Bir Hazinedir, An!

Zaman; zengine de fakire de eşit ikram edilmiş en büyük nimet... Oysa insan, zamanın kıymetini bilmek, ânı yaşamak yerine; geçmişin pişmanlıkları, geleceğin kaygıları arasında sıkışarak elinde olanın güzelliğini gerektiği gibi fark edip değerlendiremiyor.

Geçmişe nasûh tevbe, geleceğe bolca duâ, içinde bulunduğumuz âna fiiliyat yaraşır. Gelecekte bulmak istediğimiz güzelliklerin ekim zamanı, şu andır. Üstâd’ın dediği gibi:

Dün geçti, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölen hep ihtiyar mı?”

Rûhen daralan pek çok insanın ortak noktası; ya yaşananların ağır yüklerini ısrarla bugüne taşımaya çalışmalarıdır ya da “Ya sonra ne olacak?” endişesi ile kıvranmaları… Oysa gerekli olan, “Şu içinde bulunduğum ânı nasıl değerlendirebilirim?” şuurudur.

Bunu keşfeden insan, huzurludur. Ânı değerlendirir. “İbnü’l-vakt” olur, yani zamanın çocuğu... Hattâ “Ebu’l-vakt”, yani vaktin sultânı, babası...

Mü’minin zaman disiplininde; dünyanın ekim sahası olduğu şuuru hâkimdir. Bu sebeple mü’min, hasat zamanına, yani “sonsuz”a hazırlık içindedir. Nitekim Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh- bu hakikati şöyle dile getiriyor:

“Güneş’in battığı ve ömrümden bir gün daha eksildiği hâlde amelimin artmadığı günüme pişman olduğum kadar, hiçbir güne pişman olmadım.”

Üstad Necip Fâzıl; “İnsanlar ikiye ayrılır: Vaktini «Beş»e ayıranlar ve vaktini «boş»a ayıranlar!” diyor ya hani… Uzun vâdede düşünerek bir ekleme daha yapmak isterim: Bir beraat listesinde adımız yazıldı ise, “yaşayanlar” zümresine, öyleyse bize de Ramazan tadında, üç aylar bereketinde bir ömür yaşamak gerek! Yılını da “üç aylar öncesi/sonrası” şuuruyla yaşayabilmeli mü’min…

Adım adım Ramazan menzillerinde mesafe katederken, ruhlarımız arındırmaya, artan ibadet rüzgârları ile “ân”a değer katmaya ve her saniye kullukta daha çok ustalaşmaya gayret etmeliyiz.

Âh, bir de Ramazan’ın son 10 günü var ki, Kadir Gecesi’ni sînesine sarıp sarmalamış. Mevlâ, âdeta kulunu dünyanın kirinden arındırmak için fırsat sunuyor. Bu on günü kalbî uyanıklıkla geçirip faydalanmamızı arzu ediyor.

Kocaman bir yılın on gününü süsleyemez miyiz yani? Büyük bir îtinâ ile süslediğimiz evlerimizin, bedenlerimizin; herhangi bir ebedî kazancı yokken süslenmesiyle bu kadar uğraşıyoruz da… Peki, ya âhiretimizi süsleyecek bir hazırlık için on gün, hattâ on günün içinde tek geceleri süslemek için yapacak hiçbir şeyimiz yok mu yani?

Umutlarımızı, kazançlarımızı bu dünyayla sınırlayacak kadar sığ düşünüyor olamayız! Yapmayı sevdiğimiz şeyleri, vebâl değil de kazanç olarak taşımalıyız yanımızda…

Bin aydan hayırlı olan bir gece”ye denk gelebilme… Allâh’a yakın olma çabası diye bir umut kapısı var ki, “…Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin!..” (ez-Zümer, 53) âyeti ile meltem misali ısıtır gönüllerimizi…

Seneye üç aylara, Ramazân’a, yâ nasip... Hattâ aldığımız nefesi vermenin bile garantisi yokken güzelleştirmeli ânı!.. Ve emanet, son anda teslim edilirken yaptığımız iş o âna değer katacak kıymette olmalı… Formül basit: “Ân bu ân, gün bugün…”

Umutlarımızı, duâlarımızı, her ânımızı Sen’inle kıymetlendir, yüce Rabbim! Âmîn.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle