Gülistan’dan Hikmet Damlaları

DÜNYADAN GELİRKEN ÇERAĞ İLE GEL!

Bir yavrucuğum vefat etti. Onun vefatı dolayısıyla başıma neler geldiğini nasıl anlatayım bil­mem. Yüce Allah’ın yarattığı nice Yusuf yüzlü güzeller bile, neticede kabir balığı tarafından yutulan Yûnus’a dönmüştür!..

Bir fidan otuz senede ağaç oluyor. Sonra hırçın bir rüzgâr geliyor, onu deviriyor.

Yerden güller bitmesine şaşmayın. Düşünün ki, bu yere nice gül endamlılar gömülmüştür.

Kendi kendime düşündüm:

«Küçük çocuk, temiz ve mâsum olarak öldü. Sen ey ihtiyar, hâlâ kirli ve günahkâr yaşıyorsun.»

Birkaç ay sonra kendimi tutamadım. Kabrini açmak, boyunu posunu görmek istedim. Meza­rının üstündeki uzun taşı kaldırdım. Daracık, ka­ranlık kabri görünce üstüme korkular geldi. Benzim at­tı. Aklım, fikrim perişân oldu, kendimi kaybettim. Çocuğumdan kulağıma şöyle bir ses geldi:

«Babacığım! Eğer bu karanlık yerden ürküyorsan, aklını başına al. Buraya ışık ile gel. Mezarda geçecek gecelerin gündüz gibi olmasını istersen, dünyadan gelirken çerağ ile gel.»

Bahçıvanların ne güzel bir duygusu var;

“-Âh, bu yıl hurma ağaçları meyva tutmayacaklar mı?” diye titreşirler. Buna mukabil birtakım kafasızlar, buğday ekmeden harman yığma kuruntusunda bulunurlar.

Kim ağaç dikti ise meyvayı o yedi. Kim to­hum ekti ise harmanı o yığdı.

* * *

 

GAFLET SÜRMESİNİ TEMİZLE!

Âbid huylu, hayatını Yüce Allâh’a ibâdetle geçiren ihtiyar birisinin eline bir kerpiç büyüklüğünde altın geçti. O altın yüzünden aklı başı sersem oldu, parlak gönlü bulanık bir renk aldı. Bütün gece şöyle düşünüyordu:

“-Bu bir hazinedir ki, hayatımın so­nuna kadar bitmez. Bundan sonra fakir hâlimi anlatarak bir şeyler istemek için kimsenin önünde eğilmem. Bir saray yaptırırım, zemini mermer döşeli olsun, tava­nının kirişleri ham öd ağacından... Ahbaplarım için ayrı bir oda yaptırırım, kapısı bahçeye açılsın. Yama üstüne yama dikmekten âciz kaldım. Ocağın ateşi yüzümü gözümü yaktı. Artık aşçılarım ye­mek pişirsin. Artık rahat rahat besleneyim. Bu katı keçe döşek beni öldürdü. Bundan sonra döşeğimi, en lüks ipek kumaştan yaptıracağım.”

İhtiyar dervişin hâli o noktaya geldi ki, hayâl kurmaktan münâcaat etmeye, Allâh’a yalvarmaya, namaz kılmaya, hattâ neredeyse yeme-içmeye vakit kalmadı. Altın sevdâsıyla sarhoş olmuştu. Bir yerde duramıyordu, nihayet şehir hâricine çıktı. Orada gördü ki, birisi mezardan toprak kazmış, üze­rine su koymuş, çamur yapmış, o çamurdan kerpiç (tuğ­la) dökmek istiyor.

Bu hâli görünce, ihtiyar kendi kendine:

“-Ey kısa görüşlü nefis, ibret al!” dedi. “Gönlünü ne­den bu altın kerpiçe bağladın? Bir gün senin toprağın­dan da kerpiç yapacaklar. Hey alçak nefis! Sen bu altın kerpiçten vazgeç. Hırsın sonu yoktur. Sen kâr ve mal düşünüyorsun. Hâlbuki ömür sermayesi pâymâl oluyor, ayaklar altında yok olup gidiyor da haberin yok. Bu toprağın üzerine sabâ yeli, kaç bin kere uğrayacak, her zerremiz savrulup bir yere gidecektir. Gaflet sürmesini gözünden temizle. Zîrâ yarın top­rağın gözüne sürme olacaksın.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle