Pedagog Âdem Güneş ile ERKEK ÇOCUKLARDA ERGENLİK

Ergenlik nedir? Bu dönem ne kadar sürer?

Literatüre göre, ergenlik dönemi, insan bünyesindeki birtakım hormonların salgılanmaya başlaması ile birlikte, çocuğun “ruhunda” ve “fizyolojisinde” hızlı değişiklikler yaşamasıdır.

Peki, “Anne-babalar ergenlik döneminden ne anlamalı?” diye soracak olursanız; ergenlik dönemi, çocuksu mâsumiyetin terk edilip, yetişkin rûhuna sahip olma aşamasının başladığı dönemdir.

Ergenlik dönemi, birdenbire başlamaz, çocuk önce bir “ön ergenlik” dönemine girer. Bu dönem, aşağı-yukarı 9-10 yaşlarına denk gelir. Çocuklar bu dönemde “Çocuksu Yetişkin” görünümüne bürünürler. Erkek çocuklarının boyu uzar, ama aklı hâlâ çocuksudur.

Kız çocukları, görünüş itibariyle artık bir genç kız gibidir, ama hâlâ çocuksu davranışlar sergileyerek herkesi şaşırtırlar. Yani çocuklar görünüşte yetişkin, ruhlarında çocuk gibidir. Ön ergenliğin hemen ardından çocuk “türbülansa girmiş uçak gibi” sarsılmaya başlar. Duygusal çalkantılar yaşar, neyi nasıl yapacağını şaşırır… Bünyesine ilk kez damlayan hormonların her bir damlası, ergen çocuğu şaşkına çevirir.

Ergenliğin bu en sarsıcı dönemi, kız çocuklarında aşağı yukarı 10-11, erkek çocuklarda 12-13 yaşlarına denk gelir ve yaklaşık 20 yaş civarında dengeye girer.

Ergenliğin ilk yılları, daha çok kriz olarak bilindiği için ilerleyen birkaç yılda ergenlik dönemi bitti sanılsa da, ergenliğin tamamen izinin silinmiş olması 20’li yaşlara denk gelir.

 

Erkeklerin ergenlik problemleri nelerdir?

Gariptir, erkek çocuklar, ergenliğe girdiği andan itibaren bir “suçluluk” psikolojisi içerisine girer. Suçlu bir insanın en belirgin tavrı nedir? Kendisini savunmasıdır değil mi?

Evet, tıpkı böyle, erkek ergen çocuğa “Gözünün üzerinde kaşın mı var senin?” diye sorsanız, hemen savunmaya geçer, anlamsız tartışmalara girer.

Bunun yanı sıra, yine erkek ergen çocuklarının çok bâriz bir problemi de babalarından kopmalarıdır. Ergenlik dönemine giren erkek çocuk, babadan uzaklaşır. Baba, çocuğunun başını okşamak için elini uzatsa, çocuk başını çeker.

“−Gel oğlum, şöyle yanıma otur!..” dese, yanına yaklaşmaz.

Bu sırada babalar ciddî panik yaşamakta ve sırf bu yüzden çocukları ile kavga etmektedirler. Hâlbuki böylesi bir durum, çocuğun babaya karşı tavrından değil, kendi bünyesindeki çalkantıdandır. Bir baba, ergenliğe giren oğlunun durumunu buna göre sabır ve anlayışla karşılamalı, bunun kısa bir süre sonra normalleşeceğini bilmelidir. 

 

Ergenlik döneminde rol-model dediğimiz “örnek insanlar” önemli midir? Bu devrede anne ve babalar, erkek çocuklarına nasıl yardımcı olabilirler?

Ergen çocuk, yeni ameliyattan çıkmış hasta gibidir. Her ân mikrop kapabilir. O yüzden nasıl ki, ameliyattan çıkmış bir hastayı hijyenik bir ortamda tutmak gerekirse, ergen çocuk için de tıpkı böyle bir hijyenik ortama ihtiyacı vardır. Çünkü bu dönemde çocuk, her an mikrop kapabilir.

Siz yıllarca emek sarf edersiniz, çocuğunuza kol kanat gerersiniz, yetiştirmeye çalışırsınız… Bir de bakarsınız ki, (Allah göstermesin) ergenlik döneminde çocuk birilerinden bir hastalık bulaştırmıştır bünyesine… Örneğin bir sinema sanatçısının bir duruşuna, bir bakışına vurulur!.. Elinde bir sigara tutuyor olsa, o sigara tutuşuna vurulur. Tıpkı onun gibi durmak, tıpkı onun gibi karizmatik yürümek için kendi kılığını-kıyafetini bir anda değiştiriverir.

Ergen çocuğu olan anne-babaları bekleyen en önemli tehlike, çocuklarının karşısına çıkacak olan “örnek insan” ya da “kötü örnek olan insan”dır. Bu sebeple, ergen çocuk sahibi anne-babalar, kimlerle komşuluk yaptığına, hangi film ve dizileri izlediğine, hangi tip insanların çocukları ile muhatap olduklarına hayâtî derecede dikkat etmelidirler. Çünkü, biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, bu dönem, her an mikrop kapılmaya müsait çok hassas ve özel bir dönemdir.

Burada hemen şunu da arz edeyim; günümüzde özellikle birtakım sivil toplum kuruluşları, cemaatler veya kurumlar, çocuklara bu dönemde bazı aktiviteler düzenleyerek onları bir arada tutmaya gayret sarf ediyorlar ki, bu aslında oldukça takdir edilecek bir durumdur. Çocuklar, aynı hassasiyetleri benimseyen iyi âile çocukları ile bir araya gelerek birbirlerinden güzel ahlâk kopyalarlar. Siz bu bir araya gelmelerin adına, ister “yaz okulu” deyin, ister “Kur’ân kursu” deyin… Fark etmez. Ergen çocuğu olan anne-babalara, çocuklarını böylesi iyilik üzere çalışan kurum ve kuruluşlara göndermelerini ehemmiyetle tavsiye ederim.

 

Bu dönemde karşı cinse karşı bir meyil başlıyor. Özellikle âilesinden yeterli sevgi ve ilgiyi görmemiş gençler, bazen yanlış bir karar verebiliyorlar. Bu hassas dönemde anne ve babalar, erkek çocuklarına nasıl yardımcı olabilirler?

Ergenin kimliği henüz oturmamıştır. Her an, her türlü yanlışı yapmaya müsaittir. O sebeple anne-babalar, çocuklarını, çocuksu mâsumiyet yıllarına göre değerlendirip:

“−Benim oğlum, mâşaallâh koç gibidir!.. Ona çok güvenirim, hiçbir yanlışı olmaz!..” diye düşünmemelidir.

Çünkü ergen çocuk, bir gün öyle, bir gün böyledir. Bir gün câmi duvarını görür ağlar, ertesi gün Konya kaşığını görür oynar.

Burada bir yanlış anlaşılmayı düzeltmekte fayda var: Ergen çocuk, karşı cinse meyleder derken yanılmamak gerek… Burada çocuğun ihtiyacı olan şey cinsellik değil, aksine duygusal mahrumiyettir. Ergen çocuk, zaten cinsellikten kaçar… Ancak sevgiyi arar.

Aranılan bu sevgi, aslında çocukluk yıllarında anne-babanın doyasıya verebildiği ya da sevgisiz bıraktığı yıllarla bağlantı kurarak azalır veya çoğalır. Eğer çocuk, özellikle ilk altı yılda anne sevgisini doyasıya yaşadı ise, ergenlik döneminde sağa-sola sarkması, garip tutumlar sergilemesi ya da karşı cinste kendisine birtakım şeyler araması oldukça düşük ihtimaldir. Ancak çocuk, bu dönemde annesi ile zaten çok karşılaşmadı ise, karşılaştı da öylesine bir anne-çocuk ilişkisi yaşadı ise, yahut birçok annenin yaptığı bir yanlış gibi, evlâdına sözünü geçirip otoriter olmak isteyen anneler gibi çocuğuna sevgisini vermekte cimrilik yaptı ise, bu tür çocukların ergenlik dönemi hep bir “sevgi dilencisi” şeklinde geçmeye adaydır.

Çocuk, çocukluk yıllarında alamadığı sevgiyi, birilerinden alabilmek için çırpınır durur. Ancak burada hemen bir noktayı da belirteyim ki, çocukluk yıllarında anneden alınamayan sevginin, ilerleyen yıllarda telafisi mümkün değildir. Çocuk, ergenlik döneminde yaralı bir kuş gibi habire kendisini tedâvî edecek, içindeki yaralara merhem olacak birilerini arar. Ama o yaraların kapanması, neredeyse imkânsızdır!.. Çünkü anne sevgisi, vaktinde verilirse bir değeri vardır.

Bu arada önemli bir hususun da altını çizmek istiyorum. Erkek ergen çocuğa, cinselliğe yönelik birtakım şeyleri öğretmek için bazen babalar harekete geçmektedir ki, böylesi bir uygulama da sağlıklı değildir. Zira bir yandan kendini suçlu hisseden erkek ergen çocuk, bir de karşısında “aziz” babasının bu türlü meselelerde karşısına çıktığını görürse rûhen oldukça etkilenmekte ve ilerleyen yıllarda kontrolsüz bir cinselliğe doğru adım atabilmektedir. Bu yüzden, çocuğa eğer mahremiyet eğitimi verilecekse, baba dışında bir başka üçüncü şahıs düşünülmelidir. Bu üçüncü şahıs, çocuğun rûhu ile uyum sağlayabildiği, çocuğun sevdiği ve rahat olabildiği bir yetişkindir. Kimi zaman dayı, kimi zaman enişte ve kimi zaman da akrabalardan bir şahıstır; fakat amca veya baba değildir.

 

Ergen, neden bu dönemde âilesiyle anlaşamaz?

Uçak türbülansa girdiğinde neden herkes panik içine girer?! İşte bunun gibi ergen çocuk da gerek ruhunda ve gerekse fizyolojinde oluşan hızlı değişimlerin seyrine dalmışken, anne-babası, çocuğun bu dünyasından uzak bir şeyler istiyor olması ergeni sinirlendirir. Zaten panik içinde olan ergen, bir de anne-babasının kendisini anlamadığını fark ederse, işte o zaman sıkıntıların biri biter, diğeri başlar.

Aslında ergen çocuk, anne-baba ile anlaşamaz durumda değildir de, genelde anne-babalar, ergen çocukları ile anlaşamazlar!.. Anne-baba, çocuklarının girdiği bu yeni dönemin hakkı olan “statü”yü çocuklarına vermekte zorluk çekerler. Çocuk, artık çocuk değildir, bir ergendir… Bir adım sonra yetişkin olacak bir delikanlıdır ve bu delikanlıya çocuk muâmelesi yapılmamalıdır. Ona hak ettiği “efendilik” statüsünü, “beyefendi” statüsünü verebilme olgunluğunu âileler sergilemelidir.

Bunun yanı sıra, erkek ergen çocuk, cinsel duygularının uyandığını hissetmesi ile birlikte bir “utanma” ve “suçlanma” hissi ile belli bir dönem geçirir. Bu dönemde çocuğun üzerine çok gitmek anlamsızdır!.. Çocuk, kendi dünyasında serbest bırakılmalıdır ki, iç dengelerini yeniden kurabilsin.

 

Ergenliğin kişilik üzerindeki tesirleri nelerdir?

Aslında ergenlik dönemi, kendi başına bir problem dönemi değildir. Tıpkı şeker hastalığı gibi… Şeker hastalığı, aslında tek başına, somut bir hastalık değildir, ancak hastalık oluşması için müsait bir zemindir. Eğer birtakım şeylere dikkat edilmez ise, vücudun değişik yerlerinde problemler oluşturmaya başlar. Tıpkı bunun gibi, ergenlik dönemi tek başına bir problem dönemi değildir. Ama dikkat edilmez ise, çocuğun kimliği ve kişiliği üzerinde birtakım derin izler bırakabilir.

Normalde ergenlik döneminde edinilen davranışlar, geçicidir. Ancak anne-babanın yanlış tutumları sebebi ile, çocuk, yanlış olan davranışı savunmaya kalkarsa, onu benimserse ve yanlış davranışlar etrafında birikmiş bir grup arkadaşları ile de desteklenir ise, işte o zaman problem başlar!.. Yoksa ergenlik, kendi başına bir problem değildir… Bu sebeple anne-babalar, çocuklarının bu döneminde dışarıdan kapacakları mikrobik rahatsızlıklara karşı oldukça dikkat etmeli, çocuğun benimsediği birtakım davranış bozukluklarının aslında gelip geçici olduğunu düşünmelidirler. Böylesi kötü davranışlar edinmiş bir çocuğun, o davranışlardan vazgeçmesinin yolu, aslâ baskı ve yıldırma değildir!..

 

Bu geçiş döneminde çevrenin ve sosyo-ekonomik şartların ne gibi tesirleri vardır?

Az önce de arz ettiğim gibi, ergen çocuk için önemli olan şey, ameliyattan yeni çıkmış bir hasta gibi bulunduğu ortamın uygun olmasıdır. Eğer çocuk, çevre itibari ile anormal bir sosyal çevrede yaşıyorsa, bu çocuğun oradan edineceği şeyler ile daha bilinçli bir çevrede edineceği tecrübeler birbirinden oldukça farklıdır.

Bunun yanı sıra ergen çocuk, çevresindeki arkadaşları ile sürekli etkileşim içinde olduğu için, arkadaşında gördüğü bir yüzük, bir ceket, bir künyenin kendisinde de olmasını isteyebilir. Ve bu ihtiyaçları karşılanmaz ise veya çocukta vicdânî bir anlaşma sağlanamamışsa, çocuk arkadaşlarına özenecek, özendikçe ezilecek ve ezildikçe de bu duyguları ile uzun yıllar yaşayacaktır…

 

Ergenlik dönemi, fizyolojik açıdan hormon savaşlarının; psikolojik açıdan kişilik savaşlarının verildiği bir dönem… Bu dönemin sağlıklı geçirilmesi nelere bağlıdır?

Bu dönemin sağlıklı geçirilebilmesi için ilk ve temel şart, âilenin bilinçli olmasıdır. Ergenliği yaşamış bir anne-baba olarak çocuklarının bu dönemde neler yaşadığını ve hissettiğini az-çok bilmesi gerekir.

Meselâ, bu dönemde ergen çocuk, akıl almaktan hoşlanmaz, akıl vermeyi sever. Anne-babalar, çocuklarında görmek istedikleri özellikleri, çocukların kendilerine öğretmesini, başka bir ifadeyle çocuğun kendilerine “akıl vermesini” isteyebilirler.

Ya da bütün anne-babaların, ergen çocuk ile mücâdeleye girmemesi gerektiğini çok iyi bilmesi gerekir. Çünkü ergen çocuk ile mücâdeleye girmiş olup da galibiyetle çıkan anne-baba yoktur!.. Zira çocuk, anne-babasına yenilse de bunun acısını başka bir zaman, başka bir konuda çıkartmaya hazır hâle gelecektir.

Başka bir misal daha vermek gerekirse, ergen çocuğun düşüncesi gururdur!.. Ergenin konuşmaları ne kadar dengesiz de olsa, anne-baba, onun söylediklerini ciddiye almalıdırlar. Zaten anne-baba, ergeni ciddiye almaz ise, bir süre sonra ergen çocuk da anne-babasını ciddiye almayacaktır.

İşte bu ve benzeri sebeplerle, anne-babalar ergenlik dönemi hakkında sağlıklı bilgiler almalıdırlar. Kendilerini, bu garip sürece önceden hazırlamalıdırlar.

 

Ergenlikle birlikte, bizim “çocuk” gözüyle baktığımız fert, aynı zamanda artık Allah katında her türlü mükellefiyetin başladığı bir döneme girmiş bulunuyor. Başka bir ifadeyle o genç, artık “mükellef: sorumlu” bir kul oluyor. Bu dönemde ergene, kulluk bilinci ve sorumluluğu nasıl yüklenmelidir?

Aslında ergenlik dönemi, o güne kadar ne yapıldı ise, onun mahsulünün alındığı bir dönemdir. Bu dönemde çocuklardan fazla bir istekte bulunulmaz. Ancak artık kurallı bir yaşantının başladığını çocuk idrak etmelidir.

Bir zamanlar komşu hanımların kucaklarına alıp sevdikleri yaramaz çocuk, artık ergen olmakla birlikte komşu hanımların kendilerini sakındıkları bir fert olmaya başlamıştır. Çocuk, işte bu değişiklikleri yaşadıkça, yetişkinliğin kurallarını da öğrenmelidir. Bu kurallar içinde en önemlisi de şüphesiz “namaz”dır…

Ergen çocuğa, belki de ilk söylenecek söz, “haydi namaza”dır… Çünkü ergen çocuk, bu sayede birtakım kötü alışkanlıklardan da uzak duracaktır. Ancak az önce de arz ettiğim gibi, böylesi bir istek, önceki yıllarda zemini hazırlanarak gelirse kolay olur. Yoksa çocukluk yılları boş geçmişse, bir ergenin, tam da ergenlik döneminde anne-babasını memnun edecek birtakım davranışlar sergilemesi oldukça zordur.

Şunu da ifade etmekte fayda var ki, ergen çocuk, anne ve babasında ne görüyorsa onu yaşar. Eğer anne-baba, çocuklarının namaz kılmasını istiyor, fakat kendileri sabah namazına kalkamıyorsa, ergen çocuk, bunun acısını, anne-babadan çok ağır bir şekilde alabilir. O hâlde evlerinde bir ergen çocuk varsa, anne ve babalar kendi oturup kalkmalarına, konuşup gülmelerine dahî dikkat etmelidirler.

Kız çocuk annede, erkek çocuk da babada ne görüyorsa onu yaşar. Bu açıdan bakıldığında anne-baba, çocuklarından ne istiyorsa, onun iki katı kadarını kendileri yaşamalıdırlar. İşte böylesi bir âileye de biz “çocuktan terbiye olan âile” diyoruz… Yani aslında çocuk yanlış yola sapmasın diye anne-baba kendi dînî hassasiyetlerini ve hayat prensiplerini bir daha gözden geçirmelidirler ki, bu şekli ile kendilerini de düzenli bir hayata sokmuş olsunlar. Bu açıdan bakıldığında, samimi anne-babaların yola gelmesi için ergen çocuk oldukça büyük bir nîmettir. 

 

Bu dönemde dînî vazifelerini severek îfâ edebilmesi için çocuklarımızı daha önceden nasıl bir hazırlık devresinden geçirmeliyiz? Gerçi Peygamber Efendimiz’in, çocukları namaz ve oruca küçük yaşlarda başlatmayı tavsiye eden nasihatleri bulunuyor. Bu tavsiyelere riâyet edenlerin ergenlik döneminde işleri biraz daha kolaylaşıyor mu?

Maalesef günümüzde anne-babalar, korku ve panik içinde, çocuklarına erken yaşlarda ve çocuk rûhunun hazır olmadığı çağlarda birtakım dini eğitim vermekteler. Çocuğun gelişim dönemleri hesap edilmeden verilen dînî bilgiler, çocukta aşırı dozda ilaç alan kişinin zehirlenmesi gibi, dine karşı zehirlenme baş gösterebilir. Ki bugün dindar anne-babaların en büyük problemi, dine soğuk çocukları olmasıdır. Böyle anne-babalar, çocuklarından utanmakta, sıkılmakta ve onların bu hâllerinin su yüzüne çıkmamasına gayret sarf etmektedirler.

Bu yüzden anne-babalar, çocuklarının hangi yaş döneminde, hangi hassasiyetleri yaşadığını çok iyi bilmelidirler!..

Pratik bir misâl verecek olursak, bazı hassas anne-babalar, çocukların daha 4 yaşında ya da 5 yaşında Kur’ân-ı Kerim’i öğrensin diye Elifbâ’ya başlatmaktalar… Hâlbuki çocukların bir harf sembolünü öğrenebilecek kapasiteye gelmesi için en az 6 yaşına gelmesi gerekmektedir. Çok erken başlamış böylesi bir eğitimin acısı, daha sonraki yıllarda ortaya çıkmaktadır. Hatta çocuk, yıllar sonra bile bir türlü öğrenemediği Kur’ân’a karşı önyargı beslemeye başlamaktadır…

“−Ben, hayatta Kur’ân okumasının beceremem!..” ya da:

“−Kur’ân okumak kadar zor bir şey yok!..” diyebilmektedir.

Hâlbuki çocukların 3 ile 5 yaş aralığında en kolay yapabileceği şey, ezber yapabilme kabiliyetidir. Eğer bir anne-baba, çocuklarının kendilerinden daha iyi bir din temsilcisi olmasını istiyorlarsa, bu yaşlarda Kur’ân ezberletebilirler… Duâlar, kısa kısa sûreler ezberlettirilebilir ki, ileride Kur’ân okuması da kolay olsun.

Bu arada bir şey daha ilâve etmek istiyorum. Özellikle yaz aylarında anne-babalar, çocuklarına “cezâ” vermek için Kur’ân kurslarına göndermekteler ki, bu, o âile için hayâtî bir hata olur. Cezâ için Kur’ân öğrenme yapılamaz!.. Böyle bir şey, nihayetinde sakat bir mantık sahibi insan yetiştirir!..

Anne-babaların bu husustaki en doğru tutumu, çocuklarının dini direkt olarak sevmesini sağlamak yerine dini, dolaylı yollarla sevdirmeye çalışmak olmalıdır. Başka bir ifadeyle, çocuk, önce içinde bulunduğu atmosferi sevmelidir. Kur’ân öğrenecekse öğreteni sevmelidir.

Ailelere buradan bir ricada bulunmak istiyorum ki, eli sopalı ve suratı asık bir hocanın yanına çocuğu gönderip Kur’ân öğretmeye çalışmak yerine, evde yarım yanlış bilen anne-babadan Kur’ân öğrenmesi daha güzeldir… Çocuk, içinde bulunduğu atmosferi sevdikçe dini sevecektir; asık suratlı bir din temsilcisi, hiçbir çocuğa dini sevdiremez!..

 

Ergenin arkadaşlarına büyük tutkuyla bağlanmasının sebepleri nelerdir? Bu bağlılık, nasıl müsbete çevrilebilir?

Anne-babalar, çocuklarının, çocukluk yıllarından itibaren kabiliyetlerini kırmış, duygularını yaşamasına izin vermemiş, çocuğun dünyası ile özellikle anne bir bağ kuramamışsa, çocuk, içinde hissettiği bu bağı kurmak üzere dışarıda arkadaş arayacaktır… Ve bulacaktır da… Bugüne kadar hiçbir ergen, açıkta kalmamıştır. Hepsini kapan bir kaplan mutlaka çıkar ortaya… O yüzden anne-babalar, çocuklarını sevebildikleri kadar sevsin, insan yerine koyabildikçe koysunlar. Zira bu dönemde anne-baba, çocuklarına sahip çıkamaz ise, bundan sonraki yıllarda bunu yapmak daha da zor olur.

Bunun yanı sıra, yukarıda da arz ettiğim gibi, ergenlik dönemine giren bir çocuğa, anne-babası hak ettiği statüyü vermelidir. Onu, âile grubu içinde tutmak için birtakım tedbirler almalıdır. Bunların başında, çocuğun “insan” yerine konulması gelir. Eğer çocuk, âile içinde insan yerine konulmuyor, tersleniyor ve azarlanıyorsa, çocuk, kendisini daha rahat hissedeceği bir grubun içine dâhil olmaya çalışır.

Bu açıdan bakıldığında, şu satırlarımın altını çizeyim ki; bir kız çocuğunun hayranlık duyduğu kişi annesi, erkek çocuğunun da kendi rûhunda karşılığını bulduğu kişi babası olmalıdır. Eğer böyle olursa, çocuk, âile bütünlüğünü korur.

Tabiî, bu arada evinde ergen bulunan bir âilenin, her hafta, belli bir saatte “istişâre” yapması şarttır. İstişâresiz bir ev, ölüm demektir… Ve ötesinde, evinde ergen bulunan bir ev, gerektiğinde istişâre yapmıyorsa, o çocuktan çok bir şey beklememek de gerekir.

 

Ergenlik döneminde okul başarısı genellikle düşüyor. Bunun sebebi ve telâfisi nedir?

Ergenlik döneminin ilk aylarında çocuklar, kendi ruh ve bedenlerine odaklandıkları için dışarıda hiçbir şey onlara cazip gelmeyebilir. Bu sebeple ergeni, kendi rûhunu ve bedenine yoğunlaştırmamak gerekir. Meselâ

“−Kızım, senin burnun da amma büyüyor!..” demek bir ergen için felakettir… Ya da:

“−Oğlum, senin boyun kısa mı kalacak ne?” demek, çocuğun zihninin altına çok uzun süre kalacak bir saatli bombayı yerleştirmekle eşdeğerdir.

 

Bir de “erken ergenlik dönemi” var. Bunun hakkında da kısa bir bilgi verebilir misiniz? Sebepleri nelerdir?

Sıcak bölgelerde yaşayan çocuklar, soğuk bölgelerde yaşayanlara göre daha erken yaşta ergenliğe girebiliyorlar. Ancak bunun da ötesinde, özellikle son yıllarda, 5-6 yaşlarda ergenliğe adım atan çocuklar olabiliyor. Bu, oldukça mahzurlu bir durumdur.

Zira çocuk, rûhen ergenliği yaşayamayacağı bir yaşta ergen olursa, bu, o çocuk için oldukça ağır bir yük olur. Bunun sebepleri yoğunlaştırılmış cinsel veriler içeren reklam ve filmler, âile içi konuşmalar veya sınırları belli olmayan sohbetler, çocuğun erken yaşta ergen olmasına sebep olabilir.

 

Bu güzel röportaj için size çok teşekkür ederiz.

Hemen hepimizin yaşadığı bir dönem olan ergenlikle ilgili böyle özel bir dosya hazırlamanız sebebiyle ben de sizin aracılığınızla derginize teşekkür ederim. İnşâallâh, söylediklerimiz hayırlara vesîle olur.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle