Hz. Ümmü Seleme (R.A.)

Künyesi Ve Âilesi

Ümmü Seleme, hem aşere-i mübeşşereden Hazret-i Halid bin Velid’in, hem de Peygamber Efendimiz’in akrabasıdır.

Ümmü Seleme’nin babası, “Zâdü’r-Rakîb” veya “Zâdü’r-Rakb” lâkabıyla tanınırdı. Onun bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi, her yolculuğa çıkışında yanına iki kişilik azık almasından ve bunu yol arkadaşlarıyla paylaşmasındandı. Cömertlik, âdeta onun değişmez bir tabiatı olmuştu.

 

Habeşistan’a Hicret

Ümmü Seleme, ilk olarak Ebû Seleme Abdullah bin Abdi’l-Esed ile evlenmişti. Ebû Seleme ve hanımı ilk Müslümanlardan ve Habeşistan’a ilk hicret edenlerdendi.

Mekke’nin zulmünden bunalarak her şeylerini bırakmışlar ve Habeşistan’e hicret etmişlerdi. Orada rahat ve huzurları yerindeydi. Gönüllerinin istediği gibi Allah’a kulluk edebiliyorlardı. Orada bir çocukları dünyaya geldi.

Ancak bir gün Habeşistan’a Mekke’deki müşriklerin hepsinin birden müslüman olduğu haberi geldi. Onlar da, daha sonra asılsız çıkacak bu habere inanarak Mekke yollarına düştüler. Halbuki Mekke değişmemiş, zulüm ve baskılar her geçen gün artarak devam etmişti.

 

Medine’ye Hicret

Bunun üzerine, Ebû Seleme ve hanımı Ümmü Seleme; ikinci Akabe biatını müteâkip Peygamber Efendimiz’den Medine’ye hicret etmek üzere müsaade aldılar. Hicret için hazırlıklarını yaptılar. Eşyalarını bir deveye yükleyerek yola koyuldular. Ümmü Seleme devenin üzerinde, çocukları ise onun kucağındaydı.

Daha şehrin dışına çıkmamışlardı ki, Ümmü Seleme’nin kabilesi ve akrabalarından bir grup, önlerini kesti. İsterse Ebû Seleme’nin Medine’ye gidebileceğini, ancak Ümmü Seleme’yi ve çocuğunu bırakmayacaklarını söylediler. Uzun münakaşalar bir sonuç vermemişti. Kaba kuvvetle Ebû Seleme’yi, hanımı ve çocuğundan ayırdılar. Ebû Seleme, tek başına Medine yollarına düştü.

Ümmü Seleme ve çocuğu ise, akrabalarının göz hapsindeydi. Çocuğu da, annesinden ayırmışlar, başka bir kabileye rehin olarak vermişlerdi. Bu hâl, bir yıl sürdü. Bu bir yıl boyunca Ümmü Seleme, her sabah Ebtah (Safâ Tepesi) denilen yere çıkıp Kâbe’ye doğru döndü ve emzikteki çocuğunun kolunu kırıp âile yuvasını dağıtan akrabaları için gözyaşları içinde lânet okudu.

Bir gün, Muğîre oğullarından biri, hâline acımış ve yanına gelerek durumunu sormuştu. Sonra da Ümmü Seleme’nin akrabalarına gidip:

“–Şu zavallı kadını, kocasından ve oğlundan ayırdınız. Niçin hâlâ onu serbest bırakmıyorsunuz?” diye söylenmişti.

Bunun üzerine akrabaları insafa gelip:

“–İstiyorsan kocanın yanına gidebilirsin!..” diye Ümmü Seleme’ye izin verdiler.

Nihayet Ümmü Seleme ile çocuğu birbirine kavuşmuş ve hür kalmışlardı. Ancak tek başlarına Mekke’den Medîne’ye nasıl gideceklerdi? O günün şartlarına zor, eziyetli ve tehlikeli olan böyle bir yolculuğa nasıl çıkacaklardı?

Her türlü tehlikeyi göze alan bu cesur ve gözüpek hanım, tek başına Medine’ye doğru yola çıkmaya karar verdi. Bu esnada başından geçenleri, kendisi şöyle anlatmaktadır:

 “Devemi hazırladım, oğlumu hevdecin içine yerleştirdim. Sonra Medîne’de bulunan kocama kavuşmak için yola çıktım. Yanımda hiç kimse yoktu. Ten’îm denilen yere varınca Abdüddâr oğullarının kardeşlerinden Osman b. Talha ile karşılaştım. Bana:

“–Ey Ümmü Seleme, nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ben de:

“–Medîne’deki kocamın yanına gitmek istiyorum.” dedim.

Bu cevabım karşısında:

“–Yanında hiç kimse yok mu?» diye sordu. Ben de:

“–Hayır, Allah ve şu çocuğumdan başka kimse yok!..” diye cevapladım.

“–Allah’a yemin ederim ki, sen yalnız bırakılmazsın.” dedi ve devemin yularını tutarak benimle yola koyuldu. Vallahî Araplar içinde onun kadar hayırsever kimse görmedim. Konakladığımız her yerde devemi ıhdırır, sonra benden uzaklaşırdı. Hattâ bir ara devem benden geri kalmıştı; onu alıp bir ağaca bağladı. Kendisi de yanından uzaklaşıp ağacın altına uzandı. Bir süre sonra devemi yanıma doğru sürdü ve:

“–Haydi bin...” diyerek benden uzaklaştı. Ben deveme binip üzerine yerleşince gelip yularını tuttu. Yeni bir konaklama yerine varıncaya kadar da yuları elinden bırakmadı. Kuba’daki Amr b. Avf oğullarının köyünü görünce, bana:

“–Ebû Seleme buradadır. Haydi Allah’ın bereketi üzerine olarak oraya gir.” dedi. Sonra da kendisi ayrılıp Mekke’ye döndü.”

Böylece uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Ümmü Seleme, Medine’ye hevdec içinde hicret edip giren ilk sahabi olma sıfatını da kazanmış oldu.

 

Medine’deki Hayat

Ümmü Seleme Medîne’ye gelip yerleştikten sonra kocasıyla huzurlu bir hayat yaşadı. Burada çocuklarının terbiyesiyle meşgul olmaya ve onları yetiştirmeye devam etti. O, şâirlik yönü de bulunan zekî, dirayetli ve kültürlü bir kadındı. Aynı zamanda çok güzeldi.

Peygamber Efendimiz Ümmü Seleme’nin kocası Ebû Seleme’yi, Ensâr’dan Said bin Hayseme ile kardeş yapmıştı. Ebû Seleme, Hazret-i Peygamber ile Bedir ve Uhud savaşlarına katıldı. Uhud savaşında müşrikler tarafından atılan bir okla kolundan yaralandı. Bir ay tedavi gördükten sonra yaranın kapanıp iyileştiği zannedildi.

Bu arada Benî Esed kabilesinden Hüveylid oğullarının Medîne’ye saldırmak üzere olduğu haberi yayıldı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Ebû Seleme’yi çağırdı ve onu 150 kişilik bir kuvvete komutan tayin edip gönderdi. Bu seriye ordusu içinde Ebû Ubeyde bin Cerrah ve Sa’d bin Ebî Vakkas gibi ashâbın ileri gelenleri de bulunuyordu. Seriyye, Feyd bölgesinde Katan suyuna vardığında burada çarpışma vukû buldu ve İslâm seriyyesi muzaffer olarak büyük bir ganimetle geri döndü. Ancak Ebû Seleme’nin kapanmış gibi görünen yarası bu seriyyede tekrar açılmaya başladı. Büyük bir kan kaybına uğradı. Ölmek üzere iken Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, onu ziyaret etmiş ve ona hayır duada bulunmuştur. Bu esnada da o, ruhunu teslim etmiştir. Hicret’in 4. senesinde vefat eden bu sahabinin ölümüne Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz çok üzülmüş ve onun cenaze namazını bizzat kendisi kıldırmıştır. Ancak namazda 9 kere tekbir getirmiştir. Ashâb namazdan sonra bunun sebebini sorunca da Allah’ın Elçisi şu cevabı vermiştir:

“Vallahi ne unuttum ne de yanıldım. Şayet Ebû Seleme’ye bin tekbir getirseydim o buna lâyıktı.”

Ebû Seleme, kahramanlığının yanında üstün ahlâk ve faziletiyle de bilinen birisiydi.

Kocasının Uhud’da aldığı yara sebebiyle vefat etmesi, Ümmü Seleme’yi büyük bir hüzün ve kedere boğdu. Günlerce ağladığı, verilen haberler arasında bulunmaktadır.

O günleri Ümmü Seleme şöyle anlatmaktadır:

“Bir gün Ebû Seleme, Rasûlullah’ın yanından geldi ve şöyle dedi: Hazret-i Peygamber’den beni çok sevindiren bir söz duydum. Rasûlullah şöyle buyurdu:

“Müslümanlardan biri bir belâ ve musibete uğrar da «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn/Biz Allah’a âidiz ve ancak O’na döneceğiz.» der sonra da: «Ey Allah’ım uğradığı bu musibetin ecir ve mükâfatını ihsan et. Beni ondan daha hayırlısına nâil et.» derse Allah, onun duâsını kabul eder.” (İbn Hanbel, Müsned, IV, 278)

Ebû Seleme vefât ettiği zaman bunu hatırladım ve hemen “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” diyerek Peygamber Efendimiz’in öğrettiği o duâyı tekrarladım. Sonra da kendi kendime:

“–Ebû Seleme’den daha hayırlı kim olabilir ki?!..” dedim.

Derken Allah, bana ondan daha hayırlısını verdi ve beni Rasûlullah ile evlendirdi. (Devam edecek)

PAYLAŞ:                

Halime Demireşik

Halime Demireşik

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle