Gidiyorum!

Uzağa gittikçe içine işleyeceğim kalplerin sevgisine,

Uzağına gittikçe içime işleyecek Sevgili’nin himmetine muhtaç…

 

Uzunca bir zamandır, sevk ediliyor olduğumu ve bu sevkiyâtın bünyemde yıkıcı yan tesirlere yol açmaması için, uzaklığa alıştırıldığımı hissediyorum. Senelerdir, haftanın üç günü ardına düşüp düşüp gittiğim Güzel’i, uzun zamandır yalnızca gönül penceremden seyrediyorum.

Öyle inanıyorum ki, bir arada olmaya dâir şevkimi îtidâle çeken rahmet, beni yeni hizmetlerime hazırlıyor ve hasretteki vuslatın tadından yana nasîbim büyüyor. Bu arada, bir zamanlar, “Nasıl olur da böyle bir velîyi dinlemeye gelmezler!?” diyerek hâllerine şaşırdığım insanların durumunu, kısmen tecrübe ediyorum. Kalbim, yeni hizmet sahama doğru çevrilmekteyken anlayışımın geliştiğini hissediyorum. Sessiz sohbetin güzelliğiyle tanışırken, hâlimden gaflete düşmeyen şefkatin sıcaklığıyla ısınıyorum.

Gidiyorum ya! Nereye mi? Anlatayım:

Seneler boyunca niyetlendiğim bir şey vardı. Hep derdim ki; “Annem ve babam yaşlandıklarında, gerekirse bütün hizmetlerime ara verip onların yanında bulunmak ve âhir ömürlerinde onlar için rahmet olmak istiyorum!” Artık vakit geldi.

O, yaşları yetmişi aşmış olan, sebeb-i hayatım iki kıymetli insanın duâsını coşturmak, gönüllerine sevinç ve umut doldurmak niyetiyle gidiyorum.

Îcâbında bastonları, îcâbında gözlükleri olmak; konuşamaz hâle gelirlerse konuşan dilleri, duyamaz hâle gelirlerse duyan kulakları gibi davranmak için gidiyorum.

Koruyup kollamak, doyurup paklamak, sevip okşamak için gidiyorum. İçim kıpır kıpır oluyor. Ağrıyan ayaklarını ovduğumu, dağılan odalarını topladığımı, saçlarını taradığımı ve tırnaklarını kestiğimi hayal edince bile seviniyorum. Bir hayali yaşamaya ve bu vesîleyle, Allâh’ın rızâsını biraz daha kazanırken, beni seyretmekte olan nicesi için, daha hayırlı bir misal olmaya gidiyorum.

Karadeniz’in yemyeşil ve bulutlu bir dağında, şehrin yorucu kalabalığının epeyce uzağında, ne kadar kaldığını bilemediğim ömür yolumda, belki kendilerinden sonra, belki de kendilerinden evvel ölecek olduğum ana-babama iyilik etmeye gidiyorum.

Nedense, bunları yazarken sürekli gözlerim dolup bizim köyün nemli havasına dönüyorum. Şükür ki çatlamaktan, kurumaktan, yok olmaktan koruyan o nem, güzeldir, biliyorum.

Kendimi, kökleri toprağına sımsıkı bağlı, yeni yeni filizler vermeye durmuş bir çınar gibi hissediyorum. Toprağım, îmânım. Bu vakte kadar emek verip kuvvet bulduranım, hasta dallarımı budayanım, yetişmem için sevgiyle ve sabırla emek verip yorulanım, Üstâd’ım…

Sonra kendimi, temiz bir menbâdan beslenip büyümüş ve artık uzaklara gitmeye hazır hâle gelmiş bir delikanlı gibi hissediyorum. Sofram, yolum. Bu vakte kadar ekmeğimi pişirenim, kaşık kaşık çorba içirenim, hastalandığımda ateşimi düşürenim, yaralarımı temizleyenim, Üstâd’ım…

Ve kendimi, kuzular verecek kadar yetişmiş de olsa, sürüsünden ayrı düşmeyi düşünemeyen, kurtlara karşı hâlâ korunmaya muhtaç, ürkek bir koyuncuk gibi hissediyorum. Çayırım da bayırım da Sultân’ım. Bu vakte kadar duâsıyla sağımı-solumu kollayanım, götürenim, getirenim, çobanlığımı yapanım, Üstâd’ım…

Yâhu, diyorum kendi kendime, kutlu bir niyetle gidiyorum da ne diye bu kadar hüzünleniyorum? Mâdem ben, kökleriyle toprağına sımsıkı bağlı bir çınarım, uzağa giden de ancak dallarım... Mâdem ben, tertemiz bir sofradan gıdalanarak büyümüş civanım, uzağa giden ancak ayaklarım… Ve mâdem ben, şifâlı çayırlarda semizleşmiş; yünü, sütü, eti temiz bir koyuncuğum, uzağa giden ancak faydam…

Öyleyse, aslen hiç gitmeyeceğim için, kalmayı; hiç ayrılmayacağım için de kavuşmayı dilemem. E o zaman, ikide bir gözlerimde biriken şebnem neyin nesidir? Düşündüm ve buldum ki o, alıştığından ayrı düşecek olmaktan kaynaklanan sıcak çiy tanesidir.

Gitme vaktimin geldiğini fark ettiğim günden beri, işte böyle, çeşit çeşit hisle ve hummâlı bir gayretle, ana-babama yakın bir noktada, bir ev yaptırabilmek için uğraşırken aylar geçti; lâkin, benden evvel, sürûr ile umut çoktan yola düşüp gitti. Sadece yakınlarında olmaya dâir kararlılığımı seyretmek dahî, anamın solgun yüzünü pembeleştirmeye, babamın mahzun gönlünü güldürmeye yetti.

Allah’tan gelecek her hayra muhtaç olan bana, böyle bir hayrı da yine Allah lûtfetti. Taşıyabileceğimi tahmin bile edemeyeceğim büyük yüklerin altına girecek kuvveti ve cesareti, O verdi. Etti, eyledi, evirdi, çevirdi, sevdi, sevdirdi, ikrâm etti…

Yine de endişeliyim. Çünkü mevzû ciddî. Büyük nîmetlerin büyük ödemeleri olur ve işte, yüce Rabb’imiz buyurur:

“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi Bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak Bana’dır ve Ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.” (el-Ankebût, 8)

“Rabb’in yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi, senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara «Öf!» bile deme. Onları azarlama. Onlara gönül alıcı, tatlı ve güzel söz söyle!” (el-İsrâ, 23)

“Biz insana, anne ve babasına mümkün olan en iyi şekilde davranmasını emrettik. Annesi onu nice zahmetlere katlanarak taşımış, sütten kesilmesi de iki yılı bulmuştur. Onun için ey insan, Bana şükret, ana-babana da teşekkür et. Unutma ki, sonunda Bana döndürülecek ve yaptıklarının hesâbını vereceksin.” (Lokmân, 14)

Evet, endişeliyim. Çünkü mevzû hassas… Büyük hedeflerin büyük yorgunlukları olur ve işte, Sevgili Peygamberimiz buyurur:

“Amellerin en üstünü, vaktinde kılınan namaz ve ana-babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihâd etmek gelir.” (Buhârî, Tevhîd, 48)

“Allâh’ın hoşnutluğu, ana-babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Allâh’ın öfkesi, ana-babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3)

“Kendisine en iyi davranman gereken annen, sonra yine annen, yine annendir. Sonra da babandır. Ondan sonra ise sana en yakın olan akrabandır.” (Müslim, Birr, 2)

“Anne-baba, kişinin Cennet’e girmesine vesîle olacak ana kapılardan biridir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek, artık senin arzuna kalmış!” (Tirmizî, Birr, 3)

“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de Cennet’e giremeyen kimse, perişan olsun! Perişan olsun! Perişan olsun!” (Müslim, Birr, 9-10)

“İslâm’ı kabul etmemiş bile olsa, annene iyi davran!” (Buhârî, Hîbe, 29)

“Babalarınıza iyilik ediniz ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler.” (Hakîm, IV, 170, [7258])

“Babanın önünde yürüme, ondan evvel oturma, onu ismiyle çağırma ve ona hakâret edilmesine izin verme!” (Heysemî, VIII, 137)

“Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun, değil mi? Öyleyse ana ve babanın yanına dön ve onlara iyi bak!” (Buhârî, Cihâd, 138)

İşte böyle…

Uzağa gittikçe içine işleyeceğim kalplerin sevgisine ve uzağına gittikçe içime işleyecek olan Sevgili’nin himmetine muhtaç, gidiyorum… Kazananlardan olmayı ve bu satırlardan, filizlenecek yeni duygularla yine, sadırlarınıza ulaşmayı diliyorum.

PAYLAŞ:                

Neslihan Nur Türk

Neslihan Nur Türk

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle