Bayram Mı? O Da Ne?

“Sen sadece gözden ibaretsin!” der Hazret-i Mevlânâ... Bayramlar söz konusu olunca da aynı şeyler söz konusu… Herkesin bakış açısı farklı.

Kimine göre bayramlar tatile gitmek için güzel bir sebep… O yüzden bayramın kaç gün tatil olduğunu sorar dururlar. Kimine göre para tuzağı. Birileri alışveriş yapsın da birilerinin cebine para girsin diye oluşturulmuş bir düzen. Kimilerine göre eğlence… Direkler arası muhabbetleri, orta oyunlarının bilumum geçmiş eğlencelerin anıldığı günler… Bugün de pek farkı yok, bu tip düşünenler için; hangi sanatçı bayramda nerede sahne alacakmış, tek tek ilan edilir. Kimilerine göre bayram; şeker, lokum, güzel elbise, harçlık, gezme… Kimilerine göre bayram bir işkence; temizlik yap, misafir ağırla, el öp… Kimilerine göre evlat hasreti giderilecek günler… Kimilerine göre kavga sebebi; önce kimin âilesi ziyaret edilecek; her bayram zehir olur, sırf bu sebepten anlaşamadıklarını düşünen eşler yok değil… Mal yüzünden, miras yüzünden oluşan küslüklerin barışmaya dönmediği, kızgınlıkların daha bir depreştiği günler... Miras yüzünden küsenlerin pek barıştıklarını görmedim, -Bu apayrı bir konu gerçekten üzerinde durulması gereken-… Kimileri için bayram, keder; eşini çocuklarını kaybeden, kimsesizler yurdunda kalanlar için…

Herkesin bayrama yüklediği mânâ çok farklı; yaşlıların, orta yaşlıların, yeni evlilerin, gençlerin, çocukların bakış açıları çok değişik…

Geçmişi yâd edip durmanın:

“-Âh eski bayramlar! Şimdiki bayramların tadı yok!..” demenin hiçbir faydası yok. Önemli olan şu zamanda, şu teknolojide, iletişim araçlarının çoğaldığı, gençlerimizi, çocuklarımızı mânen koruyamadığımız, sosyal siteler yüzünden bir harmanda savrulan yeni nesli, bayramın mânevî rûhundan haberdar edip, o değerler ile gelişmelerini sağlamak...

Genç nesil, bu hususta tam bir kaosun içinde... Bayramın mânâsını bilmedikleri gibi, bayramları sevmiyor, istemiyorlar. Artık kimse yastığının altında bayramlık ayakkabısını, elbisesini saklamıyor. Çünkü istedikleri zaman en güzel kıyafetleri giyebiliyorlar. Bu hususta bayramların bir artısı yok. Çekirdek âile oldukları için, normal zamanlarda anne-babanın çalışması yüzünden akraba ziyaretleri istenildiği gibi yapılmadığından misafir gelmesine ve hizmet etmeye alışmamış oldukları için, bayramlar onlar açısında randevusuz, çat kapı gelen insanlar uğrunda yorulmaktan başka bir şey değil.

Hanımlar anlatırlar:

“-Evlâdı doğuruyorsun, ama gönlünü doğuramıyorsun. Misafirleri sevmiyorlar, kapıdan görünüp «Hoş geldin!» bile demek istemiyorlar. Geçen yıl gelen misafirlerin elini bir öpüver dedim, kıyametler koptu. Hangi çağda imiş? El öpme mi kalmış? Çocuk gibi bayram sabahı giyinmek istemiyormuş, o olduğu gibi duracakmış. «Büyükleri ziyarete gidiyoruz, haydi yavrum, sen de hazırlan» diyorum. «Yok, daha neler?! Beni bu muhabbetler ile boğma, bırakın beni, evde kafamı dinleyeyim.” diyor.

Daha bu yaşta kafaları şişmiş. Okul, dershane derken, öğretimden eğitime geçememiş bir gençlik... Birbirlerini eğitiyorlar, sosyal ağlarda, internet başında… Birbirlerine akıl veriyorlar. Bir anda birinin başına gelen olaydan hepsinin haberi oluyor ve birbirlerine yorum yapıyorlar. Yapılan yorumlardan birisi şu:

“Bayram geliyor, yine sinirlerim berbat. Yok efendim, temizliğe yardım et, yok efendim, alışverişe git. Yok efendim, misafirlerin hepsini kapıda karşıla, el öp, kolonya dök, şeker tut, çay demle, kahve yap, tatlı getir, mutfağı topla, evi her an gelebilecek misafir için hazır tut. Gelenlere hâl-hatır sor. Şirinlik yap, güler yüzlü ol. Bu ne yâ hû! Ben bayramlardan hazzetmiyorum, işkence yükü, son derecede rahatsızım.” Bu paylaşımı beğenenlerin sayıları bir hayli fazla…

Bir diğeri ise:

“Bayram alışverişleri, kapitalizmin para tuzağı... Bir grup insanı zengin etmek için para sarf etmek…” diye yazmış, bunu da beğenen çok!..

“Bayramların tekrar bir daha gözden geçirilip, kutlama biçimimizin yenilenmesi, çağdaş ve modern hâle getirilmesi lâzım.” demiş bir diğeri, epey kafa yormuşlar…

Gençlere evde iş yaptıramıyor, anne-babalar. Temizlik, çamaşır, ütü, yemek yapımı, alışveriş… Bütün bunları ebeveynler yükleniyor, çocuklarını üzmüyorlar. Onlar yeter ki ders çalışıp büyük adam olsunlar.

Yaşlılar, günümüz ebeveynlerini eleştiriyorlar:

“-Çocuk böyle yetiştirilmez, bu kadar başına buyruk bırakılmaz.” diyorlar.

Ana-babalar ise gerçekten neyi nasıl yapacaklarını kestiremiyorlar, çünkü yeni nesil; Y Kuşağı mı, Z Kuşağı mı, Kristal çocuklar mı, indigo çocuklar mı bir sürü adları var. Eskiden böyle miydi ya; çocuk, çocuktu. Her çocuk gibi…

Toplumlar, her on yılda değişirmiş. Şimdi bu değişim süresi, kitle iletişim araçları ile çok daha kısaldı. Liseye giden genç, ilköğretimdeki kardeşine:

“-Biz böyle değildik, siz garip bir nesilsiniz…” diyor. Aradaki yaş farkı, üç ya da dört olduğu hâlde…

Artık âilelerimiz, çekirdek âile. Büyükler ile kalabalık âileler ile birlikte yaşamıyoruz. Hayatın zorluğu, âilelerin küçülüp, insanların iş ve telaştan birbirlerini ziyaret edememesi, uzaklıklar, gönül uzaklıkları, aralarda dağlar kadar mânevî engel ve mesafeler... Kıskançlıklarımız yüzünden, “senin var, benim yok”lar yüzünden yürütemediğimiz kardeş ilişkileri… Küslükler, hem de kin yüklü küslükler…

Çalışıyor insanlar, kadınlı erkekli, başka türlü hayatla mücadele edilemeyeceğine inanıyoruz, yoruluyoruz. Çocuklarımız yoruluyor, sınavlar, dershaneler… İki karpuzu, bir koltuğa sığdıramıyoruz, iyi bir öğrenci olmak için çalışıp, ev işlerinde bedbin, tembel oluyoruz. Tembellik başa belâ… İş hayatında cevvâl, mutfakta berbat olabiliyoruz. Yetemiyor, yetişemiyoruz; bir bereketsizlik var. Koca koca çocuklarımız, ayaklarına su getirsek, mahcup olmadan içebiliyor. Bayramlar tembel, miskin insanların harcı değil...

* * *

Bayram demek; sorumluluk demek, hizmet demek, gayret demek, ziyaret demek, yan gelip yatmamak demek... Bayram demek, yakın akraba için yemekler yapmak, bayramlaşmaya gelenler için tatlılar alıp içecek meşrubat hazırlamak, evi dip bucak tertemiz yapıp, bayram alışverişine çıkıp, hediyeler alıp, hazırlıklar yapmak demek. Bayram demek, barışmak, kaynaşmak, eşi-dostu ziyaret edip çocuk sevindirmek demek... Bayram, tatil değil esasında, eş-dost arasında ağır mesâî demek... İnsan yorulur. Ama bu yorgunluğun Rabbimiz katında çok değerli olduğunun bilinmesi demek...

Bayram, sanki sadece alışveriş, yeme-içme, para harcama sebebiymiş gibi gösterilip, işin mânevî boyutu hep görmezden gelinir.

* * *

Bayram nedir? Bunu kim bayram olarak ilan etmiş? Bayram yapılmasını isteyenin maksadı ne imiş? Bayramın faydaları neler? Bayramın faydaları var mı? Bayramı, bayram gibi yaşamanın sevap hânemize tesiri var mı? Rûhumuz bayramı ister mi, istemez mi? Bunların âilecek sorgulanması lâzım…

Değerlerimizi çocuklarımıza, gençlere nasıl aktaracağımızı öğrenmemiz lâzım. Çocuklarımızı, onların anlayacağı dil ile yetiştirmek lâzım…

“-Biz sizin yaşınızda iken elimizden uçanla kaçan kurtulurdu, şunu yapardık, şöyle çalışırdık…” demenin bir faydası yok!.. Hoş, bu sözleri dinleyen de yok.

Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nı çocuklarımıza âilecek bayram namazına giderek yaşatmak lâzım... Bayram sabahlarının huşûunu, arefenin bereketini, yapılan ibadetlerin affa sebep olduğunu, işin mânevî boyutunun önemini aktarmak lâzım. Zaman çok uygun, evlâtlarımızla mescitlerde, evlerimizde îtikafa girmek lâzım. Böyle bir tecrübeyi yaşatmak lâzım…

“Bayramlar da olmasa birbirimizi göremeyeceğiz!” sözü, artık mesel olarak kalacak gibi gözüküyor. En başta “Âile nedir?”, “Âilenin değerler eğitiminde rehberliği nasıl olmalıdır?” bilinmeli ki, eş-dost birbirini ziyaret etsin. Âilelerin ayakta kalabilmesi için örf ve an’anelerin nesillere intikalini sağlamaları gerekli… Bu bir vazife, toplumsal bir vazife…

Bizlere dinden beslenen örf ve an’ane aktarımında büyüklerimiz, “bayram sabahı, sabah ezanları ile çeşmelerden zemzem aktığını” söylerlerdi; o su ile abdest alındığı zaman rûhumuza ve bedenimize şifâ vereceğini de aktarırlardı. “Bayram günü erken kalkın, melekler sizi bekler, bayramınızı kutlamak için…” derlerdi büyüklerimiz… “Bayram günü küsler barışırsa daha fazla sevap olur, çünkü Rabbimiz, kendi îlan ettiği bayramına hürmet gösterip de barışanlara, kardeşliklerini pekiştirenlere, birbirini Allah için sevip ziyaret edenlere özel muâmelede bulunacak!..” denirdi.

Misafir, “Allâh’ın misafiri” olarak görülüp bayramda eş-dost ağırlamanın Allah Teâlâ’yı memnun edeceğine inanılırdı. İlk selâm veren, ilk ziyaret edenin Allah katında, daha çok kıymetli olduğuna inanılırdı. Görünürde epeyce para harcama gibi görünen fiillerin, birçok berekete, muhabbete, maddî ve mânevî münasebetlerin devamına sebep olduğu bilinirdi.

Çocuklara harçlık verirken, şekerin en makbule geçeni alınırken, en güzel tatlılar yapılırken bunlar göz önünde bulundurulurdu. Bayramda çocuk sevindirmenin çok sevap olduğunu söyleyen Peygamber Efendimiz, bayramların ne büyük mânevî kazançlara sebep olduğunu, Arefe gününün kıymetini, bayram gecelerinde ibadetin sevap hânemizi şenlendirdiğini müjdelemişti inanan müslümanlara…

Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyelerinden beslenen, kıymetli bir geleneğimiz var. Bunların yeni nesillere, onların gönüllerine hitap edilerek aktarılması, boynumuzun borcu… Sevgi, saygı, misafire ikram, garipleri sevindirmek, barışmak, büyükleri ziyaret etmek, küçükleri sevindirmek, Allâh’ın değer verdiği hususlara ehemmiyet verip yeni nesillere aktarmak, âilelerin olmazsa olmaz vazifesi…

Yurt dışında yaşayan kardeşlerimiz, anaokullarına gönderdikleri çocuklarının nasıl Hristiyan kültürünü öğrendiklerini, küçücük beyinlere bunu Batı’nın nasıl aktardığını bilirler. Cadılar bayramı, Krismıslar vb… Bir hanım demişti, “Çocuğum haç çıkararak duâ ediyor!” diye… Ne yapsaydı?! Ne görüyorsa onu uyguluyor, çocuklarımız…

“Deliye her gün bayram!..” dediler; delileri horlamak için mi, bayramları horlamak için mi, bilinmez de… “Bayram benim neyime, yârdan ayrıldım bir kere” türküleri ile bayramların fânî sevdâlara kurban edilmesi de işin arabesk tarafı… Bayramlarda çalıp çığırmak, eğlenmek gerektiğini düşünüp, bayramları aslî gâyesinin dışında yozlaştırmaya çalışanlar da bu işin cabası…

Deveye sormuşlar:

“-Boynun neden eğri?”

O da cevap vermiş:

“-Nerem doğru ki…”

Yıktığımız, yok ettiğimiz değerlerin yerine ne koyacağız? Haydi, hepsini yıkalım. Bayramları tatil günü gibi görüp, tatile çıkalım. Kimse ile bayramlaşmayalım. Akrabaları arayıp sormayalım. Gönlümüz ne isterse onu yapalım. Asosyal, mutsuz, bencil insan toplulukları olup çıkmaz mıyız?

Hizmet edenin şifâ bulduğunu gönüllerimize nakşetmemiz şart... Tâ ki: “Can bula cânânını, bayram, o bayram ola!..”

PAYLAŞ:                

Fatma Hale Sagim

Fatma Hale Sagim

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle