Güzel Çocuk!..

…Ve yine gelmektedir, hazânın ardından beyaz çöl serinliği…

Yolculuk başlar…

Hayat denilen hayâlî bir haritanın kıvrımlarına atılırken adımlar, bedeller diyarında sancı da başlar... Gurbete düşüp, hasretle yandıkça her köşede varlık, sancısıyla, ağrısıyla başbaşadır.

Bu sancıyla ak düşerken sarı sırma saçlarına sokakların… Gözlere ilişen bir masum ürpertidir. Titreyen ılık nefes, karların soğuğundan üşüyen elleri mi; yoksa hayatta olduğu kadar karlara adım atmaya çalışan ayakları mı ısıtsın şimdi… Yumulunca “ya açılmazsa!?” diye titreyen göz kapaklarından süzülüyorsa yanaklarına inciler, beklenen ya alabora, yahut med cezirdir.

Biliriz... Anlatıldıkça öğrenir, sınırlarımız neyi sunmuşsa bilir ve özümseriz. Ve biliriz hepimiz dağları... Doruklarında kar dantelası taşıyan, bir o kadar keskin yamaçları olan dağları... Sonra biliriz dağ yürekli, içi tutuşan, kanayan, kar ve soğuğu kendine örtü yapan çocukları…

Ey soğukların heykelleştiremediği, ancak kendine sembol edinebildiği yalnızlığın dostu güzel çocuk!..

Hangi sükût, hangi susuzluk depremiyle çatlamış dudakların?..

Serinlik ve soğuksa yâriniz…

Gözlerinden süzülen bu ateş bulutu, hangi hararetli semâdan gelir. Yolları dondururken ayaz, donan ellerin... Ve bilirim, yol yol olur yüreğin..

Sönüyor ışıkları şehrin. Vedâ ediyor martılar sahil boylarına... Gözlerine de yine aynı derinlik, aynı sessizlik.. Yanından süzülüp, akşam güzelliğinde batıp giden günler gibi, soluyor, kanıyor mu güllerin, yahut zaman kadar hızlı mı geçip gidiyor önünüzden, akıp giden insanlar…

Toprak kadar açık ve serinse yüreğin, iste.. Her derdin, her yüreğin devâsı O’nda. Kararmış, titrek ellerin açılınca semâya, boşalan rahmete davet et bizi. Ellerine düşen yaldızlı yaprakların üzerine işle yüreğini. Bir yeşil kubbe mahfazasında şefkatle titreyen Dürr-i Yetim’in uçur gül kokulu diyarına.. Açılınca bâb-ı esrarı mâverânın, var o Merhamet Nehrinin kıyısına… Ve bahset sonra… Hicrî 15. asrın yetimlerinden… O asırdan bu âna uzanan kimsesizliğimizden... Özlemlerimizden, gurbetimizden…

Bil ki, hüznün şak şak edip yarıldığı an parlayan ışık, yüreğine yansıyan huzmeler. O’nun Dîdar’ının nûrudur. O’dur yalnızlık dehlizimizin meşalesi. Kalabalıklar üşüşse de üzerimize -kesretten kinâye- bir hayatın içindeyiz her birimiz... Bir yanımızla kalabalık, yoğun, bir yanımızla ürkek, münzevî…

Kelime kumkumasıyla dolmuşsa hayat, sözlerin ekseninde dönüyorsa çarklar, sıkışmışızdır cenderelere…

Ve boşsa cesetlerin içi, donatılmış her yapı bir o kadar kalıpsa, sermaye denilen can kurban olamıyorsa, DOST deyince yediveren gülleri bitmiyorsa bağrımızda… Fark yoktur. Yürek şehrâyinini doldurmuşsa yılanlar, su diye kan içiyorsa yarasalar… Ağlar örülmüş mağaralar açılmıştır ardına kadar…

İşte böyle.. Yüreklerimiz kararınca bizim kaldırımlarımız daha bir karanlık oluyor. Güzel Çocuk…

Yeller esince uçuştu altın varak misali yapraklar… Ve kurudu  yeşili toprağın… Ve sen yine orada… Beyaz çöl serinliğinin koynundasın…

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle