İnsan-ı Kâmil Olmak

Bu ay, merhum Mûsâ Topbaş Efendi’nin dâr-ı bekâya irtihâlinin sene-i devriyesi… Mâlum olduğu üzere, 1999 yılı Temmuz ayında, bedenen aramızdan ayrılmıştı. Ancak kıymetli eserleri, kitapları, hayır ve vakfiyeleri, sâdık talebeleri ve hayırlı halefleri mânevî varlığını hâlâ devam ettirmekte ve bir “sadaka-i câriye” olarak amel defterinin açık kalmasını temin etmektedir. Biz de bu yazımızda, O’nun hâtırasını yâd etmeye vesile olması ümidiyle, onun sohbet ve nasihatlerinden derlediğimiz bir mevzuyu işledik. Rabbimiz, inşâallâh, bu sohbetteki bütün hayırlı nasihatleri, hayatımıza geçirmemiz hususunda bize yardım eder.

* * *

İnsan-ı kâmil olmak, dünya hayatına başlarken düştüğümüz bu fânî çukurdan, yukarıya doğru yükselmeye çalışmak demektir. İnsan, mânevî olarak merhale kat ettikçe, aşağıdaki kadar emniyette değildir. Âdeta büyük bir uçurumun kenarında dolaşıyormuş gibi hassas, dikkatli ve temkinli olmalıdır. İnsanın yolda ayağının bir şeye takılıp düşmesi, belki birkaç sıyrıkla geçiştirilebilir. Ama yüksek tepelerden uçuruma yuvarlanan bir insanın kurtulması çoğu kere mümkün değildir.

Tıpkı bunun gibi, insanın mânen yükseldikçe, edebinin, irfânın, tevâzuunun, takvâ ve mahviyetinin, tevbe ve itaatinin, hizmet ve teslimiyetinin artması gerekir. Şayet mânevî terakkî, insanda, bu güzel hasletleri arttıracak yerde, kibir, ucub, tefâhür, benlik, fısk u fücûrun ziyadeleşmesine sebep oluyorsa, bu kişinin âkıbetinden korkulur. Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler, mânen yükseldiği hâlde, vardığı makamın hakkını veremeyip helâk olanların acı misalleri ile doludur. Allah, cümlemizi muhâfaza etsin.

İnsan, kemal vasfını kazandıkça hayatı itidalli olur. Fevrî hareketlere meyletmez. Hayatın bâdireleri karşısında gereğinden fazla üzülmez, mesut anlarında da gereğinden fazla sevinmez. Zira bilir ki, hüzün de, saâdet de geçicidir. Asıl saâdet, ölüm ânındaki hayırlı âkıbetledir. Asıl hüzün ise, bu dünyayı heder edip âhirette eli boş kalma iledir.

İnsan-ı kâmilin öfkesi ve sevinci, hep Hak için olur. Allah için sever, Allah için buğz eder. Allâh’ın kulluk ve rızâsının olduğu yerde, o da vardır. Allâh’a isyan olabilecek hususlardan ise, devamlı sûrette kendisini muhafaza etmeye çalışır. Dâima ilâhî bir murâkebenin, yani her hâlini kaydeden bir kameranın altında yaşadığının farkındadır. Aldığını, Allah için alır. Verdiğine, Allah için verir.

O kâmil insan, kimseyi hakir görmez. Kardeşlerinin kusurlarını örter, dertlerine ortak olur. Kendisi, kimsenin gıybetini yapmadığı gibi, kendi yanında mü’min kardeşlerinin gıybetinin yapılmasına da müsaade etmez. İnsanlara hizmet, hayatının şiarıdır. Hayır ve hizmetlerde öncülük eder. Maddî imkânı varsa, imkânları ölçüsünde infak eder. Bedeni, hizmet etmeye müsaitse, bedenini bu yolda vakfeder. Eğer maddeten ve bedenen hizmet edemiyor veya ihtiyaç sahiplerine ulaşamıyorsa, duâlarıyla gönlünü bu hizmetler için seferber eyler.

Kalp, bir küpe benzer. İçinde ne varsa, o sızar. İnsanın kalbinin döküldüğü oluk, dilidir. Kalbi sâlih olanların dilleri de pâk olur. Kalb fesâda uğradıkça, dil de bozulur. İnsanların yüreklerini kırmaya başlar. Yeryüzünün gerçek fâtihleri, kıtalar, topraklar ele geçirenler değil, kalpleri fethedenlerdir.

Güzel hasletler, birbirini çeker. Merhamet cömertliği, cömertlik fedakârlık, diğergamlık ve hizmeti çeker. Hizmet eden, mütevâzi olur. Katı kalp cimriliğe, o da insanı kibir, benlik ve yalnızlığa sürükler. Rabbimiz, cümlemize, bütün güzel evsâfıyla “insan-ı kâmil” olmayı nasip eylesin. Âmin.

PAYLAŞ:                

Zahide Topcu

Zahide Topcu

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle