Beyaz Olacaktı Hikâyemin Tonu

Ellerimi iki yana açmış, güneşin parlak ışıltısının altında, yemyeşil bir dünyada, kendi etrafımda dönüyorum… Çimenlerin kokusu içimi ferahlatırken, elbisemdeki bütün çiçek desenleri, gerçek bir bahçenin içinde olmanın mutluluğuyla kokularını saçıyordu. Doyulmaz huzurun lezzeti, tebessümlerimde hayata karışırken tertemiz bir rûhun nefesini uzun uzun çekiyordum içime…

Başım, masmavi bulutlara minnettâr, göğe doğru uzanırken o beyazlıkları görmeye başladım birden… Gittikçe derinleşen gökyüzünden bana doğru geliyorlardı. Bunlar, mutluluğun tohumları olmalıydı, bana hediye edilen!.. Şaşkındım ve bir o kadar sevinç dolu…

Ama ters giden bir şeyler vardı. Etraf toz duman olmaya başladı. Ve ilk toz tanesi değdi tenime… Beklediğim beyazlık, bu kez bildiğim saflığın vekili değildi. Düşen her toz tanesi, kanatıyordu bedenimi… Ve kana bulanıyordu, bütün o temiz kokulu bahçem, elbisem… Yüzümü kaçırıyordum. “Hayır!” diye bağırıyordum ve kaçışıyordum koklamaya kıyamadığım çiçekleri ezerek… Aynalar için tek sebebim olan yüzüm, benimle kalmalıydı. Kanayan tenime karışmaması için geç olmadan saklıyordum onu ellerimle... Ve yolun sonuna gelmiş bir çaresizin kesilen nefesi ile yere kapanmış haykırarak ağlıyordum ve öylece eriyordum.

Gözlerimi açtığımda tavanın beyazlığının bu kadar büyük olduğunu ve bundan bir gün korkabileceğimi hiç düşünmemiştim. Bu gördüğüm kâbus, bendeki bütün renkleri silip götürmüştü. Rûhum karanlık, ama yüzüm bembeyaz uyanmıştım, o sabah... Gözyaşlarım bütün gerçekliğiyle takip etmişti beni o âlemden, uyanana dek… Elimi-yüzümü yıkadım, daralan yüreğimi ferahlatmak için gördüğüm bütün pencereleri açtım. Yalnız olmadığımı kendime ispat etmek istercesine televizyondan medet umdum ve bütün o yalan hayatların varlığını, kendi sabahıma tesellî yaptım. Bu gördüğüm kâbus, içimde bir yerlerde bütün yaşadığım yıllar kadar gerçekti aslında... Müziğin sesini sonuna kadar açmam da bundandı… Derinlerimdeki bu gerçeğin sesini bastırmak içindi her şey…

Yıllar önce başladığım bu beyaz toz kâbusu, felâketim olmuştu. Uykuya daldığımda yaşadıklarım kadar mâsum değildi hikâyem, ama sonu hep aynıydı her türlüsünde; eriyordum…

Çok dertliydim ya hani, çok çaresiz ya da çok özgür ve kimsesiz, hani biliyordum ya hayatı, hani tek bir hakkım vardı dalmak için dünyanın derinliklerine, bu şansı iyi kullanmalıydım!.. Hani boşvermeliydim ve de unutmalıydım her şeyi… İşte ben, beni seven herkesin canını acıtmalıydım, insan olmak için ve günahkârlık yoktu benim bildiğim loş, kokuşmuş odalarda… Ve ben de bir renk seçtim kendime kâbusum için; beyaz olacaktı hikâyemin tonu. Aradım buldum, çok sevdiğim hayâlet sevdiklerim, bana hediye ederken her o beyaz rengi, ben, daha bir ben olduğumu zannettim. Kirli kokan hayallerimi, bu beyaz zehirle arındıracağımı düşledim… Ve aslında ben nasıl eriyerek tükeneceğimi keşfettim!

 Her nefesimde dünyam buğulanıyordu. Hiç olmadığım diyarlarda, hiç yaşamadığım yalancı kahkahalar atıyordum karanlık odamda… Her hücrem beni terk ediyordu. Ama aldırmıyordum, biliyordum beyazın hâkimi olduğumu… Aslında sanıyordum, zavallı bir aldanmaydı benimkisi… Aptallaşan her cümlemle ne rezil olmak dokunuyordu zaman ilerledikçe, ne de çirkinleşen tenim... Ya yüzüm? Kazârâ bir aynanın önünde gereğinden fazla beklesem, yüreğimi hıçkırarak ağlatan o sesleri duyuyordum? Nerede o ben? Nerede o güzel yüzüm? Ve nedir o gerçek beyaz?

Annemin merhamet kokan sesi geliyordu aklıma… Bu hesaplaşmalardan kaçmak için gittikçe kapanıyordum bir yerlere… Tıkılıyordum kalbimle karanlığın dibine... Ve tıkanıyordum, her karamsar nefesimde… Beyaz toz kâbusu uyuştururken beynimi, bütün hayallerim donuyordu aslında… Hayatımı eritirken o ateşte, bahanelerimi de alevlendiriyordum içimde!.. Bunu yapmalıydım. Arınmalıydım dertlerimden... İntikam almalıydım boyumdan büyük bu hayattan… Göstermeliydim bu dünyaya kim olduğumu ve onu alt edeceğimi! Bilmiyordum ki, gerçeği… Niçin yaratıldığımı bilmeden, bu yaratılışı yok etmeye çalışıyordum! Öfkem kendimeydi aslında, ama îtiraf edemiyordum… İçimde itinâ ile büyüttüğüm o boşluk için kimin yakasına yapışmalıydım? Annemin mi, babamın mı üzerine estirmeliydim bu kâbusun fırtınasını? Adresim neredeydi beni kurtaracak olan ve ben kurtarılmayı hiç düşlemiş miydim bilmiyordum.

Bu sona doğru gidiş, içimde beyazlıktan doğan siyahlığa güç katmadan bitmeliydi. Bir varlık, yüceliğiyle beni çekip kendime getirmeliydi!

Ve bir ses kulağımda fısıldayan… Hayalet sevdiklerimden çok farklı, öyle temiz ve berrak o ses… Ne beyazı vaad ediyor, ne karanlığa dâvet ediyordu. Beni sevdiğini söylüyor, ama bu içime işliyordu. Bir sahibim olduğunu ilan ediyor ve yalnızca huzuru hedef gösteriyordu. Düşlerime beni ve değerimi ekliyor ve öylece güzelliğimi anlatıyordu. Duymak istediğim, aç olduğum bütün huzur kokulu cümleleri özenle rûhuma dolduruyordu. O kelâm, o ses beni benden çok seven Yüce Yaratıcı’nın mesajıydı.

Ve şimdi sahte bir beyazlığın kirlerinden arınmış olarak ben, bu dünyada bir kâbustan uyandırılmak için beklenen bir el olmanın duâsında yeniden uykuya dalıyorum. Bu kez göklerden gelen beyazlık, bana tevbe müjdelerinin tatlı habercisi olacak, biliyorum.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle