Sunuş

Muhterem Okuyucularımız;

Bu sayımızda âilelerimizi sarsan büyük bir derdi gündemimize taşımak istedik. Gün geçmiyor ki, çeşitli sebeplerle uçurumun kenarlarında gezen âilelere şâhit olmayalım. Kimi iş ortamından, kimi internetten, kimi eski dost ve arkadaşlarından edindiği “gizli dost”larla birliktelik yaşamaya başlıyor. Sonunda, binbir emekle kurulan, fedakârlık ve çilelerle büyütülen, tatlı birer meyve olup topluma faydalı meyveler vermesi beklenen âileler, birer birer yıkılıyor. Elbette bunun pek çok sebebi var. Medya, televizyon kanalları ile özendirilen yüksek hayat standartları, normalleştirilen gayr-ı ahlâkî ilişkiler, doğumdan evliliğe kadar bir türlü belli standarda oturmayan dînî ve mânevî eğitim, bilgi ve kültür seviyesi, dünyaya bağlılık ve dünyayı cennete çevirme kaygısı, maddeperestlik, ihtiraslar, kendini belli etme arzusu, çocuk ve âile mesuliyetini taşımak istememe, rahatperestlik… vs. vs.

Aslında bütün bu sebeplerin hem içinde, hem de başında, insanın “Allâh’tan kopması” geliyor. Allâh’ı unutan, âhiret gününü unutan insan, hayatta “kıymet vermesi gereken her şeyi” rahatlıkla unutuveriyor. Her şeyi kendisi için, kendisini de yine kendi hevâ ve hevesleri için var olmuş görüyor. Bu da kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, bencil, gururlu, kimse için fedakârlık yapmak istemeyen, gaddar kimselerin yetişmesine sebep oluyor. Daha fazla kazanmak, daha rahat yaşamak; sanki mutluluğun anahtarı gibi sunuluyor. Artık köylerde de, şehirlerde de “bir ekmek, bir soğan ile” mutlu olma devri geçti. İnsanlar, biz birbirimizi sevelim, mutlu olalım da samanlık seyran olur, diye düşünmüyor. Kadın-erkek, çoluk çocuk herkes kısa yoldan para kazanmanın, çalışmadan rahat etmenin, üzülmeden, sıkıntıya girmeden mutlu olmanın derdinde… Maalesef bu yaygın ve bulaşıcı hastalık, dindar âile yuvalarını da sarmaya başladı.

Bu kadar rahat, konfor ve dünya güzelliğine vurgun olan insanlar, hanım veya kocalarında aradıklarını bulamamaya başladığı zaman, gözleri dışarıya dönüyor. Daha güzel, daha alımlı ya da daha zengin, daha bakımlı adaylar bulur bulmaz, eldekinden, evdekinden kurtulmaya bakıyor. O zaman nereyi gözden geçirmek lâzım? Neyi düzeltmek lâzım?

Kalplerimizi tekrar elimize verseler, onun içindeki hangi hastalıkları ayıklamamız lâzım ki, bu ve benzeri durumlardan korunalım?

Dillere pelesenk edilen, her şeyi meşrûlaştırdığına inanılan bir cümle var: “Severek evlenmek”… Eğer sevmiyorsan, sevdiğini ara!... Evli de olsan, sevdiğin ile birlikte olmak gayr-ı meşrû da olsa önemli değil, seviyorsun ya!.. Sevmek her şeyi mübah kılar!..”

Acaba gerçekten böyle mi? Sevmek, dinimizce de kutsallaştırılmış, uğruna her şey yapılması gereken bir prensip midir? Sevmeden evlenme olmaz mı? İnsan, her hâlükârda sevdiğinin peşinden mi gitmelidir? İffet, nâmus, sadâkat ve ilâhî takdir kelimelerinin mânâsı nedir? Bunlardan bizim gönül hânemize düşecek hisseler yok mudur?

Zor konular… Cevaplandırılması gereken sorular… Eğer bu konular, sizin de gönül telinizi titretiyor, bir merak uyandırıyorsa, buyurun dergimiz sayfalarına…

Gelecek sayıda görüşünceye dek, Allâh’a emânet olunuz.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle