Kıymetli Eşyalar, Sandıklarda Gizlenir

Edep ve hayâ; toplum ahlâkının temel taşlarını oluşturan kıymetli unsurlardır. Ahlâkı geliştiren, besleyen ve ileri götüren fıtrî insanlık vasıflarından biri; iffet ve nâmusun kirlenmesine, şeref ve haysiyetin lekelenmesine mânî olan bu duygudur.

Hayâ esasları, her müslümanı, erkek ve kadın vücudunun bazı kısımlarını hem açmaktan, hem de onlara bakmaktan men eder.

Allah Teâlâ insanı; “ahsen-i takvim” yani, “yaratılmışların en mükemmeli” olarak yaratmış. Rabbimiz, bize değer verdiği için diğer canlılardan üstün kıldı ve onları hizmetimize sundu. O hâlde bunun farkında olmalıyız. Kıymetli olan bir eşya, iyi muhafaza edilir, gizlenir, herkesin eline verilmez. Onu sadece sahibi görebilir, dokunabilir ya da kullanabilir değil mi? Öyleyse kendimizi kollamalı, yani edep ve hayâ sınırları içerisinde yaşamalıyız. Aksi takdirde kendi değerimizi düşürmüş oluruz.

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- :

“Muhakkak hayâ îmândandır.” diye buyuruyor. (Buhârî, Îmân, 16)

Karakterimizi oluşturan bütün unsurlarda olduğu gibi; edep ve hayânın tohumları da âilede atılır.

Cenâb-ı Hak, Nisâ Sûresi’nin 23. âyet-i kerîmesinde:

 “Sizlere; analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz, zevcelerinizin anneleri, kendileriyle cinsel münâsebette bulunduğunuz kadınlarınızdan olup yanınızda kalan üvey kızlarınız -onlarla cinsel münâsebette bulunmamışsanız (kendileriyle boşandıktan sonra kızlarıyla evlenmenizde) size bir engel yoktur- öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak haram kılındı…” buyuruyor.

 Bunların dışındaki herkes nâmahremimiz olduğu için; ancak dînimizin emrettiği tesettür kurallarına riâyet etmek şartı ile ve belli ölçüler çerçevesinde yanlarında olabiliriz. Ayrıca müslüman bir hanım için gayr-i müslim bayan da erkek mesâbesindedir ve onların yanında da tesettüre riâyet edilmesi gereklidir. Bunun sebebi, dînî hassâsiyetleri olmadığı için; erkeklerin yanında saçımız ve vücudumuz hakkında bazı bilgiler verme ihtimallerinin olmasıdır.

Peki; âile içinde ya da hemcinslerimizin yanında nasıl olmalıyız? Onlar bizim mahremimiz diye kendimizi tamamen ifşâ mı etmeliyiz? Tabiî ki hayır! Nerede kaldı bizim değerimiz? Her birimizin husûsî mahremiyet ölçüleri var değil mi?

Elbette, evdeki giyimimiz de ölçülü olmalı. Hanımların ve beylerin kendi aralarında ya da mahremlerinin yanında göbek ile diz kapağı arasını gizlemesi gerekir. Öyle ya saklanan şey kıymetli olur. Bir de son dönemlerde yaygınlaşan bir şey, müslüman hanımların haşema (tesettür mayosu) ile kapalı plajlarda denize girmesidir.

Kardeşim sen kendini gizliyorsun da, gözlerini oradaki mayolu hanımlara bakmaktan koruyabiliyor musun? Bu da haram değil mi?

 Çocuklarda dahî, edepli yetişmeleri açısından bu konuda hassas davranmamız elzemdir. Anne, bebeğinin bezini değiştirirken; bebek kız ise erkek kardeşinin, erkek ise kız kardeşinin yanında bulunmamasına dikkat etmelidir. Belli bir yaştan sonra kız ve erkek kardeşlerin odalarının ayrılması gerekir.

Evde yatak odaları özeldir. Mecbur kalmadıkça odanın sahibinden başkasının girmemesi tavsiye edilir. İhtiyaç hâlinde ise, izin istenmelidir. Yavrularımıza kapalı gördükleri kapıyı tıklayıp, müsaade isteme alışkanlığı kazandırmalıyız.

Günümüzde bu konulara çok da dikkat edilmediğini üzülerek görüyorum. Bir delikanlının kız kardeşi varsa; eve erkek arkadaşlarını getirmesi, bilhassa da yatıya bırakması oldukça yanlış bir davranıştır. Aynı şekilde evli bir beyin, erkek kardeşi ile birlikte oturması veya evli hanımın kız kardeşi ile yaşaması da mahzurludur. Çünkü kayın ve baldız da nâmahremdir, aslâ kardeş gibi düşünülemez.

Îmanın elimizde kor gibi olduğu, edep ve hayânın ortadan kalktığı, yatak odalarının özel bir mekân olmaktan çıkıp, umûma açıldığı, herkesin her şeyi artık sokaklarda yaptığı zor bir dönemdeyiz. Hâl böyle olunca, değil çocuklarımızı edepli yetiştirmek; maalesef kendimizi bile haramdan koruyamaz duruma geldik.

Fakat zamanın kötülüğünü bahâne edip, her şeyi oluruna bırakmak, müslümana yakışmaz. Mahremiyet eğitimi ile ilgili öncelikle yapmamız gereken iş, evimizden televizyonu atmaktır. Bu, hem kendimizi, hem de çocuklarımızı korumak açısından oldukça önemlidir. Kardeşlerimizin sokakta bir hanım görünce başını öne eğip de; televizyondaki kadınlara, sanki câizmiş gibi baktıklarını üzülerek görüyorum. Onun hayatımıza girmesi ile edep ve hayânın iyice dumûra uğradığına şahit olmaktayız.

* * *

Hayâsızlığı yaygınlaştıranlara elimizden geldiğince engel olmalıyız. Cenâb-ı Hak, Nûr Sûresi 19 ve 20. âyetlerde:

“Mü’minler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara dünya ve âhirette can yakıcı bir azap vardır. Allah bilir, siz ise bilemezsiniz. Allâh’ın size lûtuf ve rahmeti bulunmasaydı; Allah, şefkatli ve merhametli olmasaydı, (hâliniz nice olurdu?) buyuruyor.

 Rabbimiz er-geç hayâsızlığı yayanlara cezasını verecektir. O hâlde neden evlerimizin baş köşesine televizyonu koyarak onları destekleyip, gazaba dûçar olalım ki!...

Televizyonu hayatımızdan çıkardıktan sonra; kendimizin de bu konuda oldukça hassas davranarak, evlatlarımızı uyarmamız gerekir.

“O çocuktur, ne olacak?!” anlayışından vazgeçmeliyiz. Zira insanın karakteri küçük yaşlarda oluşur.

Ayrıca çevremizi, kardeşlerimizi de bu konuda uyarmakla yükümlüyüz.

Kıymetli eşyalar sandıklarda gizlenir, bakımı yapılır, zamanı gelince de sahibine teslim edilir. Evlatlarımızın da; âilelerinde karakterlerine îmân tohumları atılarak, edep ve hayâ ile yeşertilip muhâfaza edilmesi ve vakti gelince de en hayırlısı ile evlendirilmesi gerekir. Toplum, ancak bu şekilde huzur bulur.

Rabbim, cümlemize islâmî değerlerden vazgeçmeyen, sağlam karakterli, iffetli, edepli ve hayâlı nesiller yetiştirmeyi nasip etsin. Ahlâkımızı bozmak için her yola başvuranlara fırsat vermesin… Âmin!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle