Öf Bile Demeden!..

Evlatlarının ihtiyaçlarını karşılamak için nice sıkıntılara katlanan anne-babaların çocukları üzerindeki haklarını saymakla bitiremeyiz. Yüce Allâh’ın emânet ettiği yavrularını yemeyip yediren, giymeyip giydiren anne-babaların, yavrularını güzel bir şekilde yetiştirip büyütmekten başka bir dertleri ve sıkıntıları yoktur. 

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde çocuğun doğumundan evlendirilmesine kadar anne-babanın yapması gereken husûsları ayrı ayrı zikretmiştir. Nitekim anne ve babasına muhtaç hâldeki bebeklikten, büyüyüp yuvadan ayrılana kadar evlatlarının tüm ihtiyaçlarını karşılayan ve onu en güzel şekilde yetiştirmeye çalışarak bütün imkanlarını kullanan anne-babaların çocukları üzerinde de birtakım hakları vardır. Müslümanlar, anne-babalarını râzı ve hoşnud etmek için ellerinden gelen bütün gayreti sarf etmelidirler. Nitekim Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadîslerinde şöyle buyurur: 

“Kim anne-babasını râzı ve hoşnut ederse,  Allâh’ı hoşnut ve râzı etmiş olur.” (Buhârî)

Anne-babaya itâatin ve onları kollayıp gözetmenin Kur’ân’da emredildiği vâkîdir. Anne-babasına yaşlandıklarında “öf bile demeden” ihtiyaçlarını karşılayan bir müslüman onları vefâtından sonra da unutmamalıdır. Nitekim hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz Benî Seleme Kabîlesinde bir sahâbî’nin:

“−Ey Allâh’ın Rasûlü anne ve babam öldükten sonra benim üzerimde bir hakları kalır mı?” şeklindeki sorusuna:

“−Tabîi ki, affedilmeleri için hayır duâ edersin, vasiyetlerini yerine getirirsin ve dostlarına hürmet ve ikrâm edersin.” diye buyurmuştur. (Hakîm, Müstedrek, IV, 171)

***

Üzerimizde sayısız hakları bulanan anne-babalarımıza nasıl muâmelede bulunmamız lâzım geldiği husûsunda bir eser telif eden Cemâl Öğüt hoca müslümanlara şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

  • Evlatlar, anne-babaya dâima ikrâm, ihsân, hürmet ve itâat etmeli, onlardan birisi, yahut her ikisi ihtiyar olup, yanımızda âciz bir hâlde bulunurlarsa, yaşlılık icâbı biçimsiz sözlerden, uygunsuz hareketlerinden müteessir olarak onlara “öf” dememeli, onlara sert konuşmamalı, yüzlerini ekşitmemeli, kaşlarını çatmamalı, dolayısıyla kalblerini kırmamaya çalışmalıdır.
  • Anne-Baban, sana bir şey teklif ederlerse, o şey her ne kadar ağır da gelse, gücün yettiği nisbette onların arzularını yerine getir. Onların teklîfi senin yapacağın bir şey ise, candan gelen bir hürmet ile seve seve yap. Şâyet anne-babanın teklîfleri senin yapamayacağın bir şey ise: 

“−Babacığım, anneciğim hiç merak etmeyiniz, Allâh bana yardım eder ve siz de duâ ederseniz, inşâallâh yapmağa muvaffak olacağım.” gibi tatlı tatlı sözlerle vaad ederek gönüllerini al.

  • Sen anne-babana yalnız Dünya’da hürmet ve haklarına riâyetle kalma. Onlar hakkında Cenâb-ı Hakk’a hayır duâ et ve: 

“−Ey benim Rabbim. Anneme ve babama sen merhamet et, küçüklük hâlimde, en zayıf ve âciz zamanımda beni terbiye ettikleri gibi, sen de onlara lütfûnü ihsân et” de. 

  • Anne-babanın sana yapmış oldukları hayır ve hizmet, ihsân ve merhametlerine karşı, sen de elden geldiği kadar iyilik ve ihsân, hizmet ve ikrâm, haklarında hayır duâ etmek sûretiyle onlara karşı az çok vazîfeni ifâ etmeye çalışmalısın.
  • Anne-babaya itâat ve ihsân etmek, o kadar büyük bir vazîfedir ki, Allâh Teâlâ Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’de kullarına evvela kendi Zât-ı Ulûhiyeti’ne ibadet etmeyi, sonra da anne-babaya itâat etmeyi emretmiştir.
  • İnsanın amelleri -işleri- arasında şüphesiz bir çok güzel amel vardır. Fakat bunların içinde en güzel ve şereflisi, anne ve babaya itâat ve ihsândır.
  • Anne-baba cennetin orta kapısıdır. Sen, onlara ikrâm ve itâat etmekle ya o kapıyı kendine açmış olursun, yâhut onlara isyân ve muhâlefet etmekle o kapıyı kendine kapatmış olursun. 
  • Allâh Teâlâ’nın senden hoşnud ve râzı olması, anne-babanın senden hoşnud ve razı olmasına bağlıdır. Allâh’ın gazap ve azâbı da, anne-babanın sana kalben gücenmiş ve kırık olmalarına bağlıdır.
  • Bir anne-baba evlâdına -farazâ- zulüm ve haksızlık etse de evlât, yine onlara karşı hüsn-i muâmele edecek, olanların fenâlıklarına karşı mukâbele etmeyecektir. İnsanlık, medeniyet, bâhusus Müslümanlık bunu emretmektedir. O evlât onlara karşı dâimâ ihsân, ikrâm, itâat ve hizmet edecek, küçüklüğünü bilip hürmette sebât edip gidecektir.
  • Annenin evlât üzerindeki hakkı, babanınkinden kat kat daha fazladır. Zîrâ, anne evlâdını karnında taşıması, sonra Dünya’ya getirmesi sonra senelerce emzirmesi ve temizlemesi gibi zahmet ve sıkıntılarına karşı evlât üzerinde hakkı Baba hakkından çok fazla olduğu aklen ve naklen sâbit olmuştur.
  • Anne-Baba, evlâdın yanına geldiği zaman, evlâtlar mutlaka ayağa kalkıp o velînimetlere karşı edep ve terbiye ile riâyet ve hürmet etmeklidir. Bunu da Allâh rızası için yapmak sûretiyle ihsân ve ikrâmda bulunmak evlâtların vazifelerindendir. Hattâ bir evlât, Kur’ân-ı Azimüşşân’ı okur iken, yanına hocası veyâhut annesi ve babası gelecek olursa, onlara hürmetten ayağa kalkacak ve bu muâmele, Kelâmullâh’a hakâret sayılmayacaktır. Fakat hocasından ve ebeveyninden başkasına kalkmamalıdır.
  • Anne-Babanın nafakası -yiyecek, içecek, giyecek gibi ihtiyaçları- evlâtlara borçtur. Yâni ana ve baba yemek, içmek, giymek gibi şeylere muhtaç olursa, bunları evlâdın temin etmesi îcab eder. Açlıklarında doyurmak, susadıklarında su vermek, çıplak kaldıklarında giydirmek, yersiz kaldıklarında yerleştirmek, her hâlde onlara yardım ve hizmet etmek ve hüsn-i muâmelede bulunmak evlâtlar üzerine vâciptir.
  • Peygamber Efendimiz Anne-Babasına kasden hakâret, ezâ ve cefâ edip âsi olan evlât mel’undur diye dünyaya ilân ve beyân buyurmuştur. Filhakika anne-babaya bile bile isyân etmek günahların en büyüğü olduğu ve İslâm Dini’nde katiyen haram olduğu şüphesizdir. 

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: 

“−Ben size büyük günahlardan daha büyük günahları haber vereyim mi?” diye beyân buyurduktan sonra:

“−En büyük günah üç tânedir: Birincisi Allâh Teâlâ’ya şirk koşmak, ikincisi Anne-Babaya âsi olmak, üçüncüsü yalan yere yemin etmektir.” 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle