Sıdk Olmadan Sadâkat Olmaz

SIDK OLMADAN SADÂKAT OLMAZ

 

 

Sıdk, Sıddîk, Sâdık

Sıdk, sözlükte doğru söylemek, sözünü yerine getirmek demektir. Doğru dürüst, içi dışı bir olmak, kalbi temiz olmak gibi kelimelerle de açıklamak mümkündür, sıdkı…

Allah, kullarından îmanda “sıdk” sâhibi olmalarını istemiştir. Kalbine nifak ve küfür bulaştırmadan, hâlis, saf, arı-duru ve sıdk ile perçinlenmiş bir îman… Böyle bir îmana ulaşmak, sıddıklarla ve sâdıklarla beraber olmak ile mümkündür.[1]

Rabbimiz bu sıdkı, Peygamberlerinden de istemiştir. Onları, Yüce Allâh’ın huzuruna[2] (makam-ı sıdka) ulaşmak üzere insanlara örnek güzel bir hayat sürmeye[3] (lisân-ı sıdk) dâvet etmiş, onları Allâh’a verdikleri sıdk sözü ile mesûl tutmuştur.[4] Allah vaadine sadakat gösterenleri, sadakatleri sebebiyle mükâfâtlandıracaktır.[5] Sıdk ile îman dâvetine icâbet bütün mü’minlere mağfiret, rahmet ve cenneti lufedeceğini vaad etmiştir. Allâh’ın bu vaadinde[6] (va’de’s-sıdk) değişme ve bozulma olmaz. Böylece “sıddîkiyet” makamına ulaşan kimseleri, Rabbimiz, peygamberler, şehitler ve sâlih kimselerle beraber haşredecektir. Bu kimseler ne güzel arkadaşlardır.[7] Kıyâmet günü, sâdıklara sıdklarının fayda vereceği gündür. Allah, onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetleri vermiştir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuştur. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.[8]

Sıdk yolu, görüldüğü gibi, Allâh’ın nimet verdiği kulların yoludur.[9] Bu yola, şüphesiz Allâh’ın yardımı ile girilir ve yine bu yolda, Allâh’ın sonsuz lütfu ile sabit kadem kalınır. İnsan, akıl ve iradesini hidayet ve hayra doğru yönlendirir ve bu hidâyeti ise, Cenâb-ı Hak, dilediği kuluna lutfeder.

 

Allâh’a Karşı Sâdık Olmayan

Allâh ile yapmış olduğu “kulluk vaadi”ne sâdık olmayan insanların birbirlerine sadâkati de eksik, hatalı ve genellikle menfaate dayalıdır. Görünüşteki sadâkat (doğru sözlü ve dürüst olmak) ya da Türkçedeki mânâsıyla “bağlılık” en küçük bir zorlama veya menfaat karşısında eğilip bükülmeye başlar.

Arkadaşlık, dostluk ilişkilerinde böyledir; âile ve akrabalık ilişkilerinde böyledir; iş-ortaklık münâsebetlerinde hayli hayli böyledir. İnsanın “dost” ve “sırdaş” olarak seçtikleri, îman, takva ve sadâkatle beslenmemişse, en güvendiği ve kendilerine en muhtaç olduğu anda kendisini tek başına, sahipsiz, yardımsız buluverir. Hattâ belki bundan daha beteri, kendisi için her türlü fedakârlıktan kaçınmadığı dostları tarafından ihânete uğramaktır.

Rabbimiz, mü’minleri mü’minlerle dost kılmıştır. Mü’min erkek ve hanımlar, birbirlerini hayra çağıran, birbirlerine iyilik ve güzellikleri tavsiye eden, birbirlerini kötülük ve yanlışlardan uzaklaştıran, namazı dosdoğru kılıp zekâtı veren[10] hakiki dostlardır. Mü’minlerin dostluğu, münâfıkların arkadaşlığına benzemez. Çünkü münâfık erkek ve kadınlar, birbirindendir. Onlar kötülüğü emredip, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Derin gafletleri sebebiyle Allâh’ı da unutmuşlardır. Allah da onları kendi hâllerine terk etmiştir.[11]

 

Mü’minler, Müşriklerle Evlenmezler

Kur’ân-ı Kerim’in bu tasnifinden de görüldüğü gibi, Allâh’a karşı sâdık olmayan, O’nunla olan bağını zedeleyen veya yok eden insanlar, başka insanlara da gerçek yâr olamazlar. Bu yüzden bir âyet-i kerimede mü’minlere şu ikaz yapılmaktadır:

“İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, îmanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden mü’min bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar.” (el-Bakara, 221)

Bu âyet-i kerîmede açıkça ifade edildiği şekilde, îman ve küfür, insanlar arasındaki en belirgin çizgidir. Mü’minler, ancak kendi gibi Allâh’a inanan kimselerle akrabalık bağı kurmaya ve dostluklar oluşturmaya çalışır. Aksi hâlde o cehennem yolcularına arkadaşlık ederek kendi acı âkıbetini seçmiş olur.

 

Evlilikte İffet

Mü’min için evlilik tercihi yaparken dikkat edeceği bir husus da “iffet”tir. Nûr Sûresi’nde şöyle buyrulmaktadır:

“Zinâ eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zinâ eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.”[12]

Bu âyeti değerlendiren İslâm âlimleri, mümin erkek ve kadınların herhangi bir müşrik (putperest) ile evlenmesini kesin olarak yasaklamışlardır. Ancak müminlerin, zina etmiş başka müminlerle evlilik akdi (nikâhları) kerih olmakla beraber geçerlidir. Âyette zinâ eden erkek ve kadının birbirine denk görülmesi, özellikle “psikolojik yatkınlık” ve “bundan rahatsız olmama”ya dikkat çekmek içindir. Gerçekten temiz fıtratlı ve iffetli insanlar, mecbur kalmadıkça böyle bir tercihte bulunmazlar.

Eğer bir mü’min, Allâh’ın bu genel çizgilerine rağmen, sadece “gönül verdiği” veya “güzel gördüğü için” müşrik veya iffetsiz bir kimseyi tercih etmişse, dünya ve âhiret hayatında başına geleceklere de hazırlanması gerekir.

 

Sıdk Olmadan

Hayatına Allâh’a îman, kulluk, teslimiyet, iffet, sadakat girmemiş erkek veya kadının, kendisi gibi başka bir insana karşı bağlılık, fedakârlık ve sadakat göstermesi beklenemez, beklenmemelidir.

Allâh’ı sevmeyen, tanımayan bir insan, nasıl olur da onun kullarını gerektiği gibi sever ve tanır. Sevgisinde menfaat, gösteriş, yalancılık olmaz mı? Bağlılığı, köprüyü geçene kadar sürmez mi? Sadakati, ilk gördüğü güzele kadar değil midir?

Allâh’ın bilen, O’nu tanıyan, O’nu gerektiği gibi sevip O’ndan gerektiği gibi korkan insan, fânîlere karşı da sorumluluklarını harfiyen yerine getirmeye çalışmaz mı? İyi bir eş, bir baba-anne, iyi bir evlat olmaz mı? Karşısındaki insanı, sadece “kullanacağı bir varlık” olarak değil de “âhirette hesabını vermek zorunda olduğu bir emânet” olarak gören, “kul hakkı” ve “hesab şuuru” taşıyan bir insan, Allâh’ın kendisini her an murakabe ettiğini, görüp gözettiğini, yapıp ettiği her şeyi bildiğini hissede hissede kötülük yapabilir mi? Ya da onun yaptığı kötülükler, vicdanını karartmış, insanlık damarı çatlamış zâlimlerin kötülükleri ile bir olur mu?!

Öyleyse gelin, sâdık bir eş arıyorsak, önce sâdık bir kul arayalım. Allâh’a sadakati tam olan, kullarına da sâdık olacaktır.

 

İki Yuva Modeli

Allâh’ı unutan, Allâh’ı kandırdığını zanneden gâfillerle kurulan yuvalar, yıkılmaya, en azından çatırdamaya mahkûmdur. Bu yuvalarda, herkes içten içe şikâyetçidir. Baba, evlatlarından; evlatlar babasından; karı, kocasından; koca karısından… Bütün akrabalar birbirinden… Maddî imkânlar varken, herkes gülen yüzünü gösterir, deniz bittiği zaman dikenlerini… Gençlik, güzellik, servet varken herkes dosttur; bunlar tükendikçe gözyaşları, hasret ve yalnızlıklar artar. Her türlü menhiyat, fuhşiyât bazen gizli, bazen alenî şekilde işlenir. Allâh’a isyanın dalga dalga yükseldiği bu hânelere, gökten de Allâh’ın lânet ve gazabı iner. İnsanların dostlukları sahte, mutlulukları sahte, hayatları sahtedir. Kartondan binalar gibi, ufacık bir dokunuşta yıkılıverirler. Uzaktan görünüşleri ihtişamlı, göz alıcı, câzibedardır; fakat iç âlemleri perişan, derbeder ve harabe… Bu yuvaya isabet eden en ufak felâket ve sıkıntı kıvılcımları, bütün âileyi felâkete sürükleyen büyük yangınlara dönüşür. Âilenin her ferdi, en küçük bir felâkette, diğerlerini ortada bırakıp kendi başının çaresine bakmaya çalışır.

Oysa îman temelleri ile kurulmuş yuvada, varlık da birdir, yokluk da… Hepsi Allah’tan gelmiştir. En mutlu günlerin de tatlı bir hâtırası vardır, en acı günlerin de… Beraber yenilen ziyafetler de tebessümle yâd edilir, aynı sofrada paylaşılan kuru ekmekler de… Hattâ bazen mahrumiyetler, sıkıntı, musibet ve hastalıklar, âile fertlerini birbirine daha çok kenetler. Herkes, ayrı ayrı, Allâh’a kul olduğunun bilincindedir. Birbirini aldatmaktan değil, Allâh’ın huzurunda mahcub olmaktan korkarlar. Sevgileri ortaktır, üzüntüleri ortak… Sevgiyi paylaşarak büyütürler, üzüntüyü paylaşarak küçültürler. Lokmalar paylaşılır, dertler paylaşılır, yükler paylaşılır, kulluk ve ibâdetler paylaşılır. İnsanlar tek tek değil, birlikte, el ele Allâh’ın huzuruna çıkmanın, âhirette de birbirinin yüzüne rahatça bakabilmenin mücadelesini verirler.

Rabbimiz, kendisine sâdık kulları ile karşılaştırsın bizleri… Hem dünyada, hem de âhirette o kulların arasına dâhil eylesin. Böylece iki cihanı kuşatan nimet, rahmet ve mağfiret ikliminden bizleri de nasipdar eylesin. Âmin.

 

Fatma Nur CİHAN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] et-Tevbe, 119.

[2] el-Kamer, 54-55.

[3] Meryem, 50; eş-Şuarâ, 84.

[4] el-Ahzâb, 8.

[5] el-Ahzâb, 24.

[6] el-Ahkâf, 16.

[7] en-Nisâ, 69-70.

[8] el-Mâide, 119.

[9] en-Nisâ, 69-70.

[10] et-Tevbe, 71.

[11]et-Tevbe, 67.

[12] en-Nûr, 3.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle