Siz Hiç ayakkabisiz yaşadiniz mi?

Üsküdar akşamını Aziz Mahmud Hudâyî ezanları süslerken, Kadıköy caddeleri yağan yağmurlarla yıkanıyordu bu akşam. Hüdâyî’de ihlaslı duâlarla açılan eller, Kadıköy’ün kararmış sokaklarına kadar uzanır durur hep. Nitekim Üsküdar, bir Allah dostunun güzelliğine mest ü hayran bir ömür geçirmiş, yaşayanlarına ruhâniyet barınağı olmuştur.

Kadıköy akşamında yağan bu yağmur, sanki daha soğuk vuruyordu taşlara. Hem kışın soğuğu öyle keskindi ki, ilikleri donduruyordu. Anne babalar çocuklarının minik ellerine yapışmış,onları yağmurdan kaçırıyorlardı. Kimileri de ayakkabıları su almasın diye hiç durmamacasına koşuşuyorlardı. Kimse bu soğukta ayaklarının ıslanmasına tahammül edemezdi.

Bütün bunlar yaşanırken merhametleri, nefislerinin hoyratlığında kaybolan bazı insanlar, çocuklarını acımasızca sokağa atmışlardı. Tıpkı küçük Cansu gibi. 9-10 yaşlarındaydı, ama küçücük omuzlarına dünyaları koymuşlardı. Her akşam evine dilenerek belli miktarda para getirmesi gerekiyordu. Ailesi var mıydı, yoksa çocuk mafyasının mı kurbanıydı bilemiyoruz. Belki de hayatı sokaklarda geçiyordu. Saatlerdir yağan yağmurda sırılsıklam olmuştu. Başını eğip çıplak ayaklarına baktı. Nasıl da sızlıyorlardı. Gerçi üşümesi ayaklarının sızlamasını unutturuyordu ya!..

Öyle ki, bedeni soğuktan bir yaprak gibi titriyordu. Kollarıyla iki yandan bedenini sardı. Ama yetmemişti ısıtmaya. Etrafındaki evlerin pencerelerine baktı.

“–Şimdi sobalarının başında ısınan çocuklar vardır. Anneleri sıcacık yemekler yapmıştır!..” dedi kendi kendine. Biraz yürüyünce vitrinlere takıldı gözü. Rengarenk ayakkabıları görünce bir iç geçirdi. Hiç böyle ayakkabıları olmamıştı. Ama belki şimdi… Ellerini heyecanla ceplerine attı. Paralarını saydı. Beğendiği ayakkabının fiyatına baktı.

“–Yetmez” dedi. “Yetmez ki…” Hem ne diye hevesleniyordu? Sanki annesi ayağındaki ayakkabıyı görünce giymesine izin verecek miydi? Dilenirken insanları daha çok merhamete getirmek için ayakları buz gibi ıslak betona basmalıydı. Gözleri dolu dolu yürüyüp geçti vitrinlerin önünden. Sonra ayaklarının sızısını hissetmemek için koşmaya başladı.

“Şıp, şıp, şıp.”

Soğuk taşlar bile merhamete geliyordu bu sesten.

İlerideki durak hayli kalabalık görünüyordu. Hemen en sevimli hâliyle yanlarına sokulmalıydı. Gözüne kestirdiği 4 kişilik gruba şarkı söyleye söyleye yaklaştı. Daha şirin gözükmek için omuzlarını da oynatıyordu. Bir edâyla salına salına elini uzatıp onlardan para istedi. Birbirlerine bakıp acıyla gülümsediler. Biraz önce yine böyle bir çocuk gelmişti, ama bu Cansu’nun hâli başkaydı. Üzerindeki kıyâfetler bahar ayında giyilecek kadar inceydi. Hem neydi öyle yaptığı maskaralıklar! Hiç böyle dileneni görmemişlerdi. Ne kadar umursamaz davransa da gözlerindeki acıyı örtmüyordu bu tavırları... Karşımızda tir tir titreyen bedeninden nasıl bir hayat yaşadığı anlaşılıyordu.

Cansu’ya sadece para verip göndermek istemediler. Onu bu hâliyle yalnız bırakamazlardı.Neden ayakkabı giymediğini sordular. Bu hâline alışkın olduğunu ifade ile baktı.

“–Nerede oturuyorsunuz? Annen baban nerde?” diye sordular.

“–Şu ileride evimiz var.” dedi. Kaçamak cevap verir gibi bir hâli vardı.

İçlerinden birisi iyice yaklaştı. Islak saçlarında ellerini gezdirerek, yüzünü okşadı. Cansu şaşkındı. Hem öyle bir şey olmuştu ki. Biraz önceki şımarık tavırlı Cansu gitmiş, yumuşacık, mâsumâne bakan bambaşka bir çocuk gelmişti. Belli ki, daha önce böyle sevgiyle yaklaşan olmamıştı. Sonra genç kız, Cansu’nun üşüyen bedenini merhametle sardı.

“–Cansu ne kadar güzel ismin var senin!..” dedi. Cansu, şimdi yeni bir hayatla capcanlı ve sevgiyle bakıyordu. İyiden iyiye sevmişti bu ablaları.

“–Annene söylemelisin. Sana muhakkak ayakkabı giydirmeli!..” dediler.

Cansu onların kucak açışlarına vefâ olarak “evet” dercesine başını sallıyordu. Biliyordu ki, bu olacak şey değildi. Genç kız, Cansu’yu öyle benimsemişti ki, gözlerinin derinliklerine bakarak:

“–Sen Peygamberimizi tanıyor musun?” dedi. Cansu, yarım yamalak başını salladı.

“–Adı “Muhammed” biliyor musun?” diye devam etti konuşmaya… Cansu:

“–Muhammed” diye tekrar etti.

Salavat getirmeyi öğrettiler. Salavat getirdi. Peygamberimiz’in, onu ve tüm çocukları çok sevdiğini söylediler. Tatlı tatlı gülümsedi ve sonra 4 gencin yüreğini burkan bir şey söyledi:

“–Abla, yarın da buraya gelecek misiniz?” Kaçamak birbirlerine baktılar.

“–Cansu belki dönüşte karşılaşırız.” dediler.

“–Peki başka ne zaman gelirsiniz?” dedi.

Yer yarılıp içine girmenin tam vaktiydi. Bu soruya nasıl cevap vereceklerdi. Genç kız dayanamadı:

“–Cansu bizimle gelir misin? Seni de götürelim.” dedi. O ise:

“–Gelemem abla, annem kızar.” dedi. Tekrar sordular, aynı cevabı verdi.

Cansu haklıydı. Gerçekten bu hem kendi, hem de 4 arkadaş açısından tehlikeli olabilirdi. Daha önce böyle bir sokak çocuğuna iş kazandırmaya uğraşan birileri olmuş; çocuğu çalıştıran mafya ya da ailesi bu iyilik sever insanlara dava açmıştı.

Çaresi yoktu, biraz sonra ayrılacaklardı. Cansu’yu, titreyen bedeni ve çıplak ayaklarıyla bırakmak hiç kolay olmayacaktı. Duraktaki diğer insanlar da öyle etkilenmişlerdi ki, fark ettirmeden yaşananları izliyorlardı. Otobüs gelmiş, ayrılık çatmıştı. Cansu buğulu gözlerle el sallıyordu. Dillerinde duâ ve temennilerle Allah’a emânet ederek otobüse bindiler. Cansu kaderini avuçlarına almış, yaşayamadığı güzel günlerin hasretini göğsüne bastırarak gözden kayboldu. Yüreğinin sıcakları, bastığı çıplak taşları ısıtıyordu şimdi. 4 arkadaş da boyunlarında artan vebâllerini yüklenerek, devam ettiler yollarına.

İşte hayatın içinde karşılaştığınız sokak çocuklarından her biri bir Cansu’dur. Dev gibi yürekleri vardır onların. Kıyafetlerine, kötü kokularına bakıp başınızı çevirip geçmeyin. Çünkü sizin gibi kıyafetlerini yıkayacak kimseleri yoktur onların. Hiç sevilmedikleri kadar sevin onları. Bir mesaj gönderin gözlerinizle ileride büyük adam olacaksınız diye. Değerli olduklarını hissettirin.

Yetkililer, sokak çocuklarının zekâ ve kabiliyet olarak diğer çocuklardan üstün olduklarını söylüyor. Türkiye’de 2 bin-3 bin tane sokak çocuğu olduğunu bildiriyorlar. Peki bu çocukları sokakların çirkef kaderinden kim kurtaracak? Şimdiye kadar hiç böyle bir düşünceyle uykularımız kaçtı mı? Hiç düşündük mü bizim yerimizde Allah Resûlü olsaydı Cansular için ne yapardı diye?

Bu dünyanın, imanı coşkun, fikir dünyası aydın akledecek beyinlere, aksiyoner, üretken insanlara ihtiyacı var. Bu çocukları hayata kazandırmak için yüreğini ortaya koyacak cesur, fedâkâr kimselere ihtiyaç var. Âhirete yüz akı ile gidebilmek için bu insanlardan biri de siz olmak istemez misiniz?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle