Hocam Bize Sevmeyi Öğrettiniz

Kazakistan’dan 2014 yılında ayrılmıştım. Yıllar sonra notlarımı tuttuğum defterimi karıştırırken içinden bir mektup çıktı. Okuduğumda çok duygulandım ve şaşırdım. Mektubu daha önce okusaydım, mutlaka hatırlardım. Mektup, bir Kazak öğrenciye aitti. Bu öğrencinin 3 yıl dersine girmiştim. Kendisine güveni olmayan, konuşurken insanın gözlerine bakamayan, utangaç hareketlerinden dolayı farklı gözüken ve ders anlatamayan bir öğrenciydi. Kendi dersimde özellikle onu kaldırır ve:

“-Hadi, seni dinliyorum.” diyerek birkaç cümleyle de olsa konuşturmaya çalışırdım.

Kursun son yılının, son ayında tatsız bir hâdise yaşanmıştı. Bu öğrencinin sınıfında başarılı bir öğrencinin abisinin hediye olarak aldığı cep telefonu kaybolmuştu. Daha sonra telefon çöp kutusundan parçalanmış hâlde çıktığında çok şaşırmıştık. Bu bir hırsızlık vak’ası değildi. Bu hâdiseyi araştırdığımızda, mektubu yazan öğrencinin yaptığını bulduk. Sınıfla toplantı yapıp:

“-Kesinlikle bu durumu arkadaşınızın yüzüne vurmayacaksınız!” diye sözleştik.

Hattâ telefonun sahibi öğrencimiz, bu işi yapan arkadaşını kucaklayarak affettiğini söyledi. Biz o zamanlar, arkadaşı derslerde başarılı olduğu için ona hased edip telefonu parçaladı diye düşünmüştük. İşin aslını mektubu okuyunca anladım.

Mektupta yarım Türkçe’yle şöyle yazıyordu:

“Sevgili öğretmenim, ben sizi Allah rızâsı için çok seviyorum. Bu kursta okuduğuma çok mutluyum. Siz öğretmenler, hep bana yardım ettiniz. Ama ben bunu anlamadım. Küçüklüğümden beri beni aşağılayan insanlar gibi gördüm sizi... Her zaman kendimi işe yaramaz gördüm. Annemden ayrı, ninemlerin yanında büyüdüm. Annemi, kursun ikinci yılında kucaklayabildim. O da sadece bir defa… Yaptığım işten çok çok utanıyorum. Bana başka sınıfın öğrencileri:

«-Senin hırsız olduğunu bütün kurs biliyor. Niye burada okuyorsun?» diyorlar.

Ne derlerse desinler, ben çok çalışacağım. Sizden ve bütün öğretmenlerden özür dilerim ve hepinize çok teşekkür ederim.”

Mektubu okuduğumda işin gerçek yüzünü anlamış oldum. Telefonunu kırdığı arkadaşının çok güzel bir âilesi vardı. Âilesi, kıskandığı arkadaşına, sevgi gösteriyor, değer veriyordu. Bunu bilen kızımız, âile sevgisinden mahrum olduğu için ona kıskançlık duymuştu.

Ey sevgisizlik, sen insanlara neler yaptırıyorsun!..

Bir de “sevginin, kapalı kapıları açan anahtar” olduğuna dair bir misal vereyim.

Âilece din görevlisi olarak Kırgızistan’ın Bişkek şehrinde bulunan, muhabbet ehli bir aile... Elazığ’da Kürt nüfusun bulunduğu bir köye imam olarak tayin edilmişler. Aşiret gelenekleriyle yönetilen, katı kuralları olan bir köy, burası... Köyde saygıdan dolayı, çocukları, büyüklerin yanında hiç kucaklarına almamışlar. Her zaman büyüklerle beraber bulundukları için, belki de çocuklar öpülmeden, sevilmeden büyümüş bu köyde... Özellikle de kız çocukları, sevgi sözlerini hiç duymamışlar.

Bu köye vazifeli olarak giden imam âilenin, o zamanlar bir tane küçük kızları varmış. Bu hoca, özellikle câmide vaazlarında Peygamber Efendimiz’in çocuklarına, torunlarına olan sevgi ve davranışlarından bahsedermiş. Sadece bahsetmekle kalmaz, kızını omzuna alır, köyün içinde gezdirir, câmiye yanına götürür, onunla oyunlar oynarmış. Buna köy cemaati de şâhit olurmuş. Bu imamın hanımı da köyün kız ve hanımlarına ders veriyormuş. Bir gün bir kız çocuğu ağlayarak bu hocahanıma:

“-Allah sizden râzı olsun; dün babam bana ilk defa sarıldı ve alnımdan öptü. Bana dedi ki, «Kızım, ben de seni seviyordum, ama bunu söyleyemiyor ve gösteremiyordum. Sana olan sevgimi söylemeyi hocadan öğrendim.»” demiş.

Yine bir gün 90 yaşında bir dede, hocahanımın ders verdiği yere gelerek yanına çağırmış ve kapı arkasından:

“-Yavrum, bu güne kadar siz neredeydiniz? Kapıyı aç da elini değil, ayağını öpeyim. Siz bize çocuklarımızı sevmeyi öğrettiniz! Kızlarımızı kucaklamayı öğrettiniz.” diyerek minnettarlığını bildirmiş.

Örnek bir din eğitimcisi… İnsan, hadîs-i şerîfleri okuduğunda bu hakikatleri bazen hayatına tatbik etmekte zorluk çekiyor. Sanki hadîs-i şerîfler, sadece sahâbe devrinde yaşanır zannediliyor. Ama Sünnet’i hayat düsturu yapmış insanları görünce, hadîs-i şerîflerin kıymetini daha iyi kavrıyor. Bu âile de Peygamber Efendimiz’in kendi çocuk ve torunlarına, diğer çocuklara nasıl davrandığını bizzat yaşayarak cemaatine öğretmiş. İnsanların içinde Sünnet-i Seniyye’yi tekrar canlandırmış. İnşâallah, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in müjdesine de erenlerden olurlar:

“Ümmetimin fesâdı zamanında Sünnetime sarılana şehid sevâbı vardır.” (Taberânî, Evsat, V, 315)

Bu imamın kızı, Bişkek Kız Kur’ân Kursu’nda hâfızlık yapıyor. Öğrencimiz herkese örnek olacak şekilde edepli, muhabbet ehli, ahlâklı, kendine güvenen, çok güzel terbiye almış bir kız…

Demek ki kız çocuklarına gösterilen sevgi, onları şımartmıyor. Aksine olgunlaştırıyor, terbiye ediyor.

Gün içerisinde medyada, sohbetlerde, komşu ziyaretlerinde “kötü haber bombardımanı” altında kalıyoruz. İnsan sürekli olumsuz hâdiseleri duya duya kötülükler sıradanlaşıp insanı hissizleştiriyor. Güzel misalleri duymaya duymaya güzellikleri kaybediyoruz.

Yaşanan bu hâdiseleri sizlerle paylaştım ki, hayatta güzelliklerin de olduğunu bilelim. İnsanoğlu yaratıldığından beri, iyilikler ve kötülükler her zaman yarış hâlinde olmuştur. Bazen iyilikler az gibi görünse de netice itibariyle kazanan dâimâ iyilik ve güzellikler olmuştur.

Hayatımızda güzellikleri çoğaltırsak, hayır ve şer yarışında, hayra katkıda bulunmuş oluruz. Rabbimiz, bu yarışta hayrı, bir adım da olsa öne taşımaya vesîle olan kullarından eylesin.

“Bana sevmeyi öğrettin, hocam!” sözünü duyan örnek eğitimcilerden olmayı hepimize nasîb etsin. Âmîn.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle