Okul Öncesi Çocuklarımızın Din Eğitimi

İnsan rûh ve beden olarak üzere iki ayrı unsurdan müteşekkildir. Bedenin maddî ihtiyaçları olduğu gibi rûhun da mânevî ihtiyaçları vardır. Rûhun bu önemli ihtiyacını en güzel din karşılar. Din duygusu ve inanma ihtiyacı fıtrî bir temâyüldür. İnsan yaratılışı gereği bir şeylere inanma ve sığınma ihtiyacı duyar. Her insan bu ihtiyacını dine inanarak ve yaşayarak karşılamaz. Ama bütün insanların bir şeylere inanma, rûhunu tatmin etme yolunda çok şeyler yaptığı vâkîdir. Bu ihtiyacını gideremeyen insan rûhunu aç bırakmış olur. Bu da, insanın pek çok rûhî sıkıntı yaşamasına sebep olur.

Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hadîsinde, “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Daha sonra ana-babası onu Yahûdî, Hristiyan veya Mecûsî yaparlar.” buyurmuştur. Bu hadisten çıkarılan iki sonuç vardır:

− Her insan iyiye, doğruya, güzele yâni, İslâm’a meyilli olarak yaratılmıştır.  

− Kişinin hayattaki yolunu çizmede en önemli müessir anne-babasıdır.

Şüphesiz âilenin din eğitimindeki yeri tartışılmaz. Din eğitiminin en etkili olduğu dönem ise henüz çocuğun dışarıya açılmadığı okul öncesi dönemdir. Ayrıca 0-6 yaş dönemi çocuğun zihninin boş olduğu, gördüğü her şeyi kaydettiği, zekâ oluşumunun %50’sinin tamamlandığı dönemdir. Müslüman her âilenin bu dönemi elinden geldiğince en iyi şekilde değerlendirmesi gerekir. 

Peki ama nasıl?                                     

Eğitimin birinci ve en önemli şekli görerek öğrenmektir: 

Yâni âilenin çocuğa örnek olmasıdır. Özellikle ilk üç yaş döneminde çocuklar gözlem aşamasındadır. Çevrelerinde olup biten herşeyi doğru-yanlış ayrımı yapmaksızın bir teyp gibi kaydederler. Zamanla konuşma, yürüme ve kas gelişimi tamamlandıkça gözleyip kaydettiklerini fiiliyâta dökerler. Çocuklar âdetâ âilenin aynası gibidir. Bu aynadaki yansımanın iyi ya da kötü olması bizim elimizdedir.

Mes’ûliyyeti çok ağır olan, çocuğumuzun yetişmesi ve rûhâniyetinin şekillenmesi sürecinde anne-babanın dîni, ellerinden geldiği ölçüde güzel yaşamaya dikkat etmesi ve hatâlarını en aza indirmeye çalışması gerektir. Bunun için de âile en baştan, yâni çocuk doğmadan bu zor göreve hazır olmalıdır. İslâm fıtratı üzere doğan çocuğu fıtrat üzere korumak onlara bağlıdır.

Çocuklara dîni ve ibâdeti sevdirme ve bunları özendirme:

Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi çocuklar çok dikkatli birer gözlemcidirler. Özellikle annenin her hareketi, her duygusu çocuğa yansır. Uzmanlar annenin rûhî hâllerinin daha anne karnındayken bebeği etkilediğini belirtmektedir. Doğduktan sonra ise bu etkilenme daha da çok olacaktır. Çocuklar o kadar saf ve temizdirler ki, hangi davranışın samîmi hangisinin yapmacık olduğunu hemen fark ederler. 

Anne babasını çok iyi takib eden çocuk, büyüklerinin hareketlerini bilinçsiz de olsa tekrar eder. Annesiyle beraber namaza durur ve ona bakarak aynısını yapmaya çalışır. İşte bu noktada ebeveynin çok dikkatli olması gerekir. Çocuklara ibâdet ve din sevgisini vermek için dînî hususlarda çocuklarına örnek olacak şekilde davranışlarına îtinâ göstermelidirler. 

Namazı son ânına kadar erteleyen, abdeste ve namaza çok zor bir işmiş gibi üşenerek kalkan, daha uygun zamanları varken çocuğun tam ilgi istediği bir zamanda onu bırakarak zorla namaza duran bir annenin çocuğunun ibâdeti sevmesi düşünülemez. Halbuki din eğitiminde sevgi ön plana çıkmalıdır. Çocukları ibâdete özendirmek için büyükler ibâdetle meşgul olurken ne kadar büyük bir haz duyduklarını çocuklara hissettirmelidirler. Çocuklarla birlikte Kur’ân-ı Kerîm okumak, onları camiye götürüp gezdirmek cemâate dâhil etmek de onların üzerinde büyük tesir bırakır.

Allâh ve peygamber sevgisini vermek:

Bu mevzuya bir anne ve çocuğu arasında geçen şu diyaloğu aktararak başlamak istiyorum: 

Birgün çocuk annesine:

“−Anne ben Peygamberimizi Allâh’tan daha çok seviyorum.” der. 

Annesi: 

“−Niçin?’  diye sorunca: 

“−Onun cehennemi yok! Kimseyi yakmıyor da ondan?!.” cevabını verir.

Bu cevap, çocuklarımıza Allâh’ı ve Peygamberi anlatırken ne kadar dikkatli davranmamız gerektiğinin tipik bir misâlidir. Çocuğun yaptığı kötü hareketleri “Allâh yakar, Allâh taş eder” gibi cezâlandırıcı bir Allâh yerine daha çok Allâh’ın “Vedud” ism-i celîlini öne çıkararak; bizi seven, bizi ve her şeyi yaratan ve bize nimetler veren bir Allâh’ı onlara tanıtmalı ve sevdirmeliyiz. Bizi cennetine koymak için peygamber gönderen de O’dur. Çocuklar yanlış yaptığında; “günah, Allâh sevmez, cezalandırır” diye nitelemek yerine “öyle değil de şöyle yaparsan Allâh daha çok sever ve mükâfâtlandırır” demek daha doğrudur.

Okul öncesi dönemde çocuklar henüz mücerred kavramları anlayacak seviyede değildirler. Mücerred şeyleri de kendi çocuk akıllarına göre müşahhaslaştırarak anlamaya çalışırlar. Onun için Allâh, âhiret, cennet, cehennem gibi kavramları hakkıyla anlatabilmek zor, hattâ imkânsızdır. Bu dönem çocukları Allâh’ı genelde çok yükseklerde çok büyük ve güçlü bir insan olarak tasavvur ederler. Büyüklere de bununla ilgili sorular sorarlar. “Allâh nerede? Gökyüzünde mi? Eli ne kadar? Dağlardan da büyük mü? Ne yer, ne içer?” gibi. Bu sorular gâyet normaldir. Çocuğu azarlayıp bu soruları geçiştirmemeli, sevgiyle karşılayarak doğruları onun anlayabileceği dil ile anlatmaya çalışmalıdır. Sabırla dinleyip sorulara cevap verirken bu dönemin geçici olduğu unutulmamalıdır.

Duâ ve şükür eğitimi:

Çocuklara Allâh sevgisini vermeye çalışırken en çok dikkat çekilecek ibâdet, duâdır. Her şeyi verenin, yaratanın Allâh olduğunu öğrenen çocuk Allâh’tan bir şeyler ister ve bekler. Bazı anne babalar olmayacak şeyler isteyen çocuklarına “git duâ et Allâh versin” diyerek başlarından savarlar. Oysa her şeyi yaratan Allâh’tan isteyip de karşılığını alamayan çocuk hayal kırıklığına uğrar. Bu onun rûh dünyasında derin izler bırakır. Aksi tesirler de yapabilir.

Çocuklara duâ öğretilirken öncelikle şükür kavramı öne çıkarılmalıdır. Allâh’ın verdiği nimetleri tek tek sayarak hattâ çocuğa saydırarak onlara şükretmek gerektiği günlük hayattan örneklerle anlatılmalıdır. Daha sonra kısa kâfiyeli sözlerden oluşan yemek ve uyku öncesi duâları öğretilebilir. Bunun yanında çocuğa kendisinin de bağımsız olarak duâ edebileceği ancak Allâh’tan istediği maddî isteklerinde önce kendisinin çalışıp çaba gösterdikten sonra Allâh’tan yardım isteyebileceği anlatılabilir. Çünkü çocukların uzun zaman kavramları gelişmemiştir ve henüz bencillik dönemini tam atlatmış değillerdir. İsteklerinin hemen olmasını ve hoşlarına gitmeyen bir olayın sonucunu düşünmeden ortadan kalkmasını isteyebilirler. Allâh, peygamber, cennet, cehennem ve ibâdetler çocuklara anlatılırken günlük hayattaki fırsatlardan faydalanılmalıdır.

Ahlâk Eğitimi:

İslâm dîni hayatın tümünü kapsayan bir bütündür. Günlük hayatta iyi, doğru ve güzeli yaşamak İslâm ahlâkını oluşturur. Çocuklara dînî bilgilerden önce verilecek olan islâmî ahlâk da din eğitiminin bir parçasıdır. Ahlâk eğitiminde 0-6 yaş arasını, çocuk psikologları baskı ahlâkı dönemi olarak adlandırır. Çünkü bu dönemde çocuk yaptığı hareketlerin öncesini, uzun vâdedeki sonuçlarını kavrayabilecek yaşta değildir. Bu yaşlarda annesi söylediğinde ellerini yıkayarak sofraya oturan çocuk, annesi yokken yıkamadan sofraya oturabilir ve bundan rahatsızlık duymaz. Onun için bu dönemde kızmadan sabırla her seferinde tekrar söyleyerek aynı zamanda sebeplerini de anlayabileceği tarzda anlatarak ahlâkı yerleştirmek gerekir.

Dînî Kıssalardan Faydalanmak:

4-6 yaş dönemi masal dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde çocukların hayal güçleri çok geniştir. İnsanüstü varlıklar, olağanüstü hâdiselerle ilgili masallara büyük ilgi duyarlar. Sorgulamadan dinler ve kendileri de katkıda bulunurlar. Normalde hiç olmayacak şeyleri bile kabullenirler. Onların bu özelliğinden faydalanılarak peri ve ejderha masallarının yerine mucizelerle dolu peygamberlerin ve Allâh dostlarının hayatları ve menkıbeler çocuğun anlayış seviyesine indirilerek anlatılabilir. Ancak bunlar anlatılırken çok seçici davranılmalıdır. Hazret-i İbrahim’in ateşten kurtuluşunu ilgi ve sevinçle dinleyen çocuk, Hazret-i Nûh’un Allâh’ın emriyle oğlunu boğulmaya terk etmesini minik aklına sığdıramaz. Ona göre ebeveyn oğlunu her şeyden korumalıdır. Buna ilâveten anlattığımız hikâyeleri kısa, öz, ders verici ve çocuk zihnine uygun hâle getirmeliyiz.

Sûrelerin Ezberletilmesi:

4-6 yaş dönemi çocuğun zihninin boş olduğu ve ezber yeteneğinin en güçlü olduğu dönemdir. İslâm tarihinde bu dönemde hâfız olmuş pek çok âlim vardır. Her çocuğun kapasitesi hâfız olacak düzeyde olmayabilir. Kendi çocuğunun kapasitesini ebeveyni bilir. Ancak bu dönemde normal bir çocuğa Kur’ân-ı Kerîm’in sonundaki kısa sûre ve duâlar ezberletilebilir. Çocuklar kaset ve cd’lerden düzenli dinleyerek, büyükleriyle tekrar ederek çok rahat hâfızalarına alabilirler. Televizyondan, reklam ve şarkıları ne kadar kolay öğrendikleri hepimizce mâlumdur. Onların bu yeteneği bu yolla çok faydalı bir amaç için değerlendirilmiş olur.

Sonuç olarak; çocuğuna dînî eğitim vermek her anne babanın görevidir. Dînî eğitim vermek için, bazı eğitimcilerin dediği gibi çocuğun büyüyüp akletmesini bekleyemeyiz. O zaman çok geç kalmış olabiliriz. Eğer siz çocuğunuza 4-6 yaşından itibaren böyle bir eğitim vermezseniz, yanlış bilgilerle zihnini doldurur. Müşahhas kavramlar ve sorgulama döneminden sonra, yaşı ilerleyen çocuğun bazı şeyleri kabullenmeleri daha zordur. 

Ayrıca dîni öğretiyoruz diyerek çocuğa boş bir kaset gibi her şeyi doldurmaya çalışmak da yanlıştır. Bu da çocukta bıkkınlığa sebep olabilir. Müslümanın her işinde olduğu gibi bunda da mûtedil olması gerekir. Bu konuda en güzel örnek yine Peygamber Efendimiz’dir. Sahabenin anlattığına göre Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- yerine ve zamanına göre konuşur, muhâtabının zekâ seviyesini gözetirdi. Fırsatları değerlendirerek yumuşaklıkla dîni anlatırdı. Özellikle çocuklara sevgiyle yaklaşır onlarla şakalaşır ve yeri geldiğinde de büyük insan gibi muâmele ederdi. Bize düşen de Peygamberimiz’i örnek alarak Rabbimiz’in emâneti olan yavrularımızı en güzel şekilde yetiştirmektir. 

Rabbim yardımcımız olsun. Âmin. 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle