Allah Dilerse!..

İçinde yaşadığımız kâinâtta zerreden kürreye kadar muazzam bir ilâhî düzen ve âhenk vardır. Bu sayede güneş ve onun etrafındaki gezegenler, yıldızlar ve galaksiler, milyonlarca yıldır hiçbir karışıklığa meydan vermeden Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle yörüngelerinde yürümektedirler. Âyet-i kerîmede buyurulduğu gibi:

“....Her biri kendi yörüngesinde yüzüp gitmektedir.” (Yâsîn, 40)

Bu meyânda yine âyette ifade edildiği üzere bir yaprak dahî Allâh’ın bilgisi dışında kıpırdayamaz:

“Gaybın anahtarları Allâh’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilemez. O, karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek taneyi dahî bilir.” (el-En’am, 59)

O hâlde bütün varlıkların fiilleri Cenâb-ı Hakk’ın dilemesi veya izni ile gerçekleşir. Bununla beraber insanın davranış ise kendi içinde bazen hayır ve bazen de şer olarak ortaya çıkar. Çünkü bu dünya insan için bir imtihan yeridir. Bundan dolayı insan her hareketinde imtihan dairesi içinde olduğunun farkında olmalı dili, gözü, kulağı velhâsıl bütün uzuvaları ile çok dikkatli davranmalı ve Rabbinin rızasına muvafık bir hayat sürmelidir. Bu çerçevede Allâh’ın, bizlerden istediği en mühim husus da, ona cân u gönülden teslîm olup, her şeyi yalnızca onun dilemesine bırakmamızdır. Bunun içindir ki âyet-i kerîmede:

“Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında (yâni inşaallâh/Allâh dilerse demeden): «Ben yarın onu yapacağım!» deme.” buyurulmuştur. (el-Kehf, 23-4)

Eski Sovyetler birliği zamanında insanlar rejim ile ilgili bir konuda haklarında en ufak bir şikayet olduğu takdirde hapse atılırlardı. İşte o yıllarda fakir olduğu kadar câhil ve peşin hükümlü birisi bir akşam yorgun argın evine dönmüş.  ve Hanımına açlığının verdiği asabiyetle:

 “-Hanım çabucak şu ocağın üzerindeki çorbadan tabağıma koy” diye bağırmış ve tabağını uzatmış. 

Görgülü bir hanım olan karısı, aceleyle yemeği getirmek üzere kalkmış, bir yandan da yumuşak bir lisânla:

“-Efendi. Her şeyin bir kaderi var. Sâkin ol. İnşâallah (Allâh dilerse) şimdi çorbanı getiriyorum.” 

Adam hiddetle: 

“-Ne inşâallâhı be!.. Bunun inşâallahı mı kalmış! Neredeyse kaşığımı uzatsam tencereden kaşıklayacağım...” demiş. Hanımı da: 

“Beyim, lütfen öyle söyleme!.. Allah izin vermezse sen elini dahî oynatamazsın!..” demiş. 

Tam o sırada evin kapısı şiddele çalmış. Kapıyı açan kadın karşısında eli silahlı iki asker görünce korkarak geri şekilmiş eve giren askerler yaka paça yemek sofrasından kaldırıp: 

“-Haydi yürü, hakkında şikayet var. Tutuklusun!..” diyerek götürmüşler. 

Hakkındaki şikayetin doğruluğunu araştırmadan adamı yıllarca hapiste tutmuşlar. Nihayet oduncu serbest bırakılmış evinin yolunu tutmuş. Eve ulaşınca kapıyı hafifçe tıkırdatılmış. Sesi duyan evin hanımı: 

“– Kim o?” dediğinde kapıdan bir ses: 

“– İnşallah kocan!..” diye cevap vermiş.

İşte e İşte etrafımızda duyduğumuz “inşaallah” duâsının ibretli ve hikmet dolu bir hikayesi... 

Bazen, bir âdet olarak bazen de tabiri cazise bir şeyi reddetmek için gafletle kullandığımız bu kelime, aslında çok büyük mânâlar ihtivâ eder. Meselâ: 

“-On dakika sonra yanındayım!..” dediğiniz bir dostunuza, aslında geleceği bilemediğimiz için, neticesinden aslâ emin olamayacağınız bir söz vermiş oluyoruz. Ya, Rabbimiz o vakitte oraya ulaşmanıza müsaade etmezse... 

İşte insanın acziyeti burada ortaya çıkmaktadır. Değil on dakikasına, aldığı nefesi vereceğine ve verdiği nefesi tekrar alabileceğine dair bir garantisi yoktur. 

Diğer taraftan inşâallâh duası ne yazık ki, cemiyetimizde unutulmaya yüz tutmuş mübarek bir kelimedir. Bu ifâdenin kelime manası “Allâh dilerse, Allâh’ın izniyle” dir. Yani yapmak istediğimiz her işin Allâh’ın iznine ve müsadesine bağlı olduğunu ifâde eder nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Allâh dilemedikçe siz hiçbir şeyi dileyemezsiniz (yapamazsınız)” (el-İnsân, 30)

Hakîkâten Allâh dilerse herşey olur ancak O müsaade etmezse insanoğlu hiçbir şeye güç yetiremez.

İnsan yaratılış itibarıyla bir taraftan mahlûkatın en şereflisi, diğer taraftan da çok zayıf ve âciz bir varlıktır.  Bu yüzden bizler de zaman zaman nefisimize uyarak kendimize bir varlık izâfe ediyor ve acziyetimizi tamamen unutuveriyoruz. Bu bakımdan yukarıda arz ettiğimiz âyet-i kerîmenin devâmındaki şu beyânı sürekli hatırlamalı ve kendimize düstûr edinmeliyiz:

“Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve şöyle de: «Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir.»” (el-Kehf, 24)

Hâsılı daima inşaallâh sırrının idrâki içinde bulunabilsek ve unuttuğumuzda da yine Rabbimizin bizlere öğrettiği şekilde davranabilsek, işlerimiz bi-iznillâh Cenâb-ı Hakk’ın muhâfazası ve bereketine mazhar olur. 

Bu hususta bizlere düşen toplumuzda unutulmaya yüz tutan bu mübârek kelimeyi şuurlu olarak kullanmak ve etrafımızdakilerin de şuurlu bir şekilde kullanları için de gayret göstermektir.  

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle