Bayramlar Tatil Olduğundan Beri

Dünyaya, yalnızca üretenlerin ve sermaye sahiplerinin hükmedebileceğini bildiren kapitalist zihniyet; çalışmayı, üretmeyi, biriktirmeyi ve çarkın dönebilmesi için alabildiğini tüketmeyi temel esas saymış, hattâ buna kutsallık atfetmiştir. İlk insanlardan itibaren devam eden “tüketeceğin kadar üretmek” anlayışı, bu dönemde tamamen değişmiş; çok üretmek ve çok kazanmak en önemli kıstas hâline gelmiştir. Dolayısıyla bu yoğun çalışma, zamanla mesâî sistemini doğurmuş ve serî üretime geçilmiştir.

Endüstride yapılan bu devrim, semâvî dinlerde süregelen haftalık veya yıllık bayramları, sermaye birikimi için fantezi/lüks olarak görmüş ve bertaraf etmiştir. Onlara göre, “çalışmayı ve üretmeyi bırakarak kutlanabilecek özel bir gün yoktur, olmamalıdır. Çalışmadan, üretmeden ve biriktirmeden geçen her gün, (ekonomik mânâda) kayıp bir gündür.”

Buna, yurt dışına çalışmaya giden gurbetçiler, çok fazla şahit olmuşlardır. Onlarda vatana hasretin en derin yaralarından biri de, birlik ve beraberlik içinde geçirilen dînî bayramlardır.

Bu makineleşmiş kesintisiz çalışma temposu, insan fıtratına ters geldiği için zamanla devam edememiş, ama eksen değiştirmiştir. Kapitalist sistem, insanı nasıl üretmek için tüketmek zorunda bırakmışsa, daha fazla çalışmak için de enerji toplamak üzere dinlenmeye izin vermiştir. Ama bu dinlenme dahî, sektöre hizmet amaçlı olmuş, kapitalizm, hayatın her anında işlemeye devam etmiştir. Bu maksada binâen insanlara, “tatil” ve “tatil yerleri” olarak oteller ve eğlence merkezleri, alternatif bir mecburiyet olarak sunulmuş ve insanlar kasıtlı olarak, bunlara yönlendirilmiştir.

 

Tatil

İngilizce de; “kutsal gün”, “bayram” mânâsına gelen “holiday” kelimesi, tam da mahiyetine uygun olarak seküler (maddî) bayram anlamında, “tatil” olarak kabul edilmiştir.

“A-T-L” kökünden türeyen “tatil” kelimesi; “çalışmayı kesme, boş ve âtıl kalma, tesirsiz olma, tembel durma” mânâlarında kullanılmaktadır.

Batıda doğan bu anlayış, zamanla bütün dünyaya yayılmış, ülkemiz de bundan nasibini fazlaca almıştır. Özellikle yazılı ve görüntülü medyanın reklamlarıyla günümüzde tatil, her şeyi bırakıp boş durma olarak anlaşılmaktadır. Büyük bir ağ şeklinde her şeyi kazanç ve sermaye olarak düşünen sistemde ise, bu ihtiyaçlara (!), oteller, pansiyonlar ve eğlence yerleri cevap vermektedir. Medyanın şuur altını hedef alan mesajlarıyla tatil kelimesinin kullanıldığı her zaman ve mekânda bu tür yerler çağrışım yapmaktadır. Esef verici olanı ise, muhafazakâr âilelerin de bundan nasibini alarak, tebdîl-i mekân olan gezme ve ziyaretlerin ismini “tatil”e çevirmeleridir.

“Dînî” veya “dünyevî” olmak üzere meşrû dâiredeki her türlü çalışmayı ibadet sayan İslâm Dîni’nde boş ve âtıl kalmak, gayesiz ve sebepsiz davranmak yoktur. Müslümanın mektebi olan dünya hayatı, doğumdan ölüme kadar bir “sa’y: çalışma, koşma, çaba ve gayret” vakti olarak belirlenmiştir. Nitekim bunun parolası, İnşirah Sûresi’nin 7 ve 8. âyet-i kerîmelerinde; “Bir işten boş kaldığın zaman hemen başka bir işe koyul ve Rabbine yönel!” emriyle dile getirilmektedir.

 

Müslümanın Tatili Olur mu?

“Boş zamanın olması”, “tatile gitmek”, “tatil yapmak” gibi kavramlar, dînî literatürde bulunmayan kavramlardır. Bunlar, insanı âtıl bırakan, hedeflerine ulaşmasını engelleyen kasıtlı ifâdelerdir. Zamanla yaptırıma dönüşen bu düşünceler, müslümanları pasifize etmek için modern çağın zihinlere sokmuş olduğu virüslerdir. Unutulmamalıdır ki, davranışlar önce zihinlerde başlar; zamanla olgunlaşır, akabinde bütün organlara yerleşir ve hayat felsefesi olarak her dâim kabul görür.

Tatil, şeytanın insana yaklaşma şekillerinden birisidir. Nitekim “her şeyden uzaklaşma, boş ve âtıl kalma”; en fazla şeytanın hoşuna giden davranıştır. Çalışan, idealist insanı kandırmakla hiçbir gâyesi olmayan, boş ve âtıl insanı kandırmak bir değildir çünkü…

Müslümanın tatili, yaptığı işi bırakarak, atâlet (tembellik) yaparak olmaz. Ancak yaptığı işe ara verip başka bir işe yönelerek, başka bir düşünce ve gayret içine girerek olur.

Müslümanın tatili, otel odalarında yalnız kalarak değil, uzaklarda göremediği dost ve arkadaşlarını ziyaret ederek, hasbihâlleşerek olur.

Müslümanın tatili, gezip gördüğü yerlerde yeni kardeşleriyle tanışarak, bildiği hak ve hakikatleri ikram ederek, güzellikleri paylaşarak olur.

Müslümanın tatili, Allâh’ın yaratmış olduğu arzı, yeşil ve mavileri görüp tesbih, tefekkür ve duâ ederek olur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Seyahat ediniz sıhhat bulunuz.” (Bkz: Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 280) buyururken değişik yerleri gezip görmeyi tavsiye etmiştir, ama boş ve gâyesiz gezmeyi, bunları boş vakit olarak olarak görüp atâlette bulunmayı nehyetmiştir.

Tatil demek, işi bırakmak, izne çıkmak, emekli olmak, dinlenmek olsaydı, Mimar Sinan ustalık eserim dediği Selimiye Câmii’ni yetmiş yaşında yapar mıydı? Cihan Padişahı Kanunî Sultan Süleyman, yetmiş bir yaşında Zigetvar önlerinde şehid olur muydu? Ya Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, seksen dört yaşında İstanbul’un fethine katılır mıydı?!

 

Bayramlar Tatil mi?

Başarı sevinç ve mutluluklar; akraba, eş, dost, bütün sevenlerle birlikte kutlanılır. İnsanın en büyük zenginliği, mutluluğunu paylaşacak dostlarının ve sevdiklerinin olmasıdır. İnsana maddî ve mânevî dinamizm veren tatil ve eğlenceler, bu mutlulukların paylaşıldığı en güzel zaman birimleridir. Bir çaba ve gayretin ardından gelen bayramlar da sevinç ve mutlulukların paylaşıldığı özel günlerdendir. Hac farîzasından sonra yapılan “Kurban Bayramı” ve sabırla tutulan oruçlardan sonra gelen “Ramazan Bayramları” en büyük sevinç günleridir.

Asr-ı Saâdet’te bayramlar, eğlence ve panayır günleri olarak kutlanırdı. Sabahleyin Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, kadın ve çocukların da özellikle bulunmasını istediği büyük topluluklara namaz kıldırması ve hitab etmesiyle başlayan birliktelikler, güzel alışverişler, hediyeler ve gösterilerle devam ederdi. Mekke ve Medîne’de hâlen devam eden bu özel merasimler, yaşlı-çocuk herkesin beklediği en güzel günlerdendir. O zamanların bir bayram gününü Hazret-i Âişe -radıyallahu anhâ- şöyle anlatır:

“Bir bayram günüydü. Siyâhîler, mescidde kılıç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Rasûlullah’tan taleb etmiştim, yoksa O kendiliğinden mi buyurdu, bilemiyorum, yanıma gelerek:

“-Seyretmek ister misin?” buyurdular. Ben:

“-Tabiî!..” dedim.

Kalktı, beni yan tarafına aldı, yanağım yanağının üstünde olduğu hâlde durarak:

“-Ey Erfide oğulları, göreyim sizi oynayın!” buyurdu.

Ben usanıncaya kadar böyle devam ettik. Usandığımı fark edince:

“-Yeter mi?” buyurdular. Ben:

“-Evet.” dedim. Bunun üzerine:

“-Öyleyse haydi, git.” buyurdular. (Buhârî, İydeyn, 2-3)

* * *

Bayramlar, statik olarak ilerleyen zaman dilimine dinamizm katan, insana heyecan vererek yenilenmesini sağlayan, sevenlerin birleşerek sinerji oluşturdukları çok özel anlardır. Bayramlar, Rahmân’ın özel hediyeleri, nihayetsiz hazineleri bulunan Sultan’ın sarayında cömertçe ikram ettiği, duâları geri çevirmekten hayâ ettiği sırlı günlerdir.

Bugünlerden hakkıyla nasipdâr olmak ise, bayram sevincini, heyecanını sevdikleriyle birlikte kutlayanların, hakkıyla yaşayanlarındır. Ezcümle bayramlar, her kişinin değil, değerini bilebilen er kişinin hakkıdır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle