Peygamber Efendimizin Gözbebeği Hazret-İ Hatice Annemiz

“Züleyhâ’yı kınayıp da, Yusuf -aleyhisselam-’ı görünce ellerini kesenler, Allah Rasûlü’nün mübârek cemâlini görselerdi, kalplerini keserlerdi de haberleri olmazdı.” (Hazret-i işe)

Kâbe yollarında..

Kara sevdâmız Kâbe!.. 

İnsanları fevc fevc kendisine çektiği zamanlar ve dürr-i yektânın zuhûr âlemine geliş yılları...

Kureyş’in Benî Esed kolundan, Kusay bin Kilab’da Hazret-i  Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile nesebi birleşen genç Hatice, on beş yaşlarında kabilesinin hanımlarıyla Kâbe’ye doğru yol almaktadırlar. Uzaktan saçı-başı birbirine karışmış, nefes nefese bir Yahudi yanlarına yaklaşır ve:

“-Selam size, ey Mekke’nin seçilmiş kabilesinin kadınları!.. Yakında size bir peygamber gelecektir. O ki, tertemiz sîmâ ve eşsiz bir ahlâka sahip olacaktır. Hanginiz ona eş olmaya muvaffak olursa olsun!” diye seslenir. 

Bunun üzerine kadınlar ona hakaret edip alaya aldılar. Hatta bazıları ona çok ağır sözler sarfettiler ve onu taşlayarak kovdular.

“-Kimse bizi putlarımızdan ayıramaz!” diye ardından avazları çıktığı kadar bağırdılar.

Fakat Yahudi’nin bu sözleri daha on beş yaşında olan Hatice’nin gönlünde bir yer buldu ve: 

“Eğer söylediği kimse, bu vasıflara sahip olursa, onunla ben evlenmeliyim!..” diye içinden geçirdi.

 

Tâhire: Temiz Kadın

O mübârek hanım, cahiliye devrinin olanca çirkefine ve kadınlara karşı gösterdiği her türlü rezâlete rağmen temizliği ve asâletiyle öne çıkmış ve kavmi tarafından “Tâhire: Temiz Kadın” olarak isimlendirilmişti.

Onun Tâhire diye anılması ve o liyâkatte bir hayat sürdürmesi; İki cihan güneşi, Mekke’nin emîni Allah Rasûlü’nün en sevgili eşi olmasına âdeta bir hazırlık devresiydi. O, Allah’ın maddî ve mânevî temizliğiyle, sanki Habîbine hazırladığı müstesnâ ve mûtenâ bir hediyesiydi.

 

Şam Kervanı

Hazret-i Hatice, geçimini ticaretten karşılıyordu. Ama dul olması sebebiyle kervanların başında uzak seyahatlere çıkamıyor ve ticaret kervanlarından istediği gibi kâr elde edemiyordu. Güvendiği, kervanını ve mallarını emanet ettiği herkes malından gizlice bir şeyler aşırıyordu. Kervanlarının başında güvenilir bir insana ihtiyacı vardı.

Şam tarafına oldukça büyük bir kervan hazırlamıştı. Mekke’de mallarını emanet edeceği güvenilir birisi arıyordu. Çevresinden aldığı tavsiyeler, bir kişi üzerinde odaklanmıştı: Muhammedü’l-Emîn!..

Sözünde durması ve emânete hıyânet etmemesi ile ün yapmış bu gence gönlü aktı ve ilk defa tanışmasına rağmen, bütün kervanı ona teslim etti. Kölesi Meysere’yi de, bu gencin bütün hareketlerini kontrol etmek üzere vazifelendirdi.

 

Ay ve Güneşin Nikâhı

Meysere, bütün yolculuk boyunca Mekke’nin emîni Muhammed Mustafâ’yı adım adım izledi. Bu sırada başında, 25 yaşındaki bu genci devamlı takip eden ve kendisini çölün yakıcı güneşinden koruyan bulutu fark etti. 

Yolda karşılaştığı bir rahip de, Meysere’ye, harikulâdeliklerini fark ettiği bu zâtın kim olduğunu sormuştu. Aldığı cevaplar üzerine rahip, bulutun gölgelediği bu şahsın, büyük bir peygamber olacağını Meysere’ye fısıldadı.

Meysere, görmüş ve yaşamış olduğu bu hâdiselerin tesiri altındayken yolculuk bitti ve Mekke’ye geri dönüldü.

Kervan ilk defa çok büyük kâr yapmıştı. Meysere başlarından geçen her şeyi efendisi Hazret-i Hatice’ye uzun uzun anlattı. Onun hakkında duymuş olduğu tezkiyelerle gönlü bu gence akmış olan iffet ve hayâ âbidesi Hatice hanım da, Meysere’den gelen haberlerle de bu değerli gençle evlenmeye karar verdi. O sırada kendisi 40 yaşında idi ve iki çocuk sahibi dul bir hanımdı. 

Kısa bir müddet sonra, arkadaşı Nefise’yi elçi olarak Muhammedü’l-Emîn’in amcasına gönderdi. Amcası, yeğenini çağırarak durumu arz etti. Asâlet ve temizliğe meftûn bu genç, fazla düşünmeden teklifi kabul buyurdu. Nikah merasiminde Varaka b. Nevfel de bulundu. Nikahtan sonra, istikbalin Peygamberi Muhammedü’l-Emin, Hazret-i Hatice hanımın evine taşındı.

 

Aile hayatında Hazret-i Hatice

Kurduğu mukaddes yuvada mutlu ve huzurlu bir aile saadeti yaşayan Allah Rasûlü’nün evi çocuk cıvıltıları ile doluydu. Bir yanda Hatice annemizden olan çocuklar, diğer taraftan Hatice annemizin diğer kocalarından olmuş çocukları, amcası Ebû Tâlib’in oğlu Ali ve muhterem ailesi Hazret-i Hatice’nin kendisine hediye ettiği, Zeyd bin Harise...

Bu güzide evlâtların Peygamber bağında birer gül olarak yetişmelerinde titiz bir emek sarfeden Hazret-i Hatice,  onların hizmetleri yanında Peygamber Efendimiz’in de bütün hizmetlerini kendisi görür ve bu konuda hizmetçi kullanmayı sevmezdi. 

Hazret-i Hatice annemiz, Rasulullâh’ı üzecek, incitecek her şeyden son derece uzak durur, onu sevindirmek için bütün fırsatları değerlendirmeye çalışırdı.

Bir gün Resûlullah’ın süt annesi Halime, kuraklık ve kıtlığın hüküm sürdüğü bir sene yanlarına gelip hâlini arz etmişti. Bunun üzerine Hatice validemiz, kendisine kırk koyun ve bir deve hediye etti. Böylece süt annesini sevindirmekle Allah Rasûlü’nün gönlünü kazandı.

 

İlk Müslüman Hanım:

Evinde sevgili eşi Hazret-i Hatice ve çocukları ile mutlu bir hayat geçiren Hazret-i Peygamber’in yaşı kırka yaklaştığı zaman, bazı fevkalâde hâdiseler meydana gelmeye başladı. Geçtiği yollarda bazen ağaçlar kendisine selâm veriyordu. Bazen taşlar kendisi ile konuşuyor ve gâipten bir takım sesler duyuyordu. Bu hâlini Allah Rasûlü şöyle ifade eder: 

“Mekke’de, Peygamber olmadan önce bana selam veren taşı şimdi de biliyorum.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 89; ayrıca bk, Taberî, 44-45)

Mekke’deki insanların vahşet ve zulümlerinden sıkılan, ruhu âdeta bir cendereye girmişçesine bunalan Allah Rasûlü, ibâdet etmek üzere sık sık Hira mağarasına gitmeye başlar. Hatice annemiz de orada bulunduğu zamanlarda kendisine yemek gönderir, bazen kendi elleriyle yemeğini getirirdi. 

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi o kadar çok seviyordu ki, Kureyş kadınları Hazret-i Hatice’ye gelip dedikoduya başlamışlardı:

“-Sen Muhammed’in uğrunda neler yaptın. Bütün malını, mülkünü ayaklarının altına serdin. O ise seni terk edip gidiyor!..” 

Peygamberimizin hissettiklerini yakînen bilen ve her hâlinde ona destek olan Hatice annemiz, onların bu sözlerine gülüp geçiyor ve:

“-Sizin dedikleriniz benim hatırıma bile gelmez. Zannettiğim bir şey var ki, o da yakında ortaya çıkmalı!..” diyordu. 

Allah Rasûlü, birgün yine Hira mağarasında inzivaya çekilmiş bir haldeyken Cebrail           -aleyhisselam- aslî sûretinde gelmiş ve kendisine Alak Sûresi’nin ilk beş ayetini tebliğ etmişti. İlk defa böyle bir hâl ile karşılaşan Allah Rasûlü  titrek bir heyecan içinde evine geldi ve Hatice annemize: 

“-Beni örtünüz, beni örtünüz!..” dedi. 

Üzerinden bu mânevî hâl geçip sakinleşince başından geçenleri Hazret-i Hatice’ye anlattı ve:

“-Kendimden korktum!..” dedi.

Hazret-i Hatice, engin bir sadakat ve çağları aşan bir basîretle, kendisini tesellî etti ve her hâlükârda yanında olduğunu ifade sadedinde şöyle dedi:

“-Öyle deme!.. Allah’a yemin ederim ki, hiçbir zaman Allah seni utandırıp mahzûn etmez. Çünkü sen akrabayı gözetir, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hak yolunda halka yardım edersin...” 

Daha sonra da Hatice annemiz, Hazret-i Peygamber’le beraber amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e gitti. Varaka, İbranice’yi iyi bilen, Tevrat ve İncil’den de haberdâr, âmâ ve yaşlı bir zâttı. 

Hazret-i Hatice, Varaka’ya: 

“-Ey amcam oğlu, dinle bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?” dedi. Varaka: 

“-Ey kardeşimin oğlu ne var?” diye sorunca, Rasûlullah gördüklerini kendisine anlattı. Bunun üzerine Varaka dedi ki: 

“-Bu gördüğün, Allah Teâla’nın Musa’ya indirdiği Nâmûs-i Ekber (Cebrâil)’dir. Âh keşke, senin davet günlerinde genç olsaydım! Âh, kavmin seni şehrinden çıkaracakları zaman hayatta ve yanında olsam!..” 

Bunun üzerine Râsûlullah:

“-Onlar beni Mekke’den çıkaracaklar mı?” diye sordu. O da: 

“-Evet, senin getirdiğin gibi bir şey getirmiş kimse yoktur ki, düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana elimden geldiği kadar yardım ederim.” cevabını verdi. Ancak çok geçmedi. Varaka vefat etti. (Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 3; Taberî, Tarih, 2, 47)

Müddessir Sûresi’nin ilk beş âyeti nâzil olduğu zaman, Hazret-i Peygamber, büyük vazifenin başlamak üzere olduğunu anladı ve sevgili hanımına: 

“-Şimdi bana kim inanır?” deyince, en büyük destek, ilâhî dâvâ yolunda parlayan ilk nûr Hazret-i Hatice: 

“–Ben inanırım!..” diyerek erkek ve kadınlar içinde ona ilk iman etme şerefine nâil olmuştu. (İbn Abdi’l- Berr, el-İstiab, 4, 274)

Devamı gelecek sayıda

 

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle