Mekke Ve Medine'yi Anlamak

“-Âh ne olur! Bir gece bile olsa Mekke’de bulunsam, sümbüller ve yavşanlarla bezeli bir dere kenarında uykuya dalsam. Bir gün Mecenne pınarına varıp suya kansam. Şâme ve Tafil Dağları’na doya doya baksam...”

Mekke hasreti ile yanan Bilal-i Habeşî Hazretleri’nin dudaklarından, hicretten sonra yakalandığı sıtma krizi esnasında bu beyitler dökülür. Hazret-i Âişe Vâlidemiz, Bilal Habeşî Hazretleri’nin bu sözlerini Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ilettiği zaman Peygamber Efendimiz ellerini açıp duâ edecektir:

“-Allâh’ım! Bize Mekke’yi sevdirdiğin gibi, ondan daha da fazla Medîne’yi sevdir! Allâh’ım! Ölçü ve tartımızı, bizim için bereketli kıl! Medîne’nin havasını bizler için sağlıklı kıl…” (Buhârî, Fedâilü’l-Medîne, 12; Merdâ, 22; Deavât, 43)

Peygamber Efendimiz, sahabîlerinin gönlündeki mukaddes beldelerden uzak olma hüznüne, Medîne şehrine mukaddeslik atfederek tesellî oluyor, gönülleri ferahlatıyordu:

“İbrahim’in Mekke’yi kutsal (harem) îlan ettiği gibi, ben de Medîne’yi kutsal (harem) îlan ettim” (Buhârî, Büyû’, 53)

Kutsal olanı, fıtrat sever; gitmese de, görmese de… Hacca giden, gidemeyen her Müslümanın, hüzün sebeplerinden birisi de budur: Mukaddes beldelere duyulan hasret… Dünya üzerinde hiçbir şehir, Mekke ve Medîne’nin sevildiği kadar sevilmemiştir.

* * *

Hac ve umre için kutsal beldelere gitmek, hac ve umre menâsiklerini yerine getirmek kadar, Mekke ve Medîne’de Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ve ashâbının izini sürmektir aynı zamanda… Bu iki şehir, İslâm’ın yayılmasına, Kur’ân’ın nüzûlüne, Peygamber Efendimizin her adımına şâhitlik etmiştir. Nur Dağı’ndan Sevr’ine; Uhud Dağı’ndan Okçular Tepesi’ne; Kuba Mescidi’nden, Kıbleteyn Mescidi’ne; Cennet’ül-Muallâ’dan, Cennetü’l-Bakî’ye…

Bizim ülkemizde dağlar, ya denize paraleldir, ya da dik… Mekke’de ise şaşılacak bir durum vardır; bütün dağlar, kendi yönünden Kâbe’ye paralel ve secde pozisyonundadır… Ortada ise, Hazret-i İbrahim’in, Hazret-i Hacer ve oğlu İsmail’i -aleyhimüsselâm- Filistin’den getirip bıraktığı yer, Vâdi-i İbrahim’dir. Bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yer… Kırbasında suyu ile birlikte sütü de kesilmeye yüz tutan Hazret-i Hacer’in olanca gayreti ile Safâ Tepesi’nden başlayıp, acaba bir insan, bir su, bir işaret bulur muyum endişesi ile Merve Tepesi’ne, oradan tekrar Safa Tepesi’ne yaptığı koşu, Zemzem’in bulunması ile sonlanmış; Mekke şehrinin kuruluş mâcerası böylece başlamıştır. Zemzem, dünya üzerinde en çok insan tarafından içilen su olma şerefine erişmiştir.

* * *

Mekke şehrinin de, dünyanın da kalbi, Kâbe-i Muazzama’dır. Yeryüzünde ilk insan yapısı olup Hazret-i Âdem tarafından yapılmış, Nuh Tûfanı ile yıkılmış; Hazret-i İbrahim ve oğlu tarafından, tekrar aynı zemin üzerine yükseltilmiştir. Kâbe-i Muazzama, tarih boyunca on dokuz kez tamir olur. Sebebi, Kâbe’ye âşık dağların, Kâbe’nin etrafını sarması ve Kâbe’ye âşık yağmur sularının, kavuşma aşkı ile Kâbe’ye doğru akıp, sevgilerinin şiddetini ayarlayamayıp, Kâbe’yi fazla sıkı sarmalarıdır.

 Vefâlı Rabbimiz, teslimiyet ve vefâda zirve yapmış iki mübarek insan, Hazret-i Hacer ve Hazret-i İsmail’in Kâbe’nin içine defnedilmelerini nasip etmiştir. Yapılan bir tamir sonrasında ise, malzeme az olduğu için Kâbe’nin dışında bırakılan, aslen hâlâ Kâbe’nin içi kabul edilen Hicr-i İsmail’de medfundurlar.

* * *

Rivayete göre: Âdem -aleyhisselâm-, şeytanın şerrinden korkmaya başlayıp Allâh’a sığınınca, Cenâb-ı Hak, koruyucu melekler göndermiş ve bu melekler Mekke’yi her taraftan kuşatmışlardır. Melekler, Kâbe’nin çevresinde, nerelerde durmuşlarsa, oraları Mekke’nin Harem sınırı olmuştur.[1]

Mekke ile Medine’ye “iki harem bölgesi” mânâsına “Haremeyn” denir ki, bu şehirleri ve etraflarındaki belirli bir mıntıkayı ifade eder. Müslümanların mahremi olan bu mıntıkalara; yabancılar, yani gayr-i müslimler giremez. Allah Teâlâ tarafından mukaddes kılındığı için buralara bilhassa hürmet edilir ve bu husûsî ihtiramın gereği olarak da sâir zamanlarda mübâh sayılan bazı fiillerden kaçınılır.

* * *

Peygamber Efendimizin Kâbe’ye girdiği kapının ismi, “Bâbu’s-Selâm”dır. Ve bu kapıdan Kâbe’ye girmek, sünnettir. 20 yüzyıla kadar aslına uyularak korunan, sonra ise Suudîler tarafından yıkılıp yerine kütüphane yapılan Peygamber Efendimizin doğduğu ev, Kâbe-i Muazzama’nın Babü’s-Selam kapısı tarafında “Şib-i Ebû Tâlib” Caddesi’ndedir. Şu anda önünde, Aziziye tarafına giden otobüslerin, servislerin ilk istasyonu bulunmaktadır.

Bu kütüphanenin arkasındaki tepeyi seyrederken heyecanlanırız; çünkü bu tepe, Peygamber Efendimizin çocukluğunun geçtiği Ebû Tâlib Mahallesi’nin bulunduğu yerdir. Hüzünleniriz de; bu mahalle, aynı zamanda müşriklerin, Müslümanlara uyguladıkları üç yıl süren boykot yıllarında Müslümanların bir arada kaldıkları mahalledir. Boykot sırasında, açlık ve yokluk içinde kıvranan sahabîlerin ihtiyaçlarını gidermek için bütün mal varlığını Allah yolunda dağıtan Hazret-i Hatice Vâlidemizin, açlık içinde, bu tepede kurulmuş olan bir çadırda vefat etmesi de bizi ayrı hüzünlendirir. Mekke’nin en önemli kabri olan Cennet’ül-Muallâ’da Hazret-i Hatice, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Tâlib, dedesi Abdulmuttalip ve Allah Rasûlü’nün vefat eden iki oğlu metfundur.

Safâ ve Merve tepeleri arasında, Hazret-i Hacer misâli, derdine derman arayan hacılar, sa’yını Merve Tepesi’nde bitirdikten sonra Merve Tepesi’ne yakın kapıdan dışarı çıkar, birkaç adım yürüyüp dururlarsa bulundukları yer, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, eşi Hazret-i Hatice ile yaşadığı üç odalı evin olduğu yerdir. Bugün o evden eser yoktur.

* * *

Hazret-i İbrahim’in insanları hacca çağırdığı, tavafın başlangıç yeri olarak “Hacerü’l-Esved”i bulduğu, Peygamber Efendimiz’in Mekkelileri İslâm’a davet ettiği tepenin adı, Ebû Kubeys Tepesi’dir. “Ayın yarılma hâdisesi” de bu tepede gerçekleşmiştir. Daha sonra sahabe, bu yeri ölümsüzleştirmek için mihrap şeklinde bir yer inşâ etmişlerse de bunların hepsi yıkılmış; bugün kralın misafirlerini konuk ettiği “konuk evi”, bu mübârek tepenin üzerine inşâ edilmiştir. Sarayın konukevinin yakınındaki Hilton Oteli’nin yeri, Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh’ın evidir. Konuk evi ile Hilton Oteli’nin arasındaki Zemzem Tower Oteli’nin bulunduğu yer ise, Osmanlı’nın Mekke’yi korumak amacıyla inşa ettiği “Ecyad Kalesi”nin yeridir.

Kâbe-i Muazzama’nın Osmanlı tarafından yapılan, her bir sütununa hat yazısı ile sahabîlerin isimlerinin yazılı olduğu revaklar da, tavaf alanını genişletme çalışmalarından nasibini almış, yıkılmışlardır. Vehhâbî din adamları, tarihî eserler ve türbelerin şirki teşvik ettikleri gerekçesi ile yıkılmasını savunmuşlar, kral da Hazret-i Hatice türbesi dâhil, bütün eser ve türbeleri yıktırmıştır.

Nur Dağı’na Peygamber Efendimiz, önceleri birkaç günlüğüne giderken sonraları burada aylarca kalır olmuştur. Hazret-i Hatice Vâlidemiz, Efendimize çok düşkün oldukları için buraya kadar gelirler, Peygamber Efendimizle dağın eteğinde şu anda “İcâbe Mescidi”nin bulunduğu yerde buluşur, hasret giderirlerdi. Allah Rasûlü, Nûr Dağı’ndaki Hira Mağarası’ndan, Kâbe-i Muazzama’yı doya doya seyrederlerdi. Bugün hacıların öyle bir şansı yok… Artık Kâbe’nin üzerindeki ufuk hattını dağların inişli çıkışlı zirveleri değil, Suudîlerin Mekke vizyonu (!) gölgelemektedir. Mekke kraliyet saat kulesinin bulunduğu rezidans, 601 m yükseklikle Mescid-i Haram’ın üzerine çullanan tek bina değildir. Mescid-i Haram’a gökten bakan 130 gökdelenli bir halka oluşturulmaktadır. Şu an Kâbe’nin etrafının inşaat alanı olmasının sebebi, bu projedir.

* * *

Kurban bayramından iki gün önce Zilhicce’nin sekizinci günü Peygamber Efendimiz, sabah namazı Mekke’de kılmış, buradan Mina’ya doğru yola çıkmıştır. Mekke’den Mina’ya giderken yolda görülen su kemerleri, Abbasî halifesi Harun Reşid’in hanımı Zübeyde Hanım’ın gördüğü bir rüya üzerine, Vadi-i Numan’dan önce Arafat’a, sonra Mekke’ye, 60 km. mesafeden su getirdiği su kemerleridir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, yıpranmış bu kemerleri yeniden yaptırmıştır. Allâh’ın işine bakınız ki, Mekke’nin ihtiyacı olan su, kadınların bu gayretleri neticesinde karşılanmıştır.

* * *

Mina’da Mescid-i Hayf’ta beş vakit namaz kılan Peygamber Efendimiz, ertesi günü Arafat’a gitmiştir. Arafat’ta şu anki Nemîre Mescidi’nin bulunduğu yerde, öğle ile ikindi namazını birlikte kıldırıp, sırtını Arafat’ın doğu tarafında bulunan Cebel-i Rahme’ye vermiş, kıbleye dönerek bu tepeceğin eteğinde Arafat Vakfesi’ni îfa etmiştir.

Peygamber Efendimiz, Arafat’tan ayrılıp, akşam ile yatsı namazlarını birlikte Müzdelife’de Meş’ari’l-Haram’da kıldırmıştır. Efendimiz, Cebel-i Kuzah’da bütün geceyi duâ ile geçirmiştir. Bayramın birinci günü toplanan taşlar ile Cemerât’a gidip Hazret-i Hacer, Hazret-i İbrahim, Hazret-i İsmail’in şeytanı taşladıkları yerler olan, “büyük şeytan”, “küçük şeytan” ve “orta şeytan”ı taşlamıştır. Kurban kesme, saçını kestirme, cemerâtlara taş atma vazifesini de bitirerek, vedâ tavafı ile hac farîzasını tamamına erdirmiştir.

* * *

Mina’nın başlangıç noktasındaki Muhassir bölgesi, filleriyle Kâbe’yi yıkmak üzere gelen Ebrehe ordusunun, Ebâbil kuşları tarafından atılan taşlarla hüsrana uğratıldığı yerdir. Mina’da bulunan “Cemre-i Kübrâ” (Büyük Şeytan)’dan Mekke-i Mükerreme istikametine doğru az ilerde sağ tarafta bir mescid bulunmaktadır. Bu mescide, “Akabe Mescidi” veya “Biat Mescidi” denmektedir. Burası, hac mevsiminde Medîne’den gelen sahabîlerin, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile buluşarak O’na biat ettikleri yerdir.

Efendimizin Mekke fethinden bir gün önce, Tûvâ denilen kuyunun bulunduğu yerde gusleder, namazını kılar ve tevazu ile Mekke’ye girer. Girdiği yolun adı, Fetih Caddesi’dir. Sancağını diker; sancağın dikildiği yere yapılan mescidin ismi ise, Râye (Sancak) Mescidi’dir. Mescid-i Şecere ise, Efendimizin sahabesi ile otururken müşriklerin mûcize istemeleri neticesinde, ağacın sökülüp gelerek Rasûlullah Efendimize selâm verdiği yere, daha sonra sahabe-i kiram efendilerimizin inşa ettikleri mesciddir.

* * *

Mekke’yle Medîne arası yollar;

Çizik çizik, hasret yarası yollar.

Vardığı her nokta yine başlangıç;

Gitgide Allâh’a varası yollar,

Mekke’yle Medîne arası yollar… diye inler, Necip Fâzıl…

Aslında Medîne’ye hicret, bir mânâda medeniyete hicrettir. İşte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu zoru başarabilmek, bu toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek için hicret etmiştir.

“-Bana, diğer şehirleri silip süpürecek olan şehre hicret emri verildi. Oraya «Yesrib» diyorlar. Hâlbuki o, bir medeniyet merkezidir. Bu şehir, demirci körüğünün, demirin pasını, pisini attığı gibi, kötüleri bir bir dışarıya atar.” (Buhârî, Fedâilü’l-Medîne, 2) sözü ile de bunu te’yit etmiştir.

Safer Ayı’nın 26. günü, Sevr Dağı’nda üç gün kalarak başlayan hicret, Rebiülevvel Ayı’nın 12. günü Medîne’ye 3 km. uzaklıkta bulunan Kubâ’ya ulaşılmasıyla tamamlanmıştır.

Kuba, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dayılarının ikamet ettiği yerdir. Peygamber Efendimiz, Kuba’da on dört gün kalmış ve temeli takvâ olan ilk İslam mescidi, “Kuba Mescidi”ni bizzat kendisi de çalışarak inşâ ettirmiştir. Medîne’ye yerleştikten sonra da Cumartesi günleri Kuba Mescidi’ni ziyaret eder ve burada namaz kıldırırlardı.

Kuba’dan Medîne-i Münevvere’ye giderken Ranuna Vadisi’ne vardığı sırada, Cuma vakti olmuş ve Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, burada hutbe okuyup ilk Cuma namazını kıldırmıştır. Daha sonra buraya yapılan mescide, “Mescid-i Cuma” denilmiştir. Bu mescid, Kuba’dan Medîne istikametine doğru yaklaşık 1 km. uzaklıkta yer almaktadır.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medîne-i Münevvere’ye geldiği zaman, devesi Kusva’yı serbest bırakmış, devenin çöktüğü yere mescid yapılmasına karar vermiştir. Devenin çöktüğü arazi; iki yetime ait olduğu için ücret ödenip Mescid-i Nebî buraya inşâ edilmiştir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz de bu mescid tamamlanana kadar Halid bin Zeyd Eyyub el-Ensârî’nin evine misafir olmuştur.

Mescidin ilk binası yapılırken; duvarlar, taş ve kerpiç ile örülmüş, direkleri hurma ağaçlarından yapılmış, üzeri de hurma dalları ile kapatılmıştır. Mescidin doğu tarafına da Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eşlerinin her biri için bir oda eklenmiş; bunlar mescidin duvarına bitişik olarak yapılmışlardır. Bütün sahabîlerin evleri bugün genişletilmiş mescidin içinde kalmıştır.

Peygamber Efendimiz’in her Ramazan’da itikafa çekildiği “Serîr Sütunu”ndan, gelen heyetlerle görüştüğü “Meşveret Sütunu”na, yakınında yapılan duâların reddedilmediğine inanılan “Hazret-i Âişe Sütunu”na kadar bütün sütunlar, bugün Mescid-i Nebevî içinde tüm hatıraları ile mevcut bulunmaktadır. 21 nolu kapının yakınında “Bi’ru Ha” isimli kuyunun hâlâ mevcut olduğu gibi… Bu kuyu, Âl-i İmrân Sûresi 92. âyet-i kerîmesinin müjdelediği kişilerden olabilmek için Ebû Talha Hazretleri’nin çok sevdiği bahçesi ile birlikte bağışladığı kuyudur.

Aynı hizada mescidden dışarı çıkıp kırk adım yürüyünce karşımıza gelen mescid, Peygamber Efendimizin Cuma ve bayram namazlarını kendisini gölgelendiren bir bulutun altında kıldırdığı “Ğamâme Mescidi”dir. Yakınlarında ise, Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali Efendilerimizin sahabeye imamet ettikleri mescidler bulunmaktadır. Hicaz Demiryolu’nun son istasyonu olan Medîne İstasyonu’nda bulunan mescid ise, Bedir Harbi’ne giderken Peygamber Efendimizin sahabîleri ile birlikte konakladığı ve onlara kendi eli ile su ikram ettiği için “Sukya Mescidi” olarak isimlendirilmiştir. Mekke ve Medine’de bulunan mescid isimlerine dikkat edersek, hepsi şâhit olduğu hâdiseyi ifade en eden en güzel kelime ile isimlendirilmişlerdir. Kulağa hoş geliyor diye, alâkası bile olmayan başka bir isim konulmamıştır.

Uhud Savaşı’nın izleri hâlâ Medîne’de taptazedir. Medîne’nin 5 km. kuzeyinde yer alan Uhud Dağı, Bedir Savaşı’ndan sonra yapılan ikinci büyük savaşın vukû bulduğu yerdir. Uhud Dağı’nın karşısındaki Okçular tepesi, Abdullah bin Cübeyr komutasındaki okçu birliğini sırtında taşımıştır. Uhud Şehitliği’nde bugün sadece üç büyük sahabî, Hazret-i Hamza, Hazret-i Abdullah bin Cahş ve Hazret-i Mus’ab bin Umeyr’in -radıyallâhu anhüm- kabirleri bulunmaktadır. Hangi vakitte gidilirse gidilsin, bu kabristan bürüm bürüm kokar. Diğer Uhud şehitleri, Cennetü’l-Bakî’de bulunmaktadırlar. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, Uhud’da şehit olan amcası Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh-’ı sık sık ziyaret ederdi. Cennet’ül Bakî de, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eşlerinin birçoğu ile birlikte, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hasan, Ehl-i Beyt’ten büyük zâtlar, Hazret-i Osman, Hazret-i Abbas, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in oğlu İbrahim, şehidler, büyük âlimlerle birlikte on bin kadar sahabe medfundur.

* * *

Bedir Savaşı gibi çok büyük ilâhî yardımların görüldüğü Hendek Savaşı’nın izlerini, Yedi Mescitler diye adlandırılan, Hazret-i Peygamber’in ve ileri gelen sahabîlerin, namaz kıldırıp, duâ ettikleri mekân taşır. Günümüzde bu mescidlerin hepsi mevcut değildir. Bu alanda büyük bir câmi mevcuttur. Burayı ziyaret eden hacı ve umreciler, ne hikmetse bu büyük mescidden ziyade, küçük mescitlerde “Tahiyyetü’l-Mescit” namazını kılmayı daha çok arzu ederler.

Medîne Ziraat Fakültesi’nin içinde kalan kuyu, Hazret-i Osman Kuyusu’dur. Bu kuyu, Medîne’ye geldikleri zaman su sıkıntısı çeken sahabenin imdadına, Hazret-i Osman’ın, kuyunun yarısına kırk kuyu parası vererek bir Yahudi’den satın alarak yetiştiği kuyudur. Yahudi kuyunun tamamını satmaya râzı olmaz. Yarısını satar. Güyâ bir gün suyu Hazret-i Osman, bir gün de Yahudi kullanacaktır. Hazret-i Osman sırasının olduğu gün bütün suyu sahabîlere bedava dağıttığından, Yahudi ertesi günü su satacak kimseyi bulamamış ve kuyunun kalan yarısını da Hazret-i Osman’a satmıştır.

* * *

Medîne’den Mekke’ye giden umreci ve hacılar, umrelerine, Zü’l-Huleyfe’den başlarlar. Burasının bir diğer ismi de “Âbâr-ı Ali”dir (Ali Kuyuları)… Mekke’ye yaklaşık 464 km. uzaklıktadır. Bu mescidin arka tarafında, Medîne’nin kuraklık yıllarında kuyu satın alıp infâk etmeye imkânı olmadığı için Hazret-i Ali’nin kendi gücü ile kazdığı altı su kuyusu bulunmaktadır.

* * *

Mekke ve Medîne’nin gerçek şâhitleri olan bütün bu yerleri ziyaret etmek, hac farîzasını yerine getirmekle birlikte sahabenin gönül dünyasını, rûhî bütünlüğünü, îman, takvâ ve sâlih amel anlayışlarını anlamamız açısından çok büyük önem arz etmektedir. Peygamber Efendimizin izlerini takip etmek, sünnetini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

Seferden dönüşte, Medîne’nin yüksek duvarlarını görünce Medîne’ye kavuşmak için devesinin yularını hızlı koşması için salıveren ve sevincinden:

“-İşte bu Tâbe’dir, (iyilik ve güzellik şehridir.) Bu da Uhud’dur, öyle bir dağdır ki o bizi sever, biz de onu severiz.” (Müslim, Hac, 503) buyuran Peygamber Efendimizin bu sözlerini işitmekle, Medîne’ye yaklaştıkça Rasûl-i Ekrem Efendimizin yaşadığı o anı biz de yaşamak isteriz. Medîne’de vefat etmek istememizin sebebi, Peygamber Efendimize komşu olmak arzusu kadar, Peygamber Efendimizin:

“Dünyada mezarımın olmasını en çok arzuladığım şehir, Medîne’dir” (Muvatta, Cihad, 14) sözünün üzerimizdeki tesirindendir.

Mekke’de ihram yasaklarına uyulması farzdır. Medîne’de de dikkatli olunması gerekir. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Size zarar vermek isteyenler, tuzun suda eridiği gibi yok olur.” (Buhârî, Fedâilü’l-Medine, 7) hadîs-i şerîfini söyleyerek, Medîne’nin korunmasına dair üzerimize düşeni yapmamız gerektiğini, aksi halde “yok olma” tehdidi ile karşı karşıya kalacağımızı bizlere vaz’etmiştir.

Peygamber Efendimiz’e sorulur:

“-Hac nasıl olmalıdır?”

Allah Rasulü’nün verdiği cevap gayet nettir:

“-Hac, Arafat(ta olmak)tır.”

“Arafat” kelimesi, bilmek, tanımak, mârifete, mârifetullaha ermek, anlamak mânâlarına geldiğine göre, Zilhicce’nin dokuzunda Arafat’ta bulunmak, bu sözün genel anlamıdır.

Arafat kelimesinin mânâsından hareket edersek, Arafat’ta ve haccın her safhasında vahiy sürecinin geçmişini şu anda, anlamaya, bilmeye, kavramaya çalışmak; geleceğimize bakıp, dirilişi, mahşeri, mahkeme-i kübrâyı, bekleyişi, hesâba çekilmeyi muhâsebe etmek, amel defterimizi almakla birlikte bir ömrün hesabını nasıl vereceğimizi prova etmektir, hac...

Ârif olarak, Arafat’ı idrak ettiğimiz an “hacı” oluruz. Tarihî süreci, asr-ı saâdeti, Efendimiz’in Mekke ve Medine’deki işaretlerini iyi anlamak, haccı daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. İşte o zaman haccımız, “mebrûr” olur.

 

[1] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c:2, sh: 127; M. Âsım Köksal, Peygamberler Tarihi.

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle