Ömründe Neye Yer Var?

Aradığımız her ölçünün Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’de gizli olduğunu anlamamak için hâlâ mücadele ediyor gibiyiz.

Bir din ki; en basit ve insanî ihtiyaçların bile âdâbını öğretiyor. Bir din ki; en net şekilde anlatıyor, ömrümüzü nasıl geçirmemiz gerektiğini:

“Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.”[1]

“Hiç ölmeyecek gibi dünyaya çalışma” kısmında, neredeyse torunlarımıza kadar plânlarımız, hayallerimiz sararken zihnimizi, ya “hemen ölmek” kısmı? Aldığımız nefesi verecek, verdiğimiz nefesi alacak bir garantimiz bile yokken hem de!

Cenâb-ı Hak, bizim nasıl bir hayat sürmemiz gerektiği hususunda şöyle bir prensip koymuş:

“O hâlde bir işi bitirince, hemen diğerine koyul. Ve yalnız Rabbine yönel.” (el-İnşirah, 7-8) Hayatımızda boşluğa, lüzumsuzluğa, lâubâlîliğe yer yok demek ki… Her an istikâmet üzere, bir işten diğerine koşturacağız.

Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Cennet halkı, başka bir şeye değil, sadece dünyada Allâh’ı zikretmeksizin geçirdikleri anlara, hasret ve nedâmet duyacaklardır.” (Heysemî, X, 73-74)

Dünya, âhiretin tarlası... Tarla kendi hâline bırakılırsa, yabanî otlar sarar. Ancak, bakım yapılır, ekip biçilirse, hasat zamanı, bereketli mahsullerle sahibini memnun eder.

Bir imtihan yeri, sadece bu dünya… Geldi, geçiyor ve bir gün muhakkak bitecek. Şairin dediği gibi:

“Bugünü düşünürüm, dün geçti, yarın var mı?

Gençliğe de güvenmem, ölen hep ihtiyar mı?”

Öyleyse, bize düşen “ibnü’l-vakt” olmaktır. Zamanın kıymetini bilmektir. Zamanı israf etmemek ve mâlâyânî ile zâyi etmemektir.

Peki, sorarım dostlar! Çağımızın en büyük israf sebebi nedir? Elbette ki sanal dünya! “On dakika bakayım!” derken, saatlerin hebâ olduğu, göze değenlerle kalbin vîrâne olduğu, helâl/haram kavramının birbirine girdiği yalan dünya... Aynı zamanda hayatı kolaylaştıran, sınırları kaldıran, uzakları yakın eden, ilme ulaşmak için kolaylık sağlayan...

Var olanı nasıl kullanırsanız, o yönde mânâ ve kıymet kazanır. Teknoloji hayra anahtar olabilecekken, şerre mi kapı aralıyor? Hani vazife başını hiç terk etmeyen şeytan ve yandaşı nefis var ya! Aralığı bulduğu an, omuzlayıp dalıyor içeri! Ve maalesef gönle damlayan bir karaltının, onu zabtetmesi de uzun sürmüyor .

Dinimiz, 14 asır önce elimize hassas bir terazi vermiş: “Hemen ölecek gibi âhiret, hiç ölmeyecek gibi dünya!”

Hemen ölecek gibi âhiret derken; sadece ibadet değil, her ne yaparsak yapalım gönlü Allah ile meşgul edip, “yapılan işten Rabbim râzı mıdır?” hassasiyeti taşımak...

“Hiç ölmeyecek gibi dünya” derken de; ibadetleri bir kenara bırakmak değil, aksine dünyayı âhiret sermayesi kılacak gibi değerlendirmek. Dünyaya da âhirete de faydası olmayan her şeyden uzak durmak!..

Sermaye elde iken, faydasız olanlarla doldurulursa, ebediyette lâzım olanlara yer kalmayacaktır.

Şuraya minik bir hikâye bırakayım. Varın siz düşünün, ömür kavanozunu neyle doldurduğunuzu…

Öğrencilerine hayat üzerine ders vermek kararı ile sınıfa giren profesör, hiçbir şey söylemeden, kürsünün üstüne büyükçe bir kavanoz koyar. Ardından kavanozu tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler, hep bir ağızdan kavanozun dolduğunu söylerler.

Bu sefer profesör içi çakıl taşı dolu olan bir torba çıkarır ve torbanın içindeki bütün çakıl taşlarını kavanoza döker. Sonra çalkalayarak taşların tenis toplarının arasındaki boşluklara yerleşmesini sağlar. Öğrencilerine tekrar sorar:

“-Kavanoz doldu mu çocuklar?”

Öğrenciler yine “Evet, doldu.” diye cevap verirler.

Profesör, bu defa içi kum dolu bir torba çıkarır ve torbanın içindeki bütün kumu kavanozun içine boşaltır. Onu çalkalar ve kumların, içi tenis topu ve çakıl taşı dolu olan kavanoza yerleşmesini sağlar. Bir defa daha sorar öğrencilerine:

“-Kavanoz doldu mu çocuklar?”

Öğrenciler bir kez daha aynı cevabı verirler:

“-Evet, doldu…”

Ancak profesör bir öğrencisini kantine gönderip iki fincan kahve almasını rica eder. Gönüllü bir öğrenci koşarak sınıftan çıkar ve kısa bir süre sonra iki fincan kahve ile geri döner. Öğrencisinin elinden kahveleri alan profesör, bu defa bu kahveleri kavanozun içine döker ve çalkalar. Sınıfa dönüp son kez sorar:

“-Kavanoz doldu mu arkadaşlar?”

Öğrenciler biraz şaşkın, dördüncü defa “Evet, doldu.” diye cevap vermek zorunda kalırlar. Nihayet profesör içi tenis topu, çakıl taşı, kum ve kahve dolu kavanozu iki eli ile kaldırarak sınıfa gösterir ve şöyle der:

“-Bu kavanoz sizin hayatınız demektir. Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir. Âileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız ve sizin için en önemli olan şeyler… Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.

Çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeyleri temsil eder. İşiniz, eviniz, arabanız vs… Kum ise geriye kalan ufak şeylerdir. Hiçbir önemi olmayan diğer şeyler de hayatınızı doldurur gider. O hâlde hayatınızdaki önceliklerinizi sıralamayı unutmayın. En önemlileri önce koyun, sonra önem sırasına göre vaktinizi diğerleriyle değerlendirin. Unutmayın ki, gün zaten geçecektir. Ancak sıralama yapmazsanız her gününüz boş şeylerle hebâ olur, en önemlilere bir türlü sıra gelmez!”

 

[1] Câmiü’s-Sağîr, II/12, Hadis No: 1201.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle