Can Lokması

Hâfız-ı Şirâzî şöyle der:

“Ey sabâ bendegî-i Hâce Celâluddîn kon

Ki cihân por semen u sûsen-i âzâde konî” (481. gazel)

“Ey sabâ rüzgârı, Hâce Celâleddîn’e bende ol ki, âlemi hür yasemin ve zambakla doldurasın.”

Onun başka bir Celâleddîn için söylediği mânâ, Allâhu a’lem, Hazret-i Molla-yı Rûm Mevlânâ Celâleddîn için de geçerlidir; “O’na bağlan, ondan nasiplenirsin. Tıpkı hür şekilde kokular saçıp her dimağa ulaşan, her mekânı dolduran yasemin ve zambak çiçekleri gibi âlemi doldurursun…” “Hazret-i Mevlânâ’ya gelin bende olalım!” mısrâının şerhidir bu…

Hastalıklar, kötü kokulara sebep olduğu gibi, kemâlat ve fazilet de güzel kokular neşretmeye vesîle oluyor. “Kendinden boşal, O’nunla dol!..” diye özetlenen bu şifâ ve âfiyet bulma yolculuğu, tam ifâdesiyle “nefsi tezkiye, kalbi tasfiye” ameliyesi; temizlik, boşalma ve arınma sonrası latîf kokulara bürünmek oluyor.

Namaza hazırlığı “hadesten tahâret, necasetten tahâret” noktasından başlatan İslâm fıkhının mânevî yansımasında da büyük bir dâhilî temizlik var. Bu temizliğin en önemli merhalelerinden biri, oruç tutmak…

Oruca, öncesine, sonrasına Hazret-i Mevlânâ’nın nasıl baktığını anlamak niyetiyle şiirlerinde bir gezintiye buyurun efendim…

“Receb çıktı, Şâban girdi…” diye başlıyor, Hazret-i Mevlânâ’nın bir gazeli, merakla kulak kabartıyoruz, evet, bu değişimden onun anladığı ne idi acaba?

“Bedenden can çıktı, cânan geldi.”

Receb ayı boyunca nefs terbiyesi, kalp tasfiyesi hususunda mesafe katetmiş olanlar için hayvânî can çıktı, gönül hânesi pâk oldu ve Sevgili’nin teşrîfine lâyık hâle geldi…

“Bilgisizlik zamanı, gaflet vakti çıktı gitti...”

İyiden iyiye nûrânî zamanlara gömüldü âlem... “Aşk çağı, affedilme zamanı geldi” çünkü… Şâbân-ı Şerîf’i bize “Benim ayım” diye takdim edeli beri Sevgili, bu ay “dem-i aşk, dem-i gufran”

“Kerem bulutundan yağmur yağdı ya, artık gönülden güller, nesrinler, reyhanlar yetişir.” diyerek şevke getiriyor âşıkları, ölü kalplere ümit bahşediyor Cenâb-ı Hak, Hazret-i Mevlânâ’nın diliyle...

“Ağızlara öyle bir tatlılık geldi ki, artık bütün gam-keder sahipleri gülecekler.”

Neymiş o tatlılık bilir misiniz?

“Bu sonsuz saâdet sâyesinde geçen bütün ömür geri gelir”miş. Öyle bereketli zamanlar ki, bin aya bedel Kadir gecesine kadar katman katman… (Dîvân-ı Kebîr, 668. Gazel)

Evet, Ramazan gelir; ağzı bağlar, gözü açar; göz, o bize “şah damarından yakın olan”ın nûrunu görür. Canı temizler oruç, gönlü de temizler elbet; nefsin ve dünya hayatının her türlü kirinden… Zâhiren zahmetlidir, amma sonra gizli bir hazine çıkarır gönüllerde…

“Ramazan gönle gelir, gönlü yaratan da bizimle” diyor Hazret-i Mevlânâ… “Oruç, hâl diliyle diyor ki «Azal, çoğalırken bütün artışlar bizdendir.»” (Dîvân-ı Kebîr, 370. Gazel)

“Ekmeğe tevbe edersen zarar eder misin hiç, ekmek dağıtan sofra nerde, cana can katan Sevgili nerde?!” (Dîvân-ı Kebîr, 2. Tercîi Bend) Yâr-i can-fezâ, oruç sofrasından dağıtıyor can lokmasını…

“Mîdeni dün mayalı-mayasız ekmekle doldurmuştun; uyku da geldi gözlerini doldurdu. «İşte aradığını buldun, al.» dedi sana aylarca ama (neyse ki) Hakk’ın tertemiz erleri vardı, yüz babadan daha şefkatliydiler onlar, temiz ağızlarıyla duâlar ediyorlardı: «Yâ Rab, canı Sen doyur, kendi temiz rızkınla. Böylece murdar köpekler gibi her lokmayı kabul etmesin.»” (Dîvân-ı Kebîr, 1071. Gazel)

“Ney’in sırrı gibi… Ney, boş karınla daha güzel ses çıkarır.” şeklinde muhteşem bir oruç örneği var meselâ, “Boşal da nefesle dol!..”

Hangi nefesle diye sormadan duramıyorum tabiî…

“Şeker kamışı, şekerden boşalınca Meryem’e Îsâ bağışlayan Cibril nefesi, onu doldurur.” (Dîvân-ı Kebîr, 2. Tercîi bend) diyor da nefesini kesiyor âşıkların…

“Ramazan geldi!” diye öyle coşkuyla şiirler söylemiş ki Hazret-i Pîr, sözlerinden taşan sevinç bizi de içine alıp sarıyor âdeta...

“Ramazan ayı geldi, kaldır sofrayı ve yüksel!” diyor, kalkıveriyor içimizdeki yemek sevgisinin sofraları…

“Ne zamana dek helvayı isteyip duracaksın?” diyor, soru yok burada, kulak çekiş var;

“Asıl helva, Seni görmektir (Allâh’ım), görenler: Toprağınım Sen’in yâ Mevlâ!” diyorlar çünkü, “hiç” oluyorlar, hep’e dönüşüyorlar…

Ondan “Dertten temizlenelim, bu (avamlık) safından Kaf’a gidelim!” diye çağırıyor Hazret-i Pîr, biz daha “Nedir o Kaf” demeye kalmadan:

“Oruç Kaf’ı, serçeyi ankâ yapar!” diye açıklıyor.

“-Ama nasıl?” diye kıvranıyor içimdeki deli kızı, neden ki? “Irmağı çamurdan temizle ki su aksın da Hızır’a ulaşsın” Hızır… İnsanın kendisini bekâ billâh’a eriştirecek olan mânâya muhatap olan yanı… Âb-ı hayat aksın da ona ulaşsın, nefsin çamurlarını temizle!.. Nasıl temizlenecek o çamur, oruçla?

“Ekmeği sen yemeyeceksin, infâk edeceksin ya, melekleşeceksin, ilâhî sıfatlarla donatacak oruç seni…”

Açlığa bu kadar mânâ yüklemek neden diyorum, “Çünkü oruç…” diyor Mevlânâ Hazretleri; “canı, denize doğru çağırır…”

Can denizi, mârifetullahtır; oruçla rikkat kazanan insan kalbi, mârifete kanat açacak kadar letâfet kazanabilir. (Dîvân-ı Kebîr, 2. Tercîi bend)

* * *

Bayram gelir sonra, “ağır kanlı zühd satıcıların sırası geçmiştir artık, şimdi âşıkların neşe zamanıdır!” (Hâfız, 20. gazel) İnsan-ı kâmilin “yasemin, servi, gül ve şimşir dolu bahçesi”nde (Hâfız, 18. gazel) hem de… Hâfız’a göre Ramazan Bayramı, gül ve yasemin zamanıdır ve onda sevgisiz ve sevgilisiz, yani “ihsan”sız bir an bile geçirilmez. (46. gazel) Gafletle geçen bayramlara “vâ esefâ” bin kez!.. Orucun zorluğunu fırsat bilip “gözyaşı ve ciğer kanıyla, yürek kanıyla abdest alanın ne güzeldir namazı-niyazı!” diyor Hâfız (132. gazel)…

Bayram hilâli, namazdaki kavuşmanın bir çeşidine işaret ediyor, müjde veriyor aslında; “bayram hilâlini yârin kaşında görmeli” diyor (239. gazel), “kaş” sevgiliye lâyık olmayan âşıkları ondan uzak tutan engeller demek tasavvufta… Kaş görülüyorsa rahmet bilip arınmak lâzım yakışıksız hâllerden… Oruç tutan tertemiz zâtların himmeti tesir eder de insan, ulaşır her bayramda bir gül bahçesine, “Oruç gitti, gül de gider.” diyor Hâfız (247. gazel), “İlâhî yakınlıktan mahrum kalma! Onunla aç orucunu” diyor.

“Açlık, can lokmasıdır; Allâh’ın has kullarına nasip olur o!..” diyeyim ben Hazret-i Mevlânâ’ya uyup, kara kuşlarına iftar-sahur yemekleri, su kuşlarına göz, bakış, cemal, teveccüh…

“Hayır, hayır” diyerek koşup geldi Baharistan sahibi, “Bu bahar ülkesinin her tarafında çimenler fışkırmış, her köşesinde lâleler açmıştır; şebnemler lâlelerin yanağında, yağmurlar goncaların sürahisinde; pınarların gözlerinden daha ıslak gözleri ve papatyalardan daha çok gülüş var yüzlerinde… Nergis, işaret ediyor gözüyle, “yaklaş” diyor, “Af, bütün günahları yok eder”… Korkarım bu lütuf işaretleri, takvâ sahiplerini de ümide gark edecek… Lâkin o da ne, bomboş bu bahçeler!.. Oysa bahtı açık herkes, bu yemyeşil ağaçlardan birinin gölgesine otursun, biraz meyve toplasın ondan... Yanlış düşüncelerin dikenlerinden ve kötü isteklerin çerçöpünden arınsın, gördükleri güzelliklere ibret gözüyle baksınlar. En önemlisi de şu; hakkı teslim etmeyi bilenler kerem eylesinler, bu bahçeleri yetiştirmek için ciğer kanı içen, canı dudağına gelen bahçıvanları duâ ve senâ ile sevindirsinler, desinler ki:

“Allâh’ım, bu bahçede o bahçıvanlar, Sen’inle dolu ve kendilerinden boş olarak otursunlar dâimâ; yolundan ayrılmasınlar, vuslatından kopmasınlar, Sen’in adından gayrısını söylemesinler, Sen’in cemâlinden başkasını görmesinler… ” (Molla Câmî, Baharistan, Giriş)

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle