Uzak

“Bir varmış, bir yokmuş…” diye başlar masallar… Masal gibi bir dünyada yaşıyoruz, gerçekler çok uzak…

İçlerimiz karamsarlıkla dolu, gözler buğulu ve hüzünlü... Yüzlerde yapmacık gülümsemeler, kulaklarda onca acı çekenleri umursamaz kahkahalar… Âhiretteki Cennet’i dünyada bulmayı arzulayan kalpler...

Ortamlara, kişilere, hâdiselere göre sürekli tak çıkar yaptığımız sayısız maskelerle kendimiz olmaktan uzak... Pozitiflikten, duyarlılıktan, sorumluluklardan, sevmekten ve sevilmekten, gelişmekten ve geliştirmekten, doğru ve dürüst olmaktan, hilesiz ve yalansız olmaktan, âdil davranmaktan, kısacası insan olmaktan uzak… Ağızda “Müslümanız” sözleri, hayatlarsa bundan çok uzak…

Yalan söyleyip, yalan söylediğinin farkında bile olamamak... “Hallederiz, yaparız!” kelimeleri arkasına gizlenmiş, verdiği sözleri tutmaktan, yapacağı işi söylediği vakit ve layıkıyla yapmaktan uzak... Maaşını alırken sorgulamayan, iş keyif çatmaya geldiği vakit, üstündeki işi yalap şalap yapıp evine bir an önce varmanın derdinde olan... Rüşveti, “hediye” kılıfına giydirip sunan…

Hatasını kabul etmenin güçsüzlük olduğu düşüncesiyle; bahane üretip, üretkenlik rekorları kıran… Başkasının yaptığı takdir edilesi işi benliğine kurban edip, karalayan… Îmânın şartlarından olan kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine îman ettiğini söyleyip, iki sıkıntılı hâdise yaşadığında “Âh vâh!” edip; sonra da başkalarının îmânı hakkında ahkâm kesen…

Duâ etmenin lüzumuna inanıp; çalışmadan, gayret göstermeden, bütün duâlarının kabul olacağı gafletinde olan... Namaz kılmayı yobazlık sayıp, meditasyonu çağdaşlık kabul eden... İbadetlerin yerine getirilmesi gerektiği lafzına karşı, “Kalbim temiz!” nidâları atan…

Mazlumlara yardım etmenin sadece duâ etmek olduğunu sanıp onları başından savan… Kendi sofrasındaki bin bir çeşit yemeği düşünüp, bir lokmaya muhtaçları unutan… Evini allayıp pullayıp, evsiz yurtsuz olanlara sırtını dönen... Kulaklarına varan yardım çığlıklarına, “Ben zaten yeterince yardım ediyorum!” pamuğunu tıkayan…  “Bütün yaratılanı severim!” nidaları atıp; bitkileri katleden, hayvanları tartaklayan…

Allah Teâlâ’nın  verdiği nîmetleri kendine saklayıp, yardımsever olduğunu savunan… Gün gün gezip tozup, yardım derneklerine “Zamanım yok!” palavraları sıkan… Çocuğunu en iyi yerlerde okutup, eğitime muhtaç onca yetime, sözüm ona, “para bulamayan”... Bilginin sadakasını diğer insanlara aktararak vermek yerine, onu da kendine saklayan. 

“İsrafı sevmem!” deyip, zamanın israfını unutan… Dedikodu hastalığına tutulup, nöbetler geçiren… Allâh’ı zikretmek için yaratılmış olan ağzını, boş sözlerle doldurup, sükûtu es geçen, çok konuşmayı mârifet sayan...

Mideyi tıka basa doldurduktan sonra nefs terbiyesi yapmaya çalışıp hüsrana uğrayan... Üstelik “temizlik” deyince nefsi atlayıp, kendini ev temizliğine kaptıran… Şu kısa ömrünü, haddinden fazla uykuya kurban veren… Şikâyetlenen, mızırdanan…

Gelişmeyi yattığı yerde, başkalarından ve özellikle devletten bekleyen… “Devletin gelişmesinin”; ancak o devlette yaşayan bütün fertlerin kendilerini geliştirdikten sonra üstüne düşen vazifeleri el birliği ve lâyığkıyla yapmasıyla olabileceğini unutan…

Âmirlerin adâletsizliğinden şikâyet edip, toplumun en küçük yapı birimi olan âilede bile çocuklar arasında adâleti sağlayamayan… Eşlerin, çocukların sorumluluklarını yerine getirmediğinden dem vurup, kendi insânî sorumluluklarını ıskalayan… Makama gelince koltuğa yapışan, yapıştığı koltuğun sorumluluklarını, makam aracına binmek sanan… Böbürlenen, kabaran, gâfillikte çığır açan.

Tomarla kâğıt uğruna, Allah Teâlâ’nın verdiği temiz rızıkların yapılarını değiştirip, katkı maddeleriyle bezeyerek, tazecik bedenlere zehir salan… Yağmur duâlarına çıkıp, ardından hiç vicdan azâbı çekmeden suları kurutan…

Evini temiz tutup, dünyayı çöplüğe çeviren. Sanayimizle, şâşaalı evlerimizle “Gelişiyoruz!” böbürlenmeleri eşliğinde, suları çöp denizine, karaları çöp dağlarına dönüştüren… Kendi pisliğiyle, yaratılana zulmeden…

Aldığı kıyafetlerle devasa dolaplara sığamayıp, “Giyecek doğru düzgün bir şeyim yok!” safsataları sıralayan... Bunca kıyafeti satın alarak enerji kaynakları ve su tüketimine koca bir ayak izi bırakan...

Eski tabiî hayatlara imrenip, tembellikten buna yanaşamayan. Okumayı, sosyal medyadaki küçük metinleri okumak sanan. Ne kitap okuyan, ne yaratılanları okuyan…

Uzak, vesselâm uzak… Doğrular şu andan çok uzak…

Yanlışlar girdabında çırpınışlarımıza, gittikçe batışımıza, yüzümüzün karasına bakmadan uzakları yakın ediver Allâh’ım!

Duâ ve gayret bizden, tevfik Allah’tan…

PAYLAŞ:                

Dr. Ayça Toksöz

Dr. Ayça Toksöz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle