Muharrem Ayı Ve Aşûre Tatlısı

Muharrem ayı, ilâhî bereket ve feyzin, Allâh’ın kerem ve ihsanının coştuğu bir aydır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu ayın, Allâh’ın rahmetine ermek için önemli bir fırsat olduğunu ifade etmişlerdir. Bunun için de bu aya, “Allâh’ın ayı Muharrem” adını vermişlerdir. (Bkz: Müslim, Sıyâm, 202, 203) Bilindiği gibi Muharrem, hicrî yılın da ilk ayıdır.

Muharrem ayı, Zilkâde, Zilhicce ve Receb ayıyla birlikte “savaşmanın yasak olduğu dört aydan biri”dir. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Muharrem ayının 10. günü olan “Aşûre Günü”nün de diğer günler içerisinde ayrı bir yeri bulunmaktadır. Nitekim Fecr Sûresi’nin “On geceye yemin olsun.” meâlindeki ikinci âyeti, tefsirlerimizde, “Muharrem’in Aşûresine kadar geçen on gece” olarak da yorumlanmıştır. (Elmalılı Hamdi Efendi, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 8, sh: 5793)

Cenâb-ı Hak, bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir. Bugüne “Aşûra” denmesinin sebebi, hem Muharrem ayının onuncu gününe denk gelmesinden, hem de aşûre kelimesinin Arapça’da “on” anlamına gelen “aşera” kelimesinden türemiş olmasındandır. Yine kaynaklardan öğrendiğimize göre, bu güne “aşûre” isminin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hakk’ın on peygambere on değişik ihsan ve ikramda bulunmasıdır.

 

O günde peygamberlere yapılan ihsan ve ikramlar

  1. Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın tevbesi, Aşûre günü kabul edilmiştir.
  2. Hazret-i Nuh -aleyhisselâm-, gemisini Cûdi Dağı’nın üzerine Aşûre gününde demirlemiştir. Nuh -aleyhisselâm- beraberindekilerle birlikte o gün kurtulmuştur.
  3. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın oğlu Hazret-i İsmail -aleyhisselâm- o gün doğmuştur.
  4. Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-, kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan o gün çıkarılmıştır.
  5. Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm-’ın, oğlu Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-’a duyduğu hasretten dolayı âmâ olan gözleri o gün yeniden görmeye başlamıştır.
  6. Allah Teâlâ, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’a Aşûre gününde bir mûcize ihsan etmiş, Mûsâ -aleyhisselâm- denizi yararak Firavun’un elinden o gün kurtulmuş, Firavun ve ordusu o günde boğulmuştur.
  7. Hazret-i Dâvud -aleyhisselâm-’ın tevbesi o gün kabul edilmiştir.
  8. Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm- balığın karnından Aşûre günü kurtulmuştur.
  9. Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm- hastalığından o gün şifâya kavuşmuştur.
  10. Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.

Yine Hazret-i Âişe validemizin belirttiğine göre, Kâbe’nin örtüsü daha önceleri Aşûre gününde değiştirilirdi.

İşte böylesine mânâlı ve mukaddes hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, asr-ı saâdetten beri müslümanlarca hep ihyâ edilegelmiştir. Allâh’ın rahmetinin ve ihsânının coştuğu bu güne ve geceye dair Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ait tavsiyelerin de bulunmasıyla müslümanlar, bugüne daha bir önem vermiş; onu ibadet, hayır ve hasenâtlarla geçirmişlerdir.

 

Aşûre Günü’nün Faziletleri

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.

“-Bu, ne orucudur?” diye sordu. Yahudiler:

“-Bugün Allâh’ın Mûsâ’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa -aleyhisselâm- şükür olarak bugün oruç tutmuştur.” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

“-Biz, Mûsâ’nın sünnetini ihyâya sizden daha lâyıkız ve sizden daha hak sahibiyiz.” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da tavsiye etti. (Buhârî, Savm, 69; İbn-i Mâce, Siyâm, 31)

O günden bugüne, Müslümanlar, yahudilere benzememek için Muharrem’in 9-10. veya 10-11. günlerinde oruç tutmuşlardır.

Bu hususla ilgili Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Aşure gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önceki bir senenin günahlarına keffâret olacağını ümit ediyorum.” (Bkz: Müslim, Sıyâm, 196)

“Ramazan ayından sonraki en faziletli oruç, Allâh’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.” (Müslim, Sıyâm, 202, 203)

Başka bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmuştur:

“Her kim Aşûre Günü’nde âilesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenâb-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.” (et-Tergîb ve’t-Terhîb, II, 116)

Bundan dolayı, her mü’minin o günde evine en az 10 çeşit rızık alması, akraba, komşu veya ulaşabildiği din kardeşlerine ihsan ve ikramda bulunmasının, o yılın bereketli geçmesine vesîle olacağı bildirilmiştir.

Aşûre gününün bu kadar lütufları yanında Kerbelâ Hâdisesi de ayrı bir yaramızdır. Hicrî 61. yılın 10 Muharrem gününde Peygamber Efendimiz’in güzîde torunu Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh- 55 yaşında iken Kerbelâ’da hunharca şehid edilmiştir. Bu hâdise, Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-’ı “Cennet gençlerinin efendisi” olma şanına yüceltmiştir.

Bir mü’min olarak kaderin hükmüne râzı olmaktan başka elimizden gelen bir şey yoktur. Netice itibariyle tarihi geri çevirmek ve olup bitmiş kaderi tersine çevirmek mümkün değildir. Allah Teâlâ, o gün şehid olan bütün mü’minlerin cennetteki derecelerini yüksek, bizleri de şefaatlerine mazhar eylesin. Elbette bu elîm hâdise için üzülürüz, içimiz yanar; ancak mü’min olarak îtidali kaybetmemeliyiz. Duygu yüklü taşkınlıklarla, işi, bir yas merasimine götürmenin inancımızda yeri yoktur. Biz, Hazret-i Hüseyin’in bıraktığı emânete sahip çıkar, O’nların yürüdüğü Kur’ân ve Sünnet çizgisinden sapmadan yolumuza devam etmeliyiz.

 

Aşûre Tatlısı ve Osmanlı

Hazret-i Nûh’un gemiden indiği zaman bütün erzakı toplatarak ilk defa pişirmiş olduğu “aşûre” tatlısı, tarih boyunca değişik toplumlarda değişik isimlerde yâd edilegelmiştir.

Osmanlı döneminde aşûre, “Saray Tatlısı” ünvanına sahip olmuş, yüzyıllar boyunca Devlet-i Aliyye saraylarında aşûre kazanı kaynamış ve pişen aşûre halkla paylaşılmıştır. Ayrıca Osmanlı sofralarının en yaygın tatlısının aşure olduğunu da unutmamak gerekir.

Osmanlı sarayında aşûre, “sütlü” ve “süzme” olmak üzere iki çeşit pişirilmiştir.

Buğdayın piştikten sonra süzülerek sadece helmesinin kullanıldığı aşûreye “süzme aşûre” denir. Bunun içine ayrıca pirinç, badem, nohut ve misk konulurdu. Sarayın lezzet bakımından en ünlü aşûresi, 1870 yılında Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan’ın pişirdiği “Süzme Saray Aşûresi” sayılmıştır.

“Sütlü aşûre” ise, bilinen aşûre malzemelerine ek olarak bir miktar sütün ilâve edilmesiyle yapılır.

Muharrem Ayı’nın 10. günü, Topkapı Sarayı mutfaklarında pişirilecek aşûre için Kilâr-ı Hâs’tan (Padişah’ın Özel Kileri) gereken malzeme verilir, birkaç gün önceden hazırlıklara başlanırdı. Saray aşûresini, helvacıbaşılar pişirmekteydi. Büyük kazanlarda hazırlanan aşûrenin ilk olarak özel bir törenle padişaha ve harem halkına sunulması, sonra devlet ileri gelenlerine, imâretlere ve halka dağıtılması âdettendi.

  1. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Yıldız ve Beşiktaş saray mutfaklarında hazırlanan aşûrenin dağıtımı, İstanbullular tarafından sabırsızlıkla beklenirdi. Dağıtım, iki şekilde yapılırdı.

Birincisi, saray testilerine ve kâselerine konan aşûreler, Beşiktaş, Ortaköy, hattâ daha uzak semtlerdeki yüksek rütbeli kamu görevlilerinin, ilmiye ve mülkiye ricâlinin konaklarına götürülürdü. Ertesi gün, “cevap” denen usûl gereği boş testi ve kâselerin çikolata, bademşekeri, fıstık vb. şeylerle doldurularak konak ağalarınca saraya iâdesi gelenekti.

İkinci ve asıl dağıtım, halka yönelikti. Saray mutfaklarının her birinde, iki ve dört kulplu büyük kazanlarda, buğday, incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla vb. malzemelerle aşûreler pişirilir; Muharrem’in 10. gecesi sırık hamallarınca taşınan 50-60 kazan, Yıldız Talimhâne Meydanı’na götürülerek düzgün bir sıra hâlinde dizilirdi.

Sabah erkenden Matbah-ı Âmire müdürü (mutfak sorumlusu) ve helvacı başılar resmî giysileriyle meydanda hazır beklerler, seccâdecibaşının, aşûre dağıtımının padişahın buyruğu olduğunu duyurmasından sonra Matbah-ı Âmire imamı duâ eder, “Âmin!” diyen halka parmaklıklı kapılar açılır, her kazanın önünde kuyruklar oluşur ve beraberinde getirdikleri kaplara aşûre doldurulurdu. (Eyüp BAŞ, “Aşûre Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dînî Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler”, AÜİFD, c. XLV (2004), sy. 1, sh: 167, 190)

 

Sütlü Aşûre Tarifi

Malzemeler: 500 gr. haşlanmış buğday (2 su bardağı), 1 su bardağı haşlanmış nohut, 1 su bardağı kuru fasulye, 1 çay bardağı haşlanmış mısır, 1 çay bardağı haşlanmış pirinç, 500 gr. süt, 2 su bardağı toz şeker, yeterince yenibahar, tarçın, fındık, ceviz ve dolmalık fıstık. İstediğiniz kuru ve yaş meyveler, isterseniz gül suyu ve karanfil de katabilirsiniz.

Hazırlanışı: Akşamdan ıslattığımız nohut, buğday, kuru fasulyeyi ve pirinci haşlayıp süzelim. Bu aşamada haşlama derecesi, baklagilleri elimizde sıktığımız zaman dağılacak şekilde olmalıdır. Yoksa şekeri koyduğumuzda baklagiller sertleşir. Hepsini tenceremize alalım; üzerine şekeri ve sütü ekleyip bir taşım kaynatalım. Kuru meyve de koyacaksak, üzüm, incir, kayısı gibi, onları da ayrı bir yerde 5 dakika pişirip, tenceremize katalım, bir taşım kaynatıp ocağımızı kapatalım. Kaynattığımız aşûreyi servis kâsemize alıp üzerine tarçın, yenibahar serpelim, istediğimiz kuru yemişle ve meyveyle süsleyip servis yapalım. Âfiyet olsun.

Aşûre ve Sağlık

Aşûre, içinde çeşit çeşit bakliyat, kuruyemiş, taze ve kuru meyve, ayrıca bazı baharatları içerdiği için çok yüksek besleyici özelliğe sahiptir. Bu özelliğinden dolayı aşûre protein, karbonhidrat, önemli yağ asitleri, demir, çinko, fosfor, kalsiyum gibi minerallerle B, C ve A vitaminlerince zengin, eşi olmayan bir gıdadır. Özellikle proteince zengin hayvanî gıdaları az yiyenler için iyi bir protein kaynağıdır. Enerji kaynağı ve vitamin deposu diyebileceğimiz aşûre, kışın vücudun direncini artırıcı, faydalı bir gıdadır. Ayrıca hastalığı olmamak şartıyla büyük-küçük her yaşın yiyebileceği güzel bir tatlıdır.

PAYLAŞ:                

Nejla Bas

Nejla Bas

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle