Zaman Kılıç Gibidir; Sen Onu Kesmezsen...

Ümmetine çok düşkün olup her yönden en güzel örnek olan Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde şöyle ikazda bulunur:

İki nîmet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır. Bunlar; sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikâk, 1)

Yaşanmış günlerin muhasebesinde, buna şâhit olmak mümkün... Nitekim içimizde besleyip barındırdığımız nefis ve ruh ikilisinin mücadelesi, zamanı bazen iyi ve güzel işlerle taçlandırırken birçok zaman da süflî ve boş işlerle hebâ etmekte... Bazen iş yorgunluklarından, bazen ekonomik sebeplerden, bazen de âilevî problemlerden dolayı mazeret üreterek her şeyi bırakıp “zamanı” ve “sağlığı” boş yere harcadığımız demler vâkî... Nitekim yine hadîs-i şerîfte bildirildiğine göre; “Cennet’in yolları, zor ve engebeli” olduğu hâlde “Cehennem’in yolları; zevkli, eğlenceli ve kolay”dır.1 İnsan fıtratı ise her zaman kolay, renkli, eğlenceli ve zevkli işlere düşkündür.

Sağlık ve zaman, insan için en büyük iki zenginlik. Nitekim dünya ve âhiretteki bütün başarı ve mutluluk, bu iki nîmet sayesinde kazanılıyor. Ama insanoğlu, bunlara bedel ödemeden sahip olduğu için birçok kez kıymetini anlamadan kolayca israf ediyor. Sağlıklı vücudun değeri, ancak hastalık ânında, hattâ organlarda oluşan ilk ağrı hissedilince anlaşılıyor. Ömrün kıymeti ise, çoğu kez geçip gittikten, tamamıyla tükendikten sonra fark ediliyor. Tıpkı akşama eriştikten sonra geçip gitmiş olan sabaha dönmenin mümkün olmadığı gibi… Nitekim genişliği yerlerle gök arası kadar olan Cennet’i kazanmak için tek imkânımız, bu dünyada verilen sermaye, yani ömür...

Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-’in buyurduğu gibi, “Dünyada amel var, hesap yok. Âhirette ise, hesap var, amel yoktur.”

Dünya hayatı, çalışma üretme ve kazanma yeri olarak kaderimize çizilmiştir. Yakın vakitte kaybettiğimiz merhum Mehmet Alagaş da; “Allâh’ı hoşnut etmek isteyen müslümanlar için, yaşadığımız dünya vakitleri, Cennet vakitlerinden çok daha değerlidir. Çünkü her güzel şeyin en güzel bir şekilde bulunduğu Cennet’te dahî Allâh’ı hoşnut edecek böylesi vakitler yoktur!” demiştir.

 

Kur’ân-ı Kerîm’de Zaman

Zamanın önemi, Kur’ân-ı Kerîm’de de çok sık vurgulanır. Allah Teâlâ bizzat yemin ederek konuya farklı bir ihtimam gösterdiği âyetlerin içerisinde, akıp giden zaman da vardır: “Karanlığı ile etrafı bürüyüp örttüğü zaman geceye”, “açılıp ağardığı vakit gündüze”, “fecre”, “on geceye”, “kuşluk vaktine” ve “Asr’a” yapılan yeminler, bunlardan bazılarıdır.2

Âlemlerin Rabbi’nin eksik veya yanlış söylemesi söz konusu dahî edilemezken, âyete yeminle başlaması, anlatılanlara daha fazla dikkat kesilmemiz ve yemin edilen şeyin değerini vurgulamak içindir. Bize rutin gelen gece ve gündüz, kuşluk ve asr vakitlerinin her bir saniyesi, Âlemlerin Rabbi’nin güç ve kuvvetini bildiren büyük değişimlerdir. Yine aynı şekilde fecr vakti ve Zilhicce’nin on gecesi, Allah indinde her bir saniyesinin çok kıymetli olduğu mûteber vakitlerdir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

Biz geceyi ve gündüzü, kudretimizi gösteren iki alâmet yaptık. Rabbinizden lûtuf isteyiniz. Yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini giderip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık. İşte Biz her şeyi açıkça anlattık.” (el-İsrâ, 12)

 

Zamanı Kazanmak

Beş vakit namaz, insan hayatının planlı ve verimli geçirilmesinin en önemli dilimlerindendir. Şahitli olan sabah namazı, müslümanın gün ağarmadan uyanması ve hayata başlamasını bildirir. Rutin olarak yapması gereken işlere sabah namazıyla birlikte başlayan kişi, akşam yatarken “Yetiştiremedim, gün yetmedi, vakit bulamadım!” gibi ifadeler kullanmaz. Hattâ günümüz gençlerinin sık kullandığı “Gece uykum gelmiyor, uyuyamıyorum!” ifadeleri de muhâl kalır. Nitekim sabah namazıyla hayata başlayıp uyanık kalan ve çalışan bir insan, yatsı namazını kıldıktan sonra dinleme ihtiyacı hisseder.

Âlemlerin Rabbi, gündüzü “maîşet”, geceyi “dinlenme vakti” olarak bildirmiştir.3 Öğle ve ikindi namazları, rızık telâşı içindeyken Rabbimiz’le hasbihâle ve dinlenmeye ayrılan özel vakitlerdir. Güneş’in kaybolma vakti olan akşam namazı, kulun tefekkür ve tesbihi artırıp geçirmiş olduğu gününün hakkında şikâyetçi değil, şefaatçi olmasını istediği vakitlerdir. Bu vesile ile akşam ve yatsı namazı arasını Kur’ân ve ilimle geçirmek sünnettir. Yatsı namazı ise, gününün bittiğini ve bedenini dinlendirmeye başlamasını bildiren îkaz hükmündedir.

Namaz vakitleri, Güneş’in hareketine göre dakikalarla belirlenmiş vakitlerdir. Müslüman da sermaye olarak verilmiş zamanını, tıpkı namaz vakitleri gibi dikkatli ve ölçülü geçirmek durumundadır. İmâm Şafiî Hazretleri, sohbetlerinde şöyle buyurmaktadır:

“-Sûfîlerle arkadaşlık ettim ve onlardan iki mühim prensip öğrendim; «Vakit kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen, o seni keser.», «Nefsini Hakk’a yöneltirsen ne âlâ! Yoksa o seni bâtıla yöneltir.»

Müslümana düşen “İbnü’l-Vakt: Vaktin çocuğu” olarak yaşadığı dakikalarını şuurlu, verimli ve hakkını vererek geçirmek, ânı kaybetmemektir. Böyle yapılmadığı taktirde akıp giden zaman, boşa harcanmış ve ziyan edilmiş servet olmaktadır.

Dünya hayatındaki ânlık zamanın kıymetini bildiren şu tespit çok değerlidir: Bir ayın değerini erken doğum yapmış bir anneden sormak, bir haftanın değerini haftalık gazetenin editöründen sormak, bir saatin değerini buluşmak için bekleyen arkadaştan sormak, bir dakikanın değerini uçak, tren veya otobüsü kaçıran yolcudan sormak, bir saniyenin değerini kazadan kıl payı kurtulmuş birinden sormak, bir milisaniyenin değerini ise olimpiyatlarda gümüş madalya almış bir atletten sormak gerekir.

Nitekim saniyelik kayıp sonunda yaşanan hüsran, kolay kolay telâfi edilemez. Hasan Basrî Hazretleri bunu şöyle tarif eder:

“Ey Âdemoğlu! Sen günlerden, yani zamandan ibaretsin. Bir gün geçince senin bir parçan da gitmiş demektir.”

 

Günümüzde Zaman

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashabıyla birlikte otururken yere bir çizgi çizdi ve:

-Bu insanı temsil eder.” buyurdu. Sonra yanına ikinci bir çizgi daha çizerek:

-Bu da ecelini temsil eder.” dedi. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra

-Bu emeldir.” dedi ve ilâve etti; “İşte insan daha böyle iken, yani emeline kavuşmadan, ona daha yakın olan eceli ansızın geliverir.” (Buhârî, Rikâk, 4)

Ömür, sınırlı bir zaman dilimidir ve yalnızca Allah Teâlâ’ya kulluk ve taat maksadıyla var edilmiştir. Ama nefs ve şeytanın dürtüleri, dünya ve dünyalıkların çekici kılınmasıyla insanoğlu, çok çabuk aldanmaktadır. Sanki ebedî yaşayacakmış gibi bütün zamanını dünyevî kazanç getiren çalışmalara verip eğlence ve mutluluk adı altında kendisine takdir edilen ömür sermayesini tüketmektedir. Bunu Âlemlerin Rabbi şöyle bildirir:

Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar. Bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından çerçöp hâline gelmiştir. Âhirette ise, ya çetin bir azap yahut Allâh’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı, sadece aldatıcı bir faydalanmadan başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 20)

Günümüzde teknoloji ve imkânların artmasıyla birlikte insanın dünyalık işlerle meşguliyeti daha fazla artmış bulunmakta… Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırıp bizi daha özgür bırakması ümit edilirken, tam aksine geçmişte zaman bularak yaptığımız birçok işi yapma hususunda vakit sıkıntısı yaşamaktayız. Gelişmiş ülkelerin teknolojiye bakışıyla, gelişmekte olan ülkelerin teknolojiye bakışı farklı… Teknoloji bir taraftan hayatımızı kolaylaştırırken diğer taraftan hepimizi kendisine daha çok bağımlı hâle getirmekte...

Gelişmiş ülkelerde bilgisayar, akıllı telefon ve diğer teknik âletler yalnızca bilgi, üretim, doğru düşünce ve oluşum için kullanılırken, diğer ülkelerde maksatsız ve kolay iletişim ve zaman öldürme (!) vasıtaları olarak gelişigüzel kullanılmaktadır. Bu da teknolojinin insana hizmet etmesini değil; insanın teknolojiye bağımlı olmasını kolaylaştırmaktadır. Son yıllarda artan iletişim ağları ve sosyal medya, yediden yetmişe bütün halkı kuşatmış durumda... Sözümona güzel bilgiler öğrenme ve paylaşma adı altında yapılan çabalarla, yedi gün yirmi dört saat, telefonlar bizi kullanmakta, birçok zaman kendimizi dahî unutturmakta!

İmâm Şafiî Hazretleri’nin tavsiyesini unutmamak lâzım:

Zaman kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen o seni keser…”

 

1 Bkz. Buhârî, Rikâk, 28; Müslim, Cennet, 1.

2 Bkz. el-Fecr, 1-4; el-Leyl, 1-2; el-Asr, 1.

3 Bkz. Yûnus, 67; el-En’âm, 60; er-Rûm, 23.

PAYLAŞ:                

Seher Küçük

Seher Küçük

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle