Ruhumun En Güzel Serüveni

Sizi ana kucağı gibi saran, doğup büyüdüğünüz yerden daha sevimli gelen bir mekân tanıdınız mı hiç? İlk defa görmüş olmanıza rağmen, «Burası, benim aslî vatanım!» diye haykırıp durdunuz mu içinizden? Taşlarını sevip, tozunu taa içinize çektiniz mi? Ayrılık korkusuyla içiniz titrerken, tekrar geleyim diye yalvarıp yakardınız mı Rabbiniz’e? Çok sevdiğiniz bir dostunuza sarılır gibi sarıldınız mı havasına, toprağına, dağlarına… İnsanlarını ilk defa görmüş olmanıza rağmen, yıllardır tanıyormuş gibi sıcak bir duygu bıraktı mı yüreğinizde? Burası neresi mi? Burası, kâinâtın muhabbet ırmağının, aşk çağlayanı olup yere göğe sınırsızca taştığı, en büyük aşkların yaşandığı yer Medîne! Medîne-i Münevvere!

Allah Rasulû’nün kucağı Medîne’den selâmlıyorum sizi… Evlerin en güzeli, en sevgilisi olân Kâbe’den selâmlıyorum. Aslî vatanımız, ana yurdumuzdan selâmlıyorum. Allah Rasûlü’nün selâmını getirdim sizlere. Hamza -radıyallahu anh-ın, Bedir şehitlerinin selâmını getirdim. Medîne, bağrına basmak için sizi bekliyor. Eğer mübârek beldelere sefer niyetiniz varsa, durmayın!.. Dünyevî hiçbir işinizle ertelemeyin niyetinizi… Bir ân önce hazırlıklara başlayın.

Sefer var bugün, beldelerin en güzeline… Huzur iklimi Medîne’ye sefer var!..

Sevgilimizin gönlünden hiç ayırmadığı Mekke’ye sefer var. Dinimizi, imanımızı kemâle erdirmek için Medîne’yi tanımak elzemmiş. Evlerin en güzelini görüp tanımak elzemmiş. İslâm’ı aşkla yaşamak için, Allâh’ın Habîbi’ni Medîne’de, Uhud’da Hira’da tanımak elzemmiş. Medîne’de Mekke’de Kur’ân ziyâfetiyle dolmak elzemmiş.

Haydi durmayın, hemen hazırlıkları başlatın. Seferimiz kâinâtın kalbine… Kâbe, asırlardır inananları çağırıyor, imanlarını daha bir perçinlemek için. Seferimiz Asr-ı Saâdet’te sahabenin gönlüne; ensâr sizi kucaklamak için bekliyor.

Haydi durmayın hemen hazırlıkları başlatın. Hiç endişeye kapılmayın. Ev sahibiniz, Allah ve Rasûlü!.. Hacer anamız gibi endişelerden sıyrılmış bir yürekle dâvete icâbet edin!..

 “İnsanlar arasında Haccı îlân et ki, gerek yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun develer üzerinde, kendilerine âit birtakım faydaları yakînen görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak (verdiği kurbanlık hayvanlar) üzerine belli günlerde Allah’ın isimlerini anmaları için sana (Kâbe)’ye gelsinler.” (el-Hac, 27-28)

Gitmek için ne mi lâzım?

Sadece O’nu umarak tertemiz bir niyet… Kâbe topraklarına yürüyen Hacer Anamız’ın teslimiyetini duyan, dünyâ endişelerden arınmış bir yürek... Ancak o zaman umreyi duyarsınız. O zaman Ravza’nın sahibiyle sohbet şerefine nâil olur, Kâbe’nin kalbine sarılırsınız.

Ravzanın, Ashâb-ı Kiram’ın, ağlayan hurma kütüğünün, Uhud’un, Hazret-i Hamza’nın, sevgi dolu Kâbe’nin feyziyle hayatınızı değiştirip Kâbe’nin ayrılmaz bir parçanız olmasını istiyorsanız; ruhunuz ve kalbiniz Yeşil Kubbe’nin altında yaşasın istiyorsanız, umreye niyet edin.

Maddî imkânlarım yok mu diyorsunuz ? O hâlde gitmek için kalbinizde aşk sermâyesi biriktirin. Götüren aşk olsun. Namazlarınızda gözyaşına gözyaşı ekleyin ki, Ravza’nın merhametli sahibine ulaştırsın isteğinizi. Çünkü orada aşk ehline himmet var.

Hazırlayın gönlünüzü... Yolculuğumuz hasretle beklediğiniz Yeşil Kubbe’ye.

Uhud sizi bekliyor. Hazret-i Hamza’nın selâmını getirdim size... Hazırlanın; muhabbette bâkî kalanların cennetine sefer var.

Allah’ın ve Rasûlü’nün misafiriyiz. Ey kalbim hazır mısın?! Uyan, kusur görme, sabret, aşkla sev, sevil, melekleri gör…

İlk seferimiz Medîne’ye. Medîne! Medîne! Ana şehir, yâr şehir! Seni görenler, bir daha hiçbir şehrin güzelliğine kapılmaz. Satırlarım sana hasretle dolu. Özledim. Çok özledim.

İstanbul’dan kalkan uçağımız, Medîne’ye indiğinde sıcak tatlı esen rüzgârlar karşıladı bizi. Gözlerimiz yaşlı, gönlümüz duâlarla yakarışta. Allah’ım, efsâneler gibi yaşanmış bir asrın hâtıralarıyla dolu Medîne mi burası? Hamdolsun hasreti, vuslata erdirene!..

Otele gitmek için yoldayız. Herkes şaşkın gözlerle Medîne sokaklarını bir bir geziyor. Ya bir anda Ravza karşımıza çıkarsa? Ey kalbim, hazır mısın? Saat gece 3 suları… Sokaklarda öyle bir canlılık var ki, sanki herkes dışarıda. Dükkânların hepsi açık. Geldiğim yerde, tam tersi olurdu. Bu canlılığın sebebini sonra anladık. Bildik ki, burası Medîne... Burada 1400 senedir, sahâbenin gece hayatı yaşanır. Allâh’a yaklaşmak için geceyi fırsat bilenler ayaktadır.

Heyecanla abdestlerimizi alıp doğru Ravza’ya koştuk. Her adımda heyecanımız büyüyor. Kur’ân sesleri geliyor, belli ki teheccüd namazı kılınıyor. Gözlerimizden yaşlar süzülüyor. Çünkü şimdi Ravza, tüm ihtişamıyla karşımızda. Hayal mi, gerçek mi? Her Ravza’yı görüşümde, bunu sordum kendime… Çünkü inanılmaz, anlatılmaz bir atmosfer var burada. Burası dünyâ değil. Hayal mi, gerçek mi şaşırıyorsunuz.

Medîne halkının ve tüm hacıların Ravza’ya koşuşuna şâhid olur gözleriniz. Çünkü Ravza’dan bir dakika ayrı kalmak hasrettir. Neden seher vaktinin üzerinde âyet ve hadîslerde bu kadar çok durulduğunu Ravza’da, Kâbe’de teheccüdde ayakta duranlar bilir. Secdedeki duâlara katılanlar bilir.

Medîne’yi ve halkını hiç böyle anlatmamışlardı daha önce. Neden dünyâ endişesinden uzak hayatlarından bahsetmediniz? Evlerinin küçücük pencereleri var. Onlar da telle örtülü. Dünyayı görmüyorlar. Eşyalar dolusu evlerimiz geldi aklıma. Demek böyle de yaşanıyormuş. Medîne halkının çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla gördükleri tek yer, Ravza. Gece saat 12, 1, 2.. Çocuklar da ayakta. Çocukların eğlencesi de burası. Kur’ân’ın, namazın feyziyle büyüyorlar. Sıkılmıyorlar, gitmek için ağlamıyorlar. Küçük cilbabları, minik beyaz elbiseli hacılar bunlar... Kimi koşuyor, kimi namazda, kimi minicik ellerini açmış duâ ediyor. Kimiyse oturmuş, Kur’ân ezberi yapıyor. Çocuklar, hakîkî İslâm sadâlarıyla, İslâm ahlâkıyla büyüyor.

Her ân, renk renk, ırk ırk; dünyanın muhtelif yerlerinden gelen müslümanlarla karşılaşırsınız. Pakistanlı, Yemenli, Mısırlı… Ama hiçbiri yabancı gelmez. Yıllardır tanıdığım kardeşlerim sanki… Kubbe-i Hadrâ’dan yayılan muhabbet, ılık ılık kalbleri perçinliyor. Rasûlullâh’ın ruhlarımıza esen rüzgârı, yumuşacık çizgilerle beliriyor herkesin çehresinde. Kimseye kızamıyorsunuz. Bir sorun olunca herkes “hasbünallâh, estağfirullâh!..” deyip geçiyor. Trafik sıkışıyor. Bir araba öndekine çarpıyor. Kazaya uğrayan şoförün arabasından çıktığını görünce, şimdi kıyamet kopacak diye içinizden geçerken, şoförlerin “hayırdır inşâallâh!..” deyip tokalaşarak ayrıldığına şâhid oluyorsunuz. Milyonlar bir arada, kavgasız yaşıyor. Şaşırmayın. Bunun adı himmet-i Rasûl’dür. Kalabalığın içinde dâimî bir sükûnet var. Rûhu, Allâh ile huzûrda olan Ebu’l-Ervâh’ın sekîneti bu. Bu sekîneti, imam, tekbir alınca Ravza’da koro hâlinde ağlayan çocuk sesleri dahî bozmaz. Sanki onlar da namazdaki yakarışa katılır, azâb âyetlerine ağlarlar.

Ve Yeşil Kubbe’yle karşılaştığınız ilk an! Bir kez gördünüz mü Kâbe’yi, bir kez gördünüz mü Yeşil Kubbe’yi; artık gözlerinizin mıhlanıp kaldığı sevdâ olmuştur ikisi de... Yeşil Kubbe, mübârek Kabr-i Şerif’ten yükselen rûhâniyeti gönüllere saçan bir kubbedir.

Altındaki Allâh’ın Habîbi mi? Bu kadar yakın mıyız?

Hocam’ın söyledikleri hiç kulaklarımdan silinmiyor:

“-Allah Rasûlü’nü ziyâret, O’nunla bir buluşmadır. O’nun «üsve-i hasenesi»yle bir buluşmadır. Burada farklı şeyler okumak, feyz almak lâzım. Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizi, burada daha yakından tanımak lâzım. Ahlâkıyla ahlâklanıp memleketimize gidince tebliğ edeceğiz. Bedenimiz ayrı olsa da, ruhûmuz ve kalbimiz Yeşil Kubbe’nin altında kalacak.

Ya Rabbi!.. Bizi, O’na lâyık amellerle tezyîn eyle. Rûhumuzu, her ân O’nun rûhuna âşinâ kıl!.. O’ndaki sırrı, kalbimize aç. Sevgilini çok sevdir Allah’ım.          

Apaçık mûcizelere şâhit olursunuz burada. Kubbe-i Hadra’dan taşan gül kokuları, sokakları doldurur. Otele kadar o koku size eşlik eder. Mûcize değil mi?

Gül kokuları, Ravza’nın hemen ilerisindeki Cennetü’l-Bakî’ye de ulaşır. Sanki sahâbeye, her dâim dirilik bahşeder. Her ân bu kokuyla Allah Rasûlü, onların yanındadır. Zaten Bakî toprağı da güldür. Kabirler konuşuyor, toprak konuşuyor, bir şeyler öğretmek istiyor. Muhabbetle yaşayanların toprağı burası. Yeşertiyor gönülleri. Tozunu çektik içimize. Güvercinlerine imrendik. Hazret-i Osman’ı, Hazret-i Âişe’yi, Hazret-i Fâtıma Anamızı bir daha sevdik. Buranın muhabbet erlerinden biri de Sâmî Efendi’dir. Vefâsının halâ devam ettiğini görürsünüz. Sevenlerine eziyet olmasın diye, caddeye bakan kabriyle hemen çıkar karşınıza... Vefâsıyla karşılar sizi.

Her ân huzûru yaşarsınız Medîne’de… Huzur, hep huzur…

Hayatımızın en mutlu günleri, burada yaşadığımız günlerdi. İlk geldiğimizde, bize soğuk gelen penceresiz otel duvarlarını bile sevmiştik. İçimizde hep Medîne’nin sıcaklığı... Çünkü ev sahibimiz, Peygamber Efendimiz!..

Öyle duyarsınız ki, bunu... Her ân Medîne’yi kucaklarsınız. Ravza’yı kucaklarsınız.

Bu sıcaklık ve huzurun en büyük sebebi de Ravza’nın Sahibine yaptığımız ziyâretlerdi. Mahşerdeki heyecan, O’nu arayışımız, O’na koşuşumuz ve Kevser Havzı’nda O’na kavuşmamız… Sanki o heyecanın bir benzeri yaşanır bu ziyâretlerde… Meğer hasretimiz ne büyükmüş!..

Anlarsınız, mahşer meydanında Cehennem çağırırken günah sahiplerini:

“-Medet Ya Resulâllah” yakarışlarıyla koşarsınız Şefaat’ul-Müznibîn’e... Kevser’i yudumlarsınız ellerinden; aşkla! Hasret dolu hacıları görürsünüz. Derman kalmaz dizlerinde. Kimi sütunlara sarılarak ağıtlar yakar Ravza’nın Sahibi’ne; kimi çömelip hıçkırıklara boğulur. Kimi secdede can verir, vuslatı yaşar.

 Çeşitli ülkelerden gelen hasret dolu hacıları görürsünüz. Kimi duvarlarına sarılır, kimisinin dizlerinde tâkât kalmaz, çömelip hıçkırıklara boğulur. Kimi ağıtlar yakar, Ravza’nın Sahibi’ne... Kimi secdede can verir vuslatı yaşar. Çünkü kâinâtın Efendisi burada, kâinâtın kalbi burada...

Bir gün Ebû Câfer Mansur, İmam Malik Medîne’deyken gelir soru sorar:

“-Duâ ederken Kâbe’ye mi, yoksa Ravza’ya mı döneyim?” diye…

İmam Mâlik:

“-Buradayken Ravza’ya dön; çünkü kâinât, O’nun için yaratıldı!..” der.

Yâ Rabbi!.. Kurtuluş için tek çâre O. Hayat O’nun ellerinde .Gönlümüzü hep O’nunla olsun!

Mescid-i Nebevî’den aşağı inerken Uhud dağları karşılar sizi.

Uhud!.. Uhud!.. Senin yerin başka!.. Allah Rasûlü’nün

“-Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz!..” sözleri yankılanır dağlarında. O’nun muhabbetiyle kavruk toprağın bir başka ey Uhud!

Ey, Peygamberine sadakatin, aşkın, cesâretin kahramanı Hamza Efendimiz! Allah Rasûlü ne çok sevmiş sizi ki, etraftan çekinerek durduramadığımız gözyaşlarımız bunun delilidir

Gözyaşlarınız dahî özlemiştir Uhud’u... Rasûlullâh’ın gözyaşlarına karışmak için Hazret-i Hamza’nın şehâdet toprağına akar. Şehidlerin en güzelinin kabrinin başında iki büklüm olursunuz. Vefâtından sonra da dünyaya âit hiçbir varlık bırakmadığını görünce, sade taşlarla çevrili kabrinin başında iki büklüm olursunuz. Tozunu çekersiniz içinize… İslâm’ı aşkla yaşayıp yaşatmak için…

Târifsiz duygularla çarpar yüreğiniz. Ravza’da duyduğunuz kokular, Hazret-i Hamza’nın kabrinden de yükselir. Bunu duyunca daha da coşar içiniz. Uhud! Uhud! Ayrı kaldığınız her yerde Uhud’u özlersiniz. Göremediğiniz bir dosta olan özlem gibi. Belki de bu özlemin sırrı, Allah Rasûlü’nün, halâ sık sık Uhud’a gelişinde gizlidir.

Uhud’a ağlar gözleriniz, Hazret-i Hamza’ya ağlar okçular tepesinde... Yalvarırız Rabbimiz’e O’na tâbî olmaktan bir ân ayırmasın diye...

Ya Rabbi!. Kıblemiz sadece Sen ol. Kalbimiz ise hep Kubbe-i Hadra’nın altında kalsın.

Ve yollar Mekke’ye uzanır…      (Devamı var.)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle