Rüya Tabirleri-3

Rüyâ tâbiri, sâdık rüyaya âit bir keyfiyettir. Nitekim nefsânî ve şeytânî rüyalar, anlamsız ve esassız olduğundan tâbire ihtiyacı yoktur.

Sâdık rüyalar, Lehv-i Mahfuz’dan istikbâle akseden pırıltılar gibidir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde:

 “Zaman (kıyâmet) yaklaştıkça, mü’minin rüyası neredeyse hiç yalan çıkmaz (görüldüğü gibi aynen gerçekleşir). Mü’minin (sâdık) rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden biridir. Nübüvvetten olan bir şey ise, asla yalan olmaz.” buyurmuştur. (Buhârî)

 

Tâbir ilmi, kesbî yani çalışılarak kazanılan bir ilim değildir.

Tâbir ilmi, vehbî, yani Cenâb-ı Hak katından seçkin kullara lütfedilen bir ilimdir. Âyet-i Kerîme’de:

“…İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek…” (Yusuf, 6) buyrulmaktadır.

Her ne kadar, insanların istifadesi için rüya tâbirleriyle alâkalı pek çok eser te’lif edilmiş olsa da, sırf böyle kitaplardaki mevcût mâlumâta dayanarak rüya tâbir etmek mahzurludur. Zîrâ doğru tâbirin büyük bir kısmı, keşfe dayanmaktadır.

Rüyada varlıkların her biri, lügatteki bir kelime gibidir. Bu sebeple sâdık rüyalar, ehli tarafından tâbire, yani şifrelerin çözülmesine muhtaçtır. Bu şifrelerin çözülebilmesi, az önce belirtildiği gibi tâbir edenin mânevî bir dirâyete sahip olmasına bağlıdır. Aksi hâlde yanlış tâbirin tehlikeleriyle karşılaşılabilir.

 

Rüya sadece ehline anlatılmalıdır.

Enes bin Malik -radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Rüya ilk tâbirciye göre vukû bulur. (Öyleyse) rastgele kimselere onu anlatmayın.” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce)

Bu bakımdan rüyalar herkese anlatılmamalıdır. Nakledildiğine göre; adamın biri rüyasında denizin tamamını içtiğini görür. Sabah olunca oğlunu, rüyanın tâbirini öğrenmek için tâbir ilminde mâhir olan bir zâta gönderir. Oğlunu göndermeden önce ona; rüyayı başka kimseye anlatmamasını tembih eder.

Çocuk, tâbirciye gitmek üzere yola çıktığında, arkadaşı ile karşılaşır. Bir müddet arkadaşıyla vakit geçirdikten sonra dayanamayıp babasının rüyasını anlatır. Arkadaşı gülerek:

“–Baban bütün denizi içmiş de patlayarak ölmemiş mi?” der. Çocuk:

“–Bilmiyorum, rüyanın tâbirini öğrenmeye gidiyorum.” diyerek arkadaşının yanından ayrılır.

Çocuk, tâbir ilmine vâkıf olan zâtın yanına gidip babasının rüyasını anlattığında; o zât, rüyayı başkasına anlatıp-anlatmadığını sorar. Çocuk, yolda arkadaşına anlattığını söyleyince, o zât, çocuğa rüya hakkında hiçbir açıklama yapmadan evine gitmesini söyler. Çocuk, eve gittiğinde babasının parçalanarak öldüğünü görür.

Tâbir ilmine vâkıf olanlara bu durum sorulduğunda:

“–İlk tâbir önemlidir; sonrakiler geçersizdir.” diye açıklamışlardır.

Bir diğer hadîs-i şerîfte de:

Rüya, uçan bir kuşun ayağı üzerindedir. Tâbir edilmedikçe onun için istikrar yoktur. Tâbir edildiği anda hemen yerini bulur.” buyrulmuştur.

Hiçbir kimse, bulunduğu şehir veya memleketinde bilgili bir tâbirci bulunduğu müddetçe, ondan daha aşağı olan tâbirciye rüyasını anlatmamalıdır. Zira bazı istisnâî durumlar da vardır ki; rüyâ, tâbir edildiği hâlde tâbir yerini bulmayabilir.

Mesela Yusuf -aleyhisselâm- zamanında bulunan hükümdar, rüyasında; yedi arık ineğin, yedi semiz ineği yediğini, ayrıca buna ilâve olarak yedi yeşil başakla yedi kuru başak görür. (Bkz: Yusuf, 43) Yorumculara rüyasını anlatıp tâbirini ister. Lâkin yapılan tâbirler gönlünü tatmin etmez. En sonunda tâbircilerin, rüyanın yorumunu bilmediklerini belirtmeleri üzerine, rüya, Yusuf -aleyhisselâm-’a anlatılır. Yusuf -aleyhisselâm- rüyayı; yedi yıl bolluğun ardından gelecek kıtlık olarak tâbir eder. Bu rüya, Mısır melîkinin gönlünde yerini bulmuştur. Nitekim rüya da tâbir edildiği gibi tahakkuk eder.

 

Hoşa gitmeyen bir rüya görüldüğünde…

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kötü bir rüya görüldüğünde, kimseye anlatılmamasını; güzel rüya görüldüğünde ise, tâbir edebilen ehil bir kişi varsa anlatılmasını tavsiye buyurmuştur.

Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken işitmiştir:

Sizden biri hoşa giden bir rüya görünce, (bilsin ki) o, Allah’tandır. Bu sebeple Allâh’a hamdetsin ve o rüyayı anlatsın.” (Buhârî-Müslim)

Diğer bir rivayette ise;

“O rüyayı sadece sevdiğine söylesin. Hoşlanmadığı bir rüya görürse (bilsin ki) o, şeytandandır. Onun şerrinden Allâh’a sığınsın ve onu hiç kimseye söylemesin. O zaman rüya(sı), kendisine zarar vermez.” buyrulmuştur. (Buhârî-Müslim)

Câbir -radıyallâhu anh- da, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Sizden biriniz hoşlanmadığı bir rüya görünce, sol tarafına üç defa tükürsün, şeytanın şerrinden de üç defa Allâh’a sığınsın, yattığı tarafından da öbür yanına dönsün.” buyurduğunu nakletmiştir.

Büyüklerimiz de kötü rüya gören kimsenin sadaka vermesini tavsiye etmişlerdir.

 

Tâbircinin taşıması gereken vasıflar nelerdir?

Rüya tâbiri, kaidelere dayanan bir ilimdir. Bu ilme vâkıf olanlara “muabbir” (tâbirci) denilir. Tâbircinin âlim, akıllı, zekî, muttakî (takva sahibi) olmakla birlikte; Kur’ân-ı Kerim’i, hadîs-i şerîfleri, Arapça’yı ve halkın dilinde dolaşan tâbirleri iyi bilmesi gerekir.

Bazen olur ki; bir rüya, rüyayı gören insanın bütün hayatıyla ilgili olabilir. Bu sebeple muabbirin (tâbircinin), rüya tâbirinde acele etmemesi, rüyayı gören kişinin şahsî hayatına âit bilgileri, rüyanın görülme şeklini, zamanını, isimleri ve rüyadaki unsurları iyice araştırıp ona göre tâbir etmesi gerekir. Mesela; Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-; babası Yakup -aleyhisselâm-’a rüyasında güneşi, ayı ve onbir yıldızı, kendisine secde ederken gördüğünü anlattığında, babası; güneşi kendi, ayı teyzesi ve onbir yıldızı da kardeşleri olarak tâbir etmişti. İşte bunun gibi yıllar sonra tahakkuk eden bu rüyayı, Yusuf -aleyhisselâm-’ı tanımayan, hayatını bilmeyen bir kimsenin tâbir etmesi mümkün değildir.

Bununla birlikte muabbirin (tâbircinin), tâbir yaparken kelimeleri özenle seçmesi gerekir ki, bu da belli bir bilgi birikimi gerektirir. Anlatıldığına göre, padişahın biri, bir gün rüya görür ve rüyasını tâbir ettirmek üzere saraya bir tâbirci çağırtır. Padişah, gelen muabbire rüyasını anlattığında, tabirci:

“–Sultanım, sizin bir çok çocuğunuz olacak, ancak hepsinin tek tek ölümünü göreceksiniz.” diye tâbir eder.

Bu tabirden memnun kalmayan kral, tâbirciyi zindana attırarak yeni bir muabbir (tâbirci) çağırtır. Gelen tâbirci, padişahın rüyasını dinledikten sonra:

“–Efendim, Cenab-ı Hak size pek çok evlât verecek inşâallah… Allah ömür versin… Siz de bu evlatlarınızın hepsinden çok yaşayacaksınız.” diye tâbir eder.

Bu tâbir, Padişahı oldukça memnun ettiğinden, muabbiri hediyelerle ikramlar…

Bu iki örnekte görüldüğü gibi, her iki tabir de birbirinin aynıdır. Ancak tâbirlerdeki ifâde ve üslup farklılığı, tâbircilerden birinin zindana, diğerinin de ikrama kavuşmasına sebep olmuştur. (Devam Edecek)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle