Benim Suçum Ne?

Koşar adımlarla odasına girdi, yatağın üzerindeki örtüyü açtı, yatağının içine büzüldü. Yorganını sımsıkı başının üzerine çekti. Kendisini kovalayan kocaman bir canavardan daha fazla korku veriyordu büyüyen kavganın vahşî sesleri. Artık sürekli tekrarlanan bu tartışmalar, günlük yaşantılarının bir parçası hâline gelmişti. Ne kaçabileceği başka bir yer vardı, ne de onları durdurabilecek gücü… Çaresizlikle her zamanki gibi kulaklarını tıkadı, onları daha az duyuyor, ama bu daha az üzülmesine yardımcı olmuyordu. Nihayet bağırtı sesleri kesildi. Çocuk, rahat bir nefes almıştı ki, çarpan sokak kapısı ile küçücük yüreği sıkıştı, gözünden hızla akan yaşlar, yüzünü gömdüğü yastığı üzerinde kayboluyordu. Artık ne hıçkırıklarını, ne de gözünden akan yaşları durduramıyordu.

Deminki kavganın yerini kaplayan uğursuz sessizlik, yapışkan bir sis gibi çocuğun üzerine çökmüştü. Yatağın içinde teri gözyaşlarına, gözyaşları sümüklerine karışmıştı. Yorganı tepesinden kaldırıp temiz bir nefes almaya cesaret edemedi.

Çarpan sokak kapısı, acaba hangisinden ayırmıştı onu? Giden annesi mi, yoksa babası mıydı? Dışarıdaki korkunç gerçek neydi? Acaba hangisini daha çok seviyordu, içini yokladı, karar veremedi. Acaba bütün bu olanlar, onun suçu muydu? Annesini fazla üzmüş, babasını sinirlendirmiş miydi? Eğer boşanırlarsa, hangisi ile yaşayacaktı? Anne ve babası, bir daha birbirlerini sevmeyecekler miydi? Üvey anne ya da babası mı olacaktı? Kafasında dolanan soruların cevabı da yoktu, bu soruların biteceği de…

Hiçbirisini düşünmek istemiyordu, geçen yıl hep beraber yaptıkları pikniği, zorla gözünün önüne getirmeye çalıştı. Bir şeye üzüldüğünde hep işe yarardı, birlikte top oynadıkları o neşeli, güneşli güzel günü hatırladı. O gün anne-babası ile paylaştığı zamanlar kendisini biraz yatıştırmış, içindeki sıkıntıyı hafifletmişti ki, uykuya dalabildi.

Sabah uyandığında önce ağlamaktan şişen gözlerini açmakta zorlandı, sonra mutsuz olduğunu hissetti, uykuya dalmadan önce olanları zihninde yokladı. Anne ve babası, yine feci bir kavgaya tutuşmuşlardı, sonra da hışımla sokak kapısı çarpılmıştı. Olanları hatırlamak, sanki mutsuzluğunu yüz kat daha arttırmıştı. Artık dışarı çıkıp kim tarafından terk edildiğini öğrenmenin vakti gelmişti. Önce sızlayan gözlerinin ne hâlde olduğunu merak etti, banyoya koştu. Biraz şiş ve pembe gözüküyorlardı, ama zannettiği kadar da kötü durumda değillerdi. Derinden annesinin sesini işitti. Annesi telefonla konuşuyordu. Demek dün gece giden babasıydı.

Gizlice annesinin konuşmasını dinlemeye karar verdi, yavaşça banyonun kapısını araladı, nefesini tutup gözlerini yere dikti. Maalesef dün gece olanlar kâbus değildi, annesi telefondaki kişiye yaşadıklarından bahsediyordu. Babası evi terk etmişti ve annesi çok kararlı bir şekilde en kısa sürede boşanacağını söylüyordu. Bu duyacağı en kötü haber olmalıydı.

Çocuk tekrar odasına gitti, telefon görüşmesinin bitmesini beklerken masasına oturdu ve defterinin boş bir sayfasına anlamsız şekiller karaladı. Kahvaltı etmek, üzerini giyinmek, oyun oynamak, okula gitmek istemiyordu; canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Annesi, odasının kapısından kafasını uzatıp geç kalmaması gerektiğini hatırlattı, çocuk isteksizce hazırlanıp mutfağa geçti, tabağına bir parça reçel ve peynir bulaştırdı, kahvaltı ettiğini söyledi. Annesine babasını sormak istiyordu, kavganın sebebini sormak istiyordu, acaba ne yapsa barışırlardı bilmek ve yapmak istiyordu, ama hiç sesini çıkaramadı.

Annesi ile yürüyerek okula gittiler. Çocuk annesini kendince değerlendirmek için türlü türlü sorular soruyor, onunla konuşmaya çalışıyor, ama annesi kestirme cevaplar vererek onu kendine yaklaştırmıyordu. Düşünceli ve üzgün olduğu her hâlinden belliydi, artık annesinin kendisini de eskisi gibi sevmeyeceğini hissediyordu. Acaba babası nasıldı, o da artık kendisi ile oyun oynamayacak sohbet etmeyecek miydi? Hem kendisi için, hem de anne ve babası için üzülüyordu.

Okula bırakırken annesi, otomatik ve duygusuz bir şekilde “iyi dersler” diledi ve oradan ayrıldı. Çocuk, güçsüz bacaklarını ittire ittire sınıfına girdi ve sessizce sırasına oturdu. Kimseyle konuşmak istemiyor, etrafındaki olan bitenle ilgilenmiyordu. Sadece bundan sonra neler olacağını merak ediyordu. Son zamanlarda daha duygusal ve alıngan davranışları öğretmeninin dikkatini çekmiş, arkadaşlarının ondan uzaklaşmasına sebep olmuştu.

Okul bittiğinde annesi kapıda bekliyordu, sabahki gerginliği yüzüne tamamen yerleşmişti. Demek düzelen bir şey yoktu. Eve gidince çocuk kapıda hazırlanmış eşyaları gördü, annesi birkaç gün anneannelerine ziyarete gideceklerini söyledi, bunun bir ziyaret olmadığını çok iyi biliyordu, yine de:

“-Peki babam?” diye sordu.

Annesi onun işlerinin olduğunu ve gelemeyeceğini söyledi. Çocuk gerçeğin en az annesi kadar farkındaydı, sadece işleri daha fazla zorlaştırmamak için susuyordu. Konuşsa ağlayacaktı. Sorduğu soruların cevaplarını, annesinin ağzından duymaya hazır değildi, çünkü vereceği cevapları çok iyi biliyordu.

Otobüse bindiklerinde odasını düşündü, oyuncaklarını, kıyafetlerini, babasını… Bir daha onları ne zaman göreceğini bilmeyerek onlardan uzaklaşıyordu. Otobüsün bozulduğunu, babasının gelip otobüsü tamir ettiğini, hep birlikte evlerine gittiklerini hayal etti. Otobüs hızlandı, yolculuk sona erdiğinde dedesi onları bekliyordu. Çok sevdiği dedesini görünce içinde bir heyecan oldu, ama yine de anne-baba olduğunda, kendi çocuğunu bu durumda bırakmayacağına dair kendine söz verdi.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle