yaşanan zulüm ve vahşetin vehâmetini ifade sadedinde de çok mühimdir.

Mehmed Âkif’in:

“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!” dediği bir devirdi, o devir…

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- taştan da katı ve ölü sînelere rikkati, şefkati, rıfk u mülâyemeti ile âdeta hayat vermiş bir İlâhî rahmet suyudur.

* * *

Ashâb-ı kiramdan Abdullah bin Amr’ın torunu olan İmam Şuayb’den şöyle bir hâdise nakledilir:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e peygamberlik vazifesi verilmeden önce, amcası Ebû Tâlip ile beraber seyahat ettikleri bir esnada, amcasının susaması üzerine Araf civarındaki Zilhicaz isimli yere geldiklerinde, Allah Rasûlü ayağını yere vurmuş ve vurduğu yerden su çıkmıştır. Ebû Tâlip bu sudan içmiştir.” (Kâdı Iyâz, eş-Şifâ, I, 290)

* * *

Bir hadîs-i şerîfte peygamberlik vazifesinin verildiği ilk zamanlarda, ashâb-ı kiramdan bazıları, Mekke çevresinde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber gezerlerken, bazı ağaç ve taşların:

“-Selâm Sana ey Allâh’ın Rasûlü!” diye seslendiklerini nakletmişlerdir. (Tirmizî, Menâkıb, 6)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Cebrâil bana vahiy getirmeye başladıktan sonra, hangi taşın, hangi ağacın yanından geçsem, bana mutlaka: «Esselâmu aleyke yâ Rasûlâllah!» derlerdi.” (Kâdı Iyâz, eş-Şifâ, I, 307)

Bu ve benzeri rivayetler gösteriyor ki, cemâdât, yani cansız varlıklar bile Peygamber Efendimizi tanıyor, O’nun kadr u kıymetini biliyordu. Ama kalbi, taşlardan daha katı hâle gelmiş, gözleri kör olmuş gâfil ve kâfir kimseler; Peygamber Efendimizi bizzat gördükleri, tanıdıkları hâlde bir türlü O’nun hakikatini anlamaya yanaşmamışlardır.

* * *

Peygamber-i Zîşân Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in remzi (sembolü), güldür ve O, peygamberlik gül bahçesinin hâtemidir, sonudur.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğduğu coğrafya ve civarı (Arap yarımadası ve Ortadoğu), diğer peygamberlerin geldiği bir yer olduğu için burası bir “gül bahçesi”ne benzetilmiştir. Peygamberlik makamı olarak anılan bu bahçe, Peygamberimizle tazelenmiştir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den önceki en son peygamber olan Hazret-i Îsâ’nın insanlara nübüvvet ve risâlet çağrısını ulaştırmasının üzerinden asırlar geçtiği için insanlık âlemi, sapkınlık ve dalâlette had safhaya ulaşmıştı.

Bu sebeple güllerin tazelenmesi ve insanların doğru yolu bulmaları gerekmekteydi. Bu da  “âdetullah” üzere, ancak bir vasıta ile mümkün idi.

Kalpleri taşlaşmış, hattâ taştan da katı olmuş bu insan gürûhuna, taştan su çıkarma kudreti olan Mevlâ Zü’l-Celâl, bir rahmet ve şefkat menbaı olarak Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i göndermiştir. O’nun âlemlere rahmet vasfıyla, hem cansız denilen o taşlardan sular fışkırmış, hem de artık öldü denilen taş kalplerden îman, hidâyet ve merhamet pınarları fışkırmıştır.

“Câhiliye Devri” diye bilinen; kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, insanlık haysiyetinin kölelik müessesesiyle ayaklar altına alındığı, muhtelif ahlâksızlıkların hüküm sürdüğü çağlardan, “Asr-ı Saâdet”i lütfeden Rabbimiz, bunun tesisinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i vesîle kılmıştır. Kızını elleriyle diri diri toprağa gömen câhiliye Ömer’inden:

“-Benden sonra bir peygamber gelseydi, bu Ömer olurdu.” (Tirmizî, Menâkıb, 48) hadîs-i şerîfinin iltifatına mazhar, adâleti ile meşhur Hazret-i Ömeru’l-Fâruk -radıyallâhu anh- vücuda gelmiştir.

* * *

“Yâ Nebî!..

Yok olmayacak ve tâ haşre dek apaçık âyetlere delâlet edecek olan mûcize Sen’indir.

Ne denli günah deryasına gark olmuş olsa da, Sencileyin şefaat edicisi olan ümmete ne gam!

Sen şefkatli padişah, biz fakir köle; Sen’den bize salât (duâ), bizden Sana es-salât.

Ey şerîat emri ve nizam akdinin bağı, ey tertemiz zâtı, varlık gerdanlığının vasıtası (olan).

Lütfunun rüzgârı cehennem ateşinden geçse, hakikatin kalbi olur ve Naîm cennetine dönüşür.

Kudretinin nihayetsiz deryasında, âlem sadefe; şerefli vücudun da yetim bir inciye dönüşür.

Gölgen kimseye görünmedi. Güneşe benzersin, cisimlenmiş bir nûr ve kocaman bir rûhsun.

Ey rahmet-i Rahîm, benim işim Allâh’ın yardımına ve Senin şefaatine kalmıştır.”

(Tâcizâde Câfer Çelebi)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle