Bir Dakika İçinde

Gözlerinizi kapadınız, altmışa kadar sayın içinizden…

Acaba bu bir dakikada dünyada neler olmuş olabilir?

Doğumlar, ölümler, hastalıklar, tabiî âfetler, yangınlar, seller, boğulanlar…

Dünyanın diğer ucunda saniyede bir açlıktan ölenler varken, başka bir bölgesinde şişmanlıktan patlamak üzere olanlar!..

Dünya, şâkülü kaymış bir duvar gibi… Ölçüsüz, dengesiz, endâzesiz!..

* * *

Burada uzun uzun masallar anlatacak değilim!..

Herşeyin toz pembe olduğu; iyiliğin, güzelliğin, doğruluk ve dürüstlüğün her yanı sardığı mutluluk dolu ülkelerden veya devirlerden bahsedecek değilim!..

Ben acı dolu bir çağın, muzdarip bir şâhidiyim!.. Gözüm hep gözyaşı gördü, kan gördü, işkence gördü, acı gördü!..

İçim burkuldu hep, insanların köşe bucak kovalanmasından; ezilip bükülmesinden, kolunun kanadının kırılmasından… Ardından pis pis kahkahalar savrulmasından bıktım!..

Ben acılar çağının şâhidiyim!.. Milyonların savaşlarda öldüğü, milyarların açlıkla ve hastalıkla pençeleştiği… Ve milyarların doyuramadığı yüzlerin-binlerin çağından sesleniyorum: Dilim kuru, sesim cılız ve tâkatsizim!.. Var mı sesimi duyan!..

Ben çocukların, annelerinden süt yerine acı emdiği bir çağdan sesleniyorum; Bosna’dan, Çeçenistan’dan, Afrika’dan, Nijer’den, Irak’tan, Afganistan’dan…

Ben insanlığın tükendiği, baba ve annelerin (!), öz evlâdını hunharca katlettiği bir çağdan sesleniyorum. İnsanı, insan olmaktan utandıran tabloların yüzlerce, binlerce defa göz göre göre tekrarlandığı bir çağdan!..

Yüreğim kanıyor, anlıyor musun?

Ağlıyor musun?

* * *

Size Filistin’den bir olay anlatacağım sadece… Binlercesine emsâl teşkil etsin diye…

Geçen yıl, 2004 Ekim’iydi…

Adı İman el-Hams ve on üç yaşında…

Elinde beslenme, sırtında kitap çantası… Okula gidiyordu. Annesi kapkara saçlarını taramış, yandan iki örük yapmış, yanağına bir öpücük kondurmuş, saçlarını sıvazlamış ve uğurlamış!..

Ardından olanları bir İsrail askerinden dinleyelim!..

“-Filistinli kız, elinde çantayla mevziye yaklaşıyordu. Askerler ateş açınca kaçmaya başladı. Ancak fazla gidemeden vurulup yere kapaklandı. Subayımız yerde yatan kıza yaklaşıp başına iki el ateş etti. Bununla da yetinmeyip tüfeği otomatiğe alarak şarjörü, zaten ölmüş olan kızın üzerine boşalttı. Durması için seslendik, ama bize kulak vermedi. Gördüğümüz sahne çok kötüydü ve içimizi yaraladı. Bir kız çocuğuna böylesine saldırmak hepimizi kirletti.” (Av. Nusret Gürgöz, Antalya Barosu Dergisi, s: 31)

Ve yıl 2005…

Geçtiğimiz Kasım ayında, bu subay beraat etti; mahkeme onun durumunu “kendini savunma” şeklinde târif etti ve mâsum, silâhsız, küçücük bir çocuğun vahşice öldürülüşü “normal” karşılandı.

* * *

Şimdi sizi, bu vak’ayı naklettiğim dergiden Av. Nusret Gürgöz’ün, daha fazla yoruma hâcet bırakmayan sözleriyle başbaşa bırakıyorum:

“İman el-Hams’ı son yolculuğuna sevenleri uğurladı. Herşeyin bittiği, insanın canının iyice yandığı, sözün, yazının, dünya tarihinde yazılmış tüm metinlerin anlamsız kaldığı zamanlar olur. İşte bu zaman, öyle bir zamandır. Yazılan şiirlerin, romanların, söylenen türkülerin, dizilen notaların, çalınan davulların, güzel gelinlik ve damatlıklarıyla geleceğe uğurlanan delikanlıların, kiraz ağacının, süsenlerin, ırmak burgaçlarının, sözün, sazın, oyanın, sevginin, fısıldanan aşk sözlerinin… kurşunlandığı zamandır.

Öğrencilerin su mataralarının, sıvanan saçların, iki örük saçların, ders kitaplarının, Mahmud Derviş’in şiirlerinin, yanağa konulan öpücüklerin, anne sıcaklığının, kardeş sıcaklığının, baba şefkatinin, akşamları birlikte yenilen yemeklerin, hafta sonu kahvaltılarının, çocukların dostu köpeklerin, kedilerin, kuşların, akvaryumdaki balıkların, oyuncakların, atlanan iplerin, misketlerin, yere çizilip oynanan çizgiler oyununun, duvarlara asılan fotoğrafların, loğusa odasının, hâmilelik günlerinin, karna içerden atılan tekmelerin, uykusuzlukların, pişiklerin, bebek kokusunun, armağanların, sıcacık bebe yatağının, dedelerin coşkusunun, ninelerin sevincinin, emeğimizin, ekmeğimizin… kurşuna dizildiği zamandır!..”

(…)

“İman el-Hams şimdi uyuyor. Biliyorum, kurşunların girdiği yer çok acıyordur. Ama rahat uyu İman el-Hams, rahat uyu!.. Taa buradan sana, baba şefkati, kardeş şefkati, dost şefkati, anne şefkati… yolluyorum.

Rahat uyu İman el-Hams, ellerinden, gözlerinden, yüreğinden öpüyorum. Rahat uyu İman el-Hams, kanayan kurşun yaralarından öpüyorum.

Rahat uyu!..” (Av. Nusret Gürgöz, a.g.e, s: 31-32)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle